12 Eylül 1980 Darbesi'ne çoğunlukla solcuların gözünden bakılırken İslami şahsiyetler geri plana itildi. Oysaki Türkiye'de yaşanan tüm darbelerin arkasında İslamiyeti hazmedemeyen dış güçler ve onların içerideki avaneleri olduğu su getirmez bir gerçek olarak karşımızı çıkıyor.
Bu gerçeğin tanıklarından biri de 12 Eylül 1980 darbesinden önce 15 yaşında cezaevine giren ve darbecilerin cezaevindeki zulümlerine şahit olan ve çeşitli işkencelerden geçirilen Mehmet İlhan.
İLKHA'ya konuşan İlhan, darbe sürecinde cezaevinde cemaatle namaz kıldıkları için devamlı işkencelere maruz kaldıklarını, cezaevinden tahliye olduktan sonra koğuş arkadaşlarından Hüseyin Kurumahmutoğlu'nun da namaz kıldığı için şehit edildiğini anlattı.
Aslen Erzurum'un İspir ilçesinden olan ve henüz dünyaya gelmeden önce ailesi 1960 yılında İstanbul Fatih'e yerleşen İlhan, 1980 yılının Ocak ayında 15 yaşındakiyken sağ-sol bahanesiyle cezaevine konulduğunu belirtti.
"İşkence ve zülüm de daha Mamak cezaevinin girişinde başlamıştı"
O dönem, bir ağabeyinin ülkücü olduğunu, bu nedenle yolunu kesenler tarafından "Faşist ağabeyini öldüreceğiz" şeklinde tehditler aldığını söyleyen İlhan, "İhtilalden önce yani 1980'in Ocak ayında tutuklandım. Önce Maltepe Cezaevi'ne, sonra Sağmalcılar Cezaevi'ne gönderildim. Sağmalcılar Cezaevi'ndeyken 12 Eylül ihtilali oldu. 12 Eylül öncesinde cezaevinde yattığım için, ihtilalin öncesini ve sonrasını biliyorum. Darbe öncesinde yattığım cezaevlerinde bir sıkıntı yoktu. 12 Eylül'le beraber süreç vahşi bir şekilde başladı. Biz, İstanbul askeri mahkemelerde yargılanırken sıkıyönetim mahkemeleri başsavcısı Nurettin Soyer, onun yardımcısı Okan Yalçınkaya İstanbul'daki ülkücülerin davasını Ankara'daki büyük dava ile yani Mamak davası ile birleştirdiler. Biz farkına varmadan kendimizi bir askeri uçakla Mamak cezaevine giderken bulduk. İşkence ve zülüm de daha Mamak cezaevinin girişinde başlamıştı."
"Burası başka! Senin geldiğin yere benzemez""
Mamak Cezaevi'ne ilk girdikleri andan itibaren kafes denilen bölümlere alındıklarını ve Amerikan filmlerindeki gibi 'Burası başka! Senin geldiğin yere benzemez' denilerek hemen bir falakaya yatırıldıklarını söyleyen İlhan, yapılan işkencelere karşı direnç gösterenlere de askerlerin, elindeki coplarla üzerlerie saldırdığını ifade etti.
"Savcının gözetiminde işkence alırlardı"
İlhan, "Direnç gösterenlerin üzerine coplarla saldırıyorlardı. Artık cop, neresine denk gelirse gelsin bu onları ilgilendirmiyordu ve ciddi bir şekilde dayak atılırdı. Sonra A, B ve C blok diye sınıflandırma yapılırdı. Askeri koğuşlardan bozma C bloklarında meşhur olan C5 blokları vardı. Burada işkenceler yapılırdı. Emniyette verilen ifadeleri beğenilmediyse savcı tekrar mahkûmu C5 blokuna alarak savcının gözetiminde işkence alırlardı. Mamak C5'i, bu konuda çok zalimce işkencelerin yapıldığı bir yerdi. Beni önce C4 blokuna aldılar. Daha Sonra iddianameler birleşince B bloka geçtim. Tecrit denilen ve bir sağcı bir solcunun beraber yattığı koğuşlarda yattım. Burada sabah içtima ile başlayan bir süreç vardı. Aynı zamanda İstiklal Marşı, 15'inci Yıl Marşı gibi bazı marşlar söylenirdi. Her mahkumun başına bir asker koyuyorlardı ve 'sağdan say' deniliyordu. Saydığınız zaman sesiniz onun hoşuna gitmiyorsa bu 3-5 tane cop yiyeceğiniz anlamına geliyordu. Ya da istiklal Marşı okuturlardı ki sorsanız belki kendisi de okumasını bilmiyor ama beğenmediyse cop vuruyordu. Derdi cop vurmaktı, başka bir sebebi yoktu. Eğer gün içerisinde cop yemediysen mutlaka akşam bir cop vururlardı." şeklinde konuştu.
Hüseyin Kurumahmutoğlu, MKYK Başkan yardımcısı Mustafa Mit, Sami Bal, Yılmaz Dural gibi birçok tanınan önemli isimle aynı cezaevinde yatan ve Şehit Hüseyin Kurumahmutoğlu ile aynı koğuşu paylaştığını belirten İlhan, "Ben cezaevine girdiğimde küçüktüm. Yaşımın küçük olmasından dolayı yapılan işkenceleri tam algılayamıyordum. Benim için kıymetli olan ve arkamdan bekleyen anne babamdı. Onlar benim için her zaman değerliydi. Onun dışında zaten hayatı görmemiştik. Görmediğimiz bir şey bizim için çok değer ifade etmiyordu. Çünkü kaybedeceğimiz hiçbir şey yoktu. Mamak'ta benim yaş grubunda kimse yoktu. Dolayısıyla benim diğer arkadaşlarımın yaşadıkları zulümler benim çok üzerindeydi. Aslında aynı zulümleri yaşıyorduk ama algılanma oranı konusunda benim için bir oyundu. Beni yok edecek perişan edecek bir durum yoktu ama evli olup çoluk çocuğu olanlar arkadaşlar vardı." dedi.
"Beni en çok üzen durum beni ziyarete gelen annemin çarşafının çıkarılmasıydı"
Annesinin kendisini ziyaret ettiği bir anısını paylaşan İlhan, "Benim annem Bayburtlu. Fatih'teyken bizde kara çarşaf vardı. Rahmetli annemin okuma yazması yoktu ama çok girişken bir kadındı. Beni en çok üzen durum, annemin çarşaflı olarak Mamak Cezaevi kapısına gelip ziyaret etmek istediğinde nizamiye kapısında çarşafını çıkarmasın istemeleriydi. Nöbetçi subay 'Çarşafla giremezsin' diyor. Annem de 'Evladımı görmeye geldim. Bu çarşaf nasıl engel olabilir' diye cevap veriyor. 'Çarşafla nizamiyeden geçemezsiniz yasak! Bu şekilde çocuğunu göremezsin' diyorlar. 'Ben evladımı görmeye geldim Allah'a sığınıyorum. Ben çarşafını çıkarırım ama Allah sizi kahretsin' diyerek beddua ediyor. Ki zaten çarşafın altında da normal dış elbiseleri mevcuttu. Bu konuları anlatırken beni en çok etkileyen konu bu oluyor." ifadelerini kullandı.
Ceza kanununun 54-55'inci maddesine göre çocuk denilebilecek yaşta tutuklandığını ve resmi olarak tutuklanması mümkün değilken sıkıyönetim kanununun kendisini bağladığını ifade eden İlhan, sonrasında vatan hainliğinden, onun sonrasında da çeteden yargılandıklarını ifade etti.
"Biz daha o yıllarda bu işte bir gariplik olduğunu sezmiş ve sorgulamaya başlamıştık"
İddianamelerinde farklı suçlarda kullanılan silahlar olduğunu ve aynı silahın önce komünistlerinin elindeyken suç işlendiği daha sonra ülkücülerin eline geçerek aynı silahla tekrar suç işlendiğini hatırlatan İlhan ,"1980 öncesinde Fatih'te kasalarla Bulgaristan'dan kaçak olarak getirilen silahları 12-13 yaşlarında iken dahi alınabildiğini mahkemede hâkime söyledim. Mamak'ta kaçakçılardan birçoğuyla da sonradan yattık. Türkiye'nin en büyük kaçakçılarından birisi olan Abuzer Uğurlu ve Karadeniz meşhur kaçakçılarından olan Hüseyin Çil, hem komünistlere hem de ülkücülere silah satardı. Biz daha o yıllarda bu işte bir gariplik olduğunu sezmiş ve sorgulamaya başlamıştık. Yanlış giden bir şeyler olduğunu sezmiştik." dedi.
Bir duruşmada, mahkemeden söz hakkı istediğini, ancak konuşmasına izin verilmediğini anlatan İlhan, "Bunun anlamı, 'akşam dayak yiyeceksinizdi.' Fakat nasılsa her gün dayak yiyordum. Yiyeceksek yerim, diyerek konuştum. Dedim ki, 'Sizin çocuklarınız yok mu? Akşam gittiğinizde çocuklarınıza sorun, hayallerin nedir, diye.' Benim 12-13 yaşlarında ülkücü ya da vatan haini olmam şansım yok. Bunu algılamak bile mümkün değil! Ben iddia ediyorum ki bu millet, 'Lâ İlâhe İllallah Muhammedun Resulullah' kelimesini algıladığı zaman barış süreci sağlanacak ve birbirimizi daha iyi anlayacağınız, diye düşünüyorum." diye belirtti.
"Bizi secde anında aldılar ve havalandırma denilen yere götürüp dövdüler"
Namaz takkesini vermediği için işkenceyle hücrede şehit edilen Hüseyin Kurumahmutoğlu ile olan anılarına da değinen İlhan, şunları aktardı:
"Hüseyin Kurumahmutoğlu ile B blokta tecrit dediğimiz 5'inci koğuşta beraber yattık. Hücremiz karşılıklıydı. Gül yüzlü iman ehli bir delikanlıydı. Hüseyin, ben tahliye edildikten bir ay sonra şehit edildi. Hüseyin'in şahadetini tüm ayrıntılarıyla benden sonra tahliye olan arkadaşlarımdan da Muhsin (Muhsin Yazıcıoğlu) başkandan da dinledim. Yönetim, 'namaz yasak' diyemezdi ama bize eziyet etmek için namaz takkesi, tespih, seccade yasak diyorlardı. Bunları gündemlerine alıp bizi namazdan alıkoymaya çalışıyorlardı. Cemaatle namaz kılmak yasaktı. Bunu bize tebliğ ediyorlardı ama biz uymuyorduk. Bir öğle vakti namaz sünnetleri kıldıktan sonra farz için Allahuekber dediğimizde alarmlar verildi. Kapılar açıldı ve silahlı askerler koğuşa girdiler. Bizi secde anında aldılar ve havalandırma denilen yere götürüp dövdüler. Amaç namazımızı engellemekti. Biz, tekrar koğuşa geçip imam Allahuekber deyince tekrar siren çalıp yine bizi alıp dövdüler. Bu vaka birçok kez değişik koğuşlarda yaşandı. Rahmetli Hüseyin, namaz takkesini subaya vermiyor. Aralarında tartışma çıkıyor subay, Hüseyin'e hakaret ediyor. Bu hakaret, kıymetlerine yapılan hakaretti. Bunu buradan telaffuz edemeyiz. Sonra Hüseyin, subaya bir kafa atıp dişini kırıyor. Onun karşılığı Hüseyin'i hücreye alıp hücrede döverek şehit etmeleri oluyor. Allah ona rahmet etsin, çok özel ve çok yiğit bir kardeşimizdi. Onunla beraber aynı koğuşta yatmak benim için şerefti." (Nizamettin Aşkın- İLKHA)