Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi (YYÜ) Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Dr. Öğr. Üyesi Rahmi Tekin, Anadolu'nu İslam'la tanışma serüvenini ve Anadolu'da medreselerin ve alimlerini önemini İLKHA'ya değerlendirdi.
Anadolu topraklarının Hazreti Ömer'in halifeliği döneminde İslam'la tanıştığını hatırlatan Tekin, İslam'ın yayılmasıyla birlikte medreselerin Anadolu'da büyük önem arz ettiklerini, Osmanlının son günlerine kadar da büyük bir feyiz kaynakları olduğuna vurgu yaptı.
Tekin, en iyi âlimlerin ve geçmiş dönemlerin üniversitesi sayılan en iyi medreselerin Doğu Anadolu'da olduğunu ifade etti.
Hulefâ-i Raşid döneminde, İslam'ın dört bir yana yayılması amacıyla bir çok savaşın yapıldığını belirten Tekin, bu savaşlardan önemli olanlardan birinin de Hazreti Ömer dönemindeki İran, Azerbaycan, Suriye ve Kudüs seferleri olduğunu ifade etti.
Hazreti Ömer döneminde Suriye'ye gönderilmiş olan ordunun başında İyaz Bin Ganem'in olduğunu hatırlatan Tekin, İyaz bin Ganem'in Suriye Şam bölgesini fethettikten sonra sırasıyla Azerbaycan'a doğru yani güneyden kuzeye doğru gittiğini belirtti.
Bu yol güzergâhından birinin de Van Gölü havzası olduğuna işaret eden Tekin, "640 tarihinde İslam orduları buralara geliyor. İslam tarihinin ilk kitaplarından olan Ömer El Vakıdi'nin Fütuhu'ş-Şam adlı eser vardır. Vakıdi bu eserinde Feth-i Bitlis, Feth-i Ahlat başlıklarını açarak Bitlis'in, Ahlat'ın, Müküs'ün ardından Erzurum'a geçildiğini ve kuzeye doğru geçildiğini ayrıntılı bir şekilde anlatmaktadır." dedi.
"Hazreti Ömer'den sonra Anadolu İslam ile tanışmaya başlamıştır"
Doğu Anadolu'ya birçok önemli seyidin akın ettiğine dikkat çeken Tekin, "Hazreti Osman döneminde Şam orduları komutanı Hazreti Mesleme tarafından bu bölgenin bir nevi İslam devletine bağlanması için tahkimat yapılmıştır. Van Gölü çevresinde fetihler yapılmıştır, Erzurum'a gidilmiştir ve Erzurum'un fethi kesinleştirilmiştir. İslamiyet'in Anadolu'ya gelişi Hulefâ-i Raşidin döneminde başlamıştır. Hazreti Ömer'den sonra Anadolu İslam ile tanışmaya başlamıştır. Direk olarak olmasa da Doğu Anadolu'dan başlamak üzere hükmi olarak Anadolu İslam devletine dâhil olmuştur. Bu süreçten sonra yerel bir takım beylikler, Ermeni beylikleri, Bağdat'ta bulunan Abbasî halifesine bağlı olmak kaydıyla mali idarecilik görevini almışlar. Gerek Emeviler zamanında gerekse de Abbasîler döneminde bu her iki devlet de Hazreti Resulullah'ın soyundan gelenlere rakip gözüyle baktıkları için Şam'dan, Abbasîler döneminde Bağdat'tan kafileler halinde Van Gölü havzası olsun, Erzurum olsun, bu civarlara kitleler halinde seyitler gelip kalmıştır. Onun için bu yörede Hüseynî, Sıddıkî, Hasenî çok fazladır. Halidî, Ömerî vardır. Bunların bir kısmı Türkleşmiş ve bir kısmı Kürtleşmiştir. Kaldıkları çevreninin şeklini almışlardır zamanla." diye konuştu.
"Ahlat Müslümanlar ve Malazgirt savaşı için garnizon görevi gördü"
Doğu Anadolu'ya ikinci sefer, binli yıllara gelindiğinde Bizanslıların batıdan doğuya bir tahakkümü ve Müslüman Türklerin Anadolu'ya girmesini engellemek amacıyla bir çalışmaları olduğunu söyleyen Tekin, konuşmasını şöyle sürdürdü:
"Batıdan doğuya Müslüman Türklerin gelerek buralara yurt edinme gayretleri ve çabaları yine çok fazla. Bu sırada Bizanslılar, özellikle doğuda, ki 11'inci yüzyılda yani bin 70'lerde Müslümanları buradan atmak amacıyla İstanbul'dan büyük bir ordu hazırlayarak Doğu Anadolu'ya karşı hareket ediyor. Alparslan o sıralar Halep civarında bulunuyor. Bizans ordusunun Doğu Anadolu'ya geldiğini duyunca hızlı bir şekilde geliyor. Alparslan geldiği dönemde Ahlat ve Ahlat'a yakın civarlar Müslümanların elindedir. Alparslan geldiğinde ordusunu kuruyor. 1071'de Ahlat Müslümanların elindedir ve bu sırada Malazgirt civarına gelen Bizans ordusu ile elçilerin gidip gelişi ile başlayan savaş hazırlığı, o sıralar Bizanslılar kendilerinden o kadar emin ki Alparslan'ın ordusunu 'yener ve darmadağın ederiz' diye düşünüyorlar fakat Alpaslan'ın ordusu çok dinamik bir ordu. Hareket kabiliyeti olan bir ordu olduğu için, her ne kadar Bizans ordusundan sayıca az olsa da harp sanatını bilen ve inanç uğruna savaşan bir halk ve Anadolu'da Müslümanlığın, İslamiyet'in var olup yok olması davası olduğunun şuurundadırlar. Bunun üzerine ilk savaş Ahlat'ta başlıyor. Seriyyeler gönderiliyor Bizanslılar tarafından. Alparslan'ın ordusunu yoklamak, casusluk yapmak için gönderiyorlar ancak Alparslan'ın öncü kuvvetleri burada seriyyeleri öldürüyorlar. Hatta onların elindeki 'kutsal haçı' alıp Bağdat'ta halifeye takdim ediyorlar diyorlar ki; Bizans'ın ilk ordusunu burada yendik. Bizanslılar ilk mağlubiyeti Ahlat'ta yaşadılar ancak savaş sonucu neticesi Malazgirt civarında, Malazgirt Ovası'nda gerçekleşiyor. Müslümanlar, İslam ordusu ilk hareket halindeyken Kafkasya'ya kuzeye doğru ilerlerken, gelip gittikleri, güneyden kuzeye doğru gittikleri yerde kesişen yerleri Ahlat olmuştur. O zamanlar için bir garnizon olmuştur. Aynı şekilde 1071'de doğudan batıya gelen Müslüman Türklerin de aynı karargahları Ahlat olmuştur; orası bir garnizon haline gelmiştir. Bundan sonra Orta Asya'dan kitleler halinde milyonlarca insan Anadolu'ya akın ediyor. Buraya Müslümanların gelip artık yurt edindiklerini görüyoruz."
"Doğu Anadolu medreseleri, tekkeleri, zaviyeleri ile adeta birer feyiz kaynağı olmuştur"
İslamiyet'in doğuda yaygınlaşmasıyla medreselere büyük önem verilmeye başlandığına işaret eden Tekin, "Doğu Anadolu Osmanlı Devleti'nin son günlerine kadar medreseleri ile tekkeleri ile zaviyeleri ile adeta birer feyiz kaynağı olmuştur. Evliya Çelebi Van merkezde 7 tane medrese olduğunu söylüyor. O günkü medreseler bugünkü üniversite seviyesinde demektir. Van'da, yine Müküs'te medreselerin olduğu söylenmekte. Yine Bitlis'te medreselerin olduğu söyleniyor. İdrisiye Medresesi, İhlasiye Medresesi, Yusufiye Medresesi... bunun gibi birçok medreseler vardır. İdrisiye Medresesi'ni İdris'i Bitlisî kurmuştur ve bugün şunu iddia ediyorum; eğer Bitlis'teki İdrisiye Medresesi kendini yenileyebilseydi, kendini modern çağdaki birtakım şeylere uydurabilmiş, yeniliyebilmiş olsaydı belki bugün doğunun en iyi üniversitesi haline gelebilirdi. Tabii ki İdrisiye Medresesi 18'inci yüzyıldan sonra gerilemeye başlamış, yani Cumhuriyet'ten önce yıkılmış bir medresedir. Halen elimizde İdrisiye Medresesi'nde yazılan kitaplar var." diye konuştu.
Alimlerin yetiştirildiği medrese geleneğinin Anadolu'da hiçbir zaman bitmediğini anlatan Tekin, Müküs'ün (Bahçesaray)Arvas köyünde yetişen Arvasiler buna bir örnektir. Taha Medresesinde, Doğubayazıt'ta yetişen alimler birer örnektir. Medreselerin bir çiçeği de ve en önemli alimlerden bir tanesi de Türkiye'de herkes tarafından tanınan Bediüzzaman Said Nursi'dir. Bu bölgelerin büyük köylerinde medrese olduğunu, tefsir okunduğunu, hadis okunduğunu, bunların yanında matematik öğretildiğini, bunların yanında birçok ilimden haberdar edildiklerini medreselerde görüyoruz. Bunun neticesi olarak bu bölgede âlimlerin yetiştirildiğini de biliyoruz." ifadelerini kullandı.
"Âlimler aynı zamanda savaş sıralarında birer kahramanlar"
Günümüz zihniyetinin ve gençlerinin alimleri pek anlayamayabileceğini aktaran Tekin, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Bu âlimler aynı zamanda savaş sıralarında birer kahramanlar. Birinci Dünya Savaşı'nda Bediüzzaman hazretlerinin yapmış olduğu alay komutanlığı ve Van'ın Rus işgalinden nasıl kurtarıldığını, halkın nasıl katliama uğramadan çıkardığını hepimiz gayet iyi biliriz. Bitlis'te ayağı kırıldı. Bitlis Deresi'nde kışın ortasında kaldıktan sonra esir düştü. Sibirya'ya gönderildi ve Sibirya'ya gönderildikten sonra kaçarak Polonya üzerinden İstanbul'a geldi. O sırada yine Milli Mücadele'ye destek vererek Anadolu'nun düşmandan kurtulması için aydınlatıcı birçok makaleleri yazdığına şahit oluyoruz. İngilizlere karşı İstanbul'da faaliyetlere başlıyor. Bir çok konferans veriyor, gazetelerde makaleler yazıyor ve İstanbul'un entellektüel takımı bir araya gelerek bir takım cemiyetler kuruyor. Bunlardan bir tanesi 1 6 Mart 1920'de kurulan Yeşilay Cemiyetidir, Hilal-i Ahdar'dır. O dönemler İngilizlerin İstanbul'da bedava dağıtmış oldukları içki, alkol, bir takım uyuşturucuya karşı mücadele ediyorlar." diye anlattı. (Yunus Tuğrul-İLKHA)