Gazetenin önüne el bombası konuldu. Binamız Kalaşnikof’la tarandı. 300 polis altı saat süreyle gazetede arama yaptı. Oğlum askerliğini yaptığı sırada feci şekilde dövüldü. Dağıtıcılarımız darp edildi, aboneye bırakılan gazeteler çalındı. Asansör gece çalışmaya başlayınca beni almaya geliyorlar diyerek pantolon ve ceketimi giyerdim.” Tüm bunlar Akit Gazetesi İcra Kurulu Başkanı Mustafa Karahasanoğlu’nun 28 Şubat sürecinde yaşadığı onlarca olaydan sadece hatırlayabildikleri…
Özel yetkili Ankara Cumhuriyet Başsavcı Vekilliği’nin yürüttüğü 28 Şubat soruşturmasında her geçen gün yeni bir mağduriyet ortaya çıkarken o yıllarda attığı manşetlerle sürece tepki gösteren gazeteci Mustafa Karahasanoğlu sessizliğini bozdu.
28 Şubat sürecinde yaşadıklarını ilk kez anlatan Karahasanoğlu, şöyle konuştu: “O dönemde sistematik bir yıldırma ve sindirme hareketi yürüttüler. Bu hareket sadece askeri kanat tarafından değil, sermaye grubu, ona ilaveten medya ve sivil toplum örgütleri ile birlikte yapıldı. 5’li çete diye tanımladığımız sivil toplum örgütleri bir taraftan, medya diğer taraftan askere destek verdi. Buna mukabil zulümlere, yanlışlara karşı duran mihrakları da sindirmek; susturmak için planlı ve programlı bir hareket yürütüldü.” Mustafa Karahasanoğlu, yürütülen soruşturma sonucunda açılacak davaya müdahil olacaklarını kaydetti.
GAZETE BİNASINI KALAŞNİKOF’LA TARADILAR; 300 POLİSLE BASKIN YAPTILAR
Gazetenin haksızlıklara ve yanlışlara direnişini kırabilmek için değişik stratejilerin uygulandığını anlatan Karahasanoğlu, o günlerde yaşadıklarını şöyle dile getirdi: “İlk olarak gazetenin önüne el bombası konuldu. Ardından gece yarısı binayı Kalaşnikof ile taradılar. Kalaşnikof’u orada bıraktılar. Bunun bir anlamı vardı, o da bunun derin devlet tarafından yapıldığıydı. Akabinde 300 tane polisle Akit’e geldiler. Mahkeme kararı ile arama yapıldı. ‘Terör örgütünün silahlarının gazetede bulunduğu’ suçlaması ile. O zaman Cumhuriyet’ten Hikmet Çetinkaya, ‘Terör Örgütünün Merkezi’ diye yazı yazdı. Emin Çölaşan da destek verdi bu yazıya. Polis geldi ama elhamdülillah hukuksuzluk olmadığını gördüler. Keskin nişancıları çevredeki binalara dikerek gazeteyi sabah 10.00’dan 16.00’a kadar aradılar. Kardeşim Ali İhsan ile beni gözaltına aldılar. Emniyete götürdüler. Ali İhsan’ı hakkında bir soruşturma bulunmadığı için serbest bıraktılar; ancak benim Cuma dergisinde kaleme aldığım “Disiplinsiz Paşalar” diye bir yazım vardı. Bu yazıdan dolayı hakkımda soruşturma açılmıştı. O soruşturmanın ardından açılan davada duruşmaya katılmadığım için hakkımda gıyabi tutuklama kararı çıkmış. Beni nezarete attılar. Ertesi gün mahkemeye çıkardılar. Mahkemeye çıkarken, beni basın yolu ile işlediğim suçtan değil, ‘karşılıksız çek vermişim de onun için hakkımda tutuklama kararı çıkarılmış’ diye medyaya yanlış ifadelerle aksettirdiler. ‘Yani Akit’in genel yayın yönetmeni karşılıksız çekten tutuklandı’ diye kamuoyuna lanse edildi. Bu iddianın hiç aslı yoktu. Örneğin burada Nedim Şener ya da diğer arkadaşlar gazetecilik suçundan içeri alındı deniliyor. Ondan değil. Hâlbuki ben gazetecilikten, yazdığım bir yazı yüzünden içeri alınıyorum ama karşılıksız çekten suçlanıyorum. ‘Maddi hata olmuş, ‘yanlışlıkla ifade etmişiz’ diyorlar daha sonra.”
MAKAMIMDA TEHDİT EDİLDİM
Makamında açıkça tehdit edildiğini belirten Mustafa Karahasanoğlu, Refahyol hükümetinin sona ermesinin hemen ardından 1997 yılının eylül ayında yaşandığını söylediği o görüşmeyi şöyle aktardı: “Gazeteye geldiler. Sivil giyimliydiler. ‘Devlet, bekası için her şeyi göze alır, bu bina çöker altında adamlarınla beraber kalırsın.’ diye beni tehdit ettiler. Bunlar belli mihraklardan gelen insanlardı. Derin devlet dediğimiz yapıdandı. Bizi tehdit edenlere ben de cevaben ‘Bu devletin bekasını siz mi, biz mi tehdit ediyoruz? Ben kadere inanırım; şurada merdivenden aşağı inerken kayıp beyin kanamasından ölmeyeceğimi kimse garanti edemez. Bunun dışında da bina çöküp altından sağ çıkmayacağımı da kimse garanti edemez. Bu devletin bekasını tehdit eden esasında sizin anlayışınız. Ben diyorum ki Müslümanlar ile uğraşmayın; İmam Hatip okulları ile uğraşmayın, başörtüsü ile uğraşmayın. Bu insanlar vatanseverdir, vatana ihanet etmezler; çünkü vatan sevgisi imandandır. Devletin bekası için milletin var olması gerekir. Millet olmadığı zaman devlet olmaz. Onun için bu milletle kavga etmeyin. Sokağa çıkıp sorun ‘Şu Kur’an kursunu kapatmaktan dolayı millet ‘Allah razı olsun devletimize, ne iyi yaptı da şu Kur’an kurslarını kapattı’ diyorsa siz devletin bekasını temel alıyorsunuzdur. Ama ‘Devletim niye dinimle uğraşıyor?’ diyorsa milleti küstürürsünüz. Küstürünce devletin bekasını tehdit altına sokmuş olursunuz’ diye aşağı yukarı 1,5 saat süren diyaloga girdik. Sonra çekip gittiler.”
YAZARIMIZA KOMPLO KURULDU
Baskılardan sonuç alamayan odakların, yazarlarına yönelik karalama kampanyası yürüttüğünü hatırlatan Mustafa Karahasanoğlu, gazetenin etkili yazarlarından Hasan Karakaya hakkında dönemin Anayasa Mahkemesi Başkanı Yekta Güngör Özden’i öldürtmek için adam kiralamak iddiası ile soruşturma başlatıldığını ifade ederek şöyle devam etti: “İddiayı ortaya atan Kasım Gençyılmaz, daha sonra Karakaya’ya mektup yazdı, helallik diledi. Gençyılmaz’a Nuh Mete Yüksel, ‘Senin durumun kötü. Düzeltebiliriz. Yalnız böyle bir iddiada bulunacaksın.’ demiş. Gençyılmaz da bunun üzerine ‘Tarabya Oteli’nde Karakaya beni kabul etti, yanında da bir İranlı vardı. Hasan Karakaya, Renault arabasına binen, hali vakti yerinde olan, 10-20 milyon ödeyecek biri değil. Senaryo inandırıcı olsun diye güya İranlı biri de varmış yanlarında. Hasan Karakaya ve Hasan Maden, iddianın ardından 7 gün Terörle Mücadele’de tutuldu. İki Hasan olduğunu iddia etmiş Gençyılmaz. Bizde de iki Hasan olduğu için iki Hasan gitti, beş Hasan olsa beş Hasan gidecekti. Orada gözaltında tutulduktan sonra mahkemeye sevk ediliyor. Mahkemede teşhis yapılacak. Allah büyük, eğer samimiyet ve ihlâs içinde olursanız yardım ediyor. Mahkemeye çıkmadan önce Kasım Gençyılmaz’a, Hasan Karakaya’nın gençlik resmini gösteriyorlar. Hasan’ı sivil polislerin arasına koyacaklar ve Kasım’dan teşhis etmesini bekleyecekler. Belki karıştırabilir, onun için yerini tarif edelim, işi garantiye alalım diye akıllarından geçiriyorlar. Hasan Karakaya’nın soldan üçüncü olduğunu da belirtiyorlar. Kasım Gençyılmaz, Hasan’ın karşısına geçince sol sağ, sağ sol oluyor. Bu sefer kendine göre soldan üçüncüyü gösteriyor, polisi işaret ediyor. Hâkim emin olup olmadığını soruyor, ‘Eminim’ diyor; hâlbuki polisi gösteriyor.”
ARKADAŞIMIZ, SANIK OLDUĞU DAVAYA AKREDİTE SEBEBİYLE GİREMEDİ
Karahasanoğlu, 28 Şubat döneminde akreditasyon konusunda yaşadıkları bir olayı da şöyle anlattı: “Yazarımız Yaşar Kaplan, bir yazısından dolayı 28 Şubat sürecinde Genelkurmay’da 10 gün gözaltında tutuldu. Orada da çok trajikomik olaylar var. Hem yazarımız hem yazı işleri müdürümüz sanık olarak askeri mahkemede yargılandı. Akredite uygulaması sebebiyle bizi mahkemeye almıyorlar. Sadece sanıkların girebileceğini belirtiyorlar. Kapının önünde epey mücadele ettik. İstihbarat Daire Başkanı ile görüşüp davayı takip edeceğimizi dile getirdik. ‘Olmaz’ dedi, bizi salona almadı. Oysa Yazı İşleri Müdürümüz sanık. Önce gidiyor mahkemeye, o da içeri girmeyi talep ediyor. İzin verilmiyor. Yarım saati geçiyor. Yazı İşleri Müdürü’nü gelsin diye anons ediyorlar. O davayla ilgili haberi diğer meslektaşlarımızdan alarak yayınladık.”
DAĞITICILARIMIZ DARP EDİLDİ, ABONEYE BIRAKILAN GAZETELER ÇALINDI
28 Şubat sürecinde gazete üzerindeki baskıların personeli olumsuz yönde etkilediğine de temas eden Mustafa Karahasanoğlu, şunları kaydetti: “Tabii gazeteye yapılan baskılar ister istemez çalışanlarımızı psikolojik bakımdan sıkıntıya soktu. Pek çok arkadaş dayanamayarak görevi bırakmak zorunda kaldı. Baskı atmosferi vardı ama biz bunlara boyun eğmedik. Yani Kalaşnikof’la gazeteyi taradıkları günün ertesinde ‘Kalleş-nikof’ diye başlık attık, Hasan Karakaya’yı götürdükleri gün ‘Biz size bunu yalatacağız’ diye 9 sütuna manşet attık. Allah da bizi mahcup etmedi, mücadelemiz devam etti. Dağıtıcılarımıza onlarca saldırı oldu. Anadolu’nun değişik yerlerinde gazete dağıtımı yapan arkadaşlar görevini bıraktılar. Çorum’da, Erzincan’da, Elazığ’da ve Malatya’da dağıtıcılar darp ediliyordu gece yarısı ya da sabaha karşı. Failler maalesef bulunamadı. Buna ilaveten gazeteler bırakıldığı noktadan birileri tarafından alınıyordu. Dağıtıcı gazeteyi bırakıyor; abone bize telefon açıyor ‘Bana gazete bırakılmadı’ diyordu. Birileri gazeteleri toplayıp gidiyordu. Gebze’de bir dağıtıcı arkadaş vefat etti. Bu arkadaş, gece saat 05.30-06.00’da gazete dağıtıyor. Yani trafik sıkışıklığının olmadığı saatlerde... Motosikletine arkadan araç vurdu. Hayatını kaybetti. Fail bulunamadı. Bu tür olayların provokatif olduğuna kanaat getiriyoruz. Yol bomboş. Onun dışında darp edilen, tehditlerden korkarak gazete dağıtmayı bırakan çok arkadaşımız vardı. Onlara da bir şey diyemiyoruz. Garanti edecek durumumuz yoktu. Kimi kime şikâyet edecektiniz? Çünkü en başta işi sevk ve idare edenler sizi tehdit ediyordu.”
ALEYHİMİZDE AÇILAN 600 CEZA DAVASININ 150’SİNDE ÇEVİK BİR’İN İMZASI VAR
28 Şubat sürecinde gazete aleyhine açılan davalarla kendilerine psikolojik baskı yapıldığını belirten gazeteci Karahasanoğlu, şu bilgileri verdi: “Bize, 600’ün üzerinde dava açıldı. Bunun 150 kadarı Çevik Bir imzası ile açılmış. Yani Çevik Bir, savcılığa suç duyurusunda bulunmuş ıslak imzası ile. Bunlar ceza davalarıydı. Tazminat davalarında da Türk Silahlı Kuvvetleri’nden 312 general toplanarak bizi mahkemeye veriyor. Ne kadar rahatsız olmuşlar ki Keşan’dan tutun Ağrı’ya kadar generaller bizi dava ediyor. Çok enteresandır, generalin biri vekâlet verirken ‘Boşanma davası dışında’ demiş. Yani genel vekâlet veriyor, hakkımızda dava açılması için. Herhalde hanımı görmüş vekâlet verirken, ‘Aman sakın vekâlet veriyorsun sen, boşanma davası da açmasınlar’ demiş. Bir başkası dava dilekçesinde ‘Vakıf gazetesinde çıkan yazı’ diye bir tabir kullanıyor. General gazeteyi tanımıyor. Bu dava, benim kanaatim Batı Çalışma Grubu’nun sevk ve idaresinde açıldı. Çünkü gazeteyi bilmiyor adam, gazetenin adını bile bilmiyor.”
GECE ASANSÖR ÇALIŞINCA PANTOLON VE CEKETİMİ GİYİYORDUM
Mustafa Karahasanoğlu, 28 Şubat dönemine ilişkin unutamadığı bir anısını da şöyle dile getirdi: “Apartmanın en üst katında oturuyorum. Asansör gece 02.00’dan sonra çalışmaya başlayınca, ‘bunlar beni almaya geliyorlar, kameralar yanlarında olacak’ diye aklımdan geçiriyordum. Pijama ile görüntü verip beni aşağılamasınlar diye asansör çalışınca hemen pantolon ve ceketimi giyiyordum. Elbiselerimi giyiyordum ki görüntü alırken Akit’in sahibini pijamalı vaziyette çekmesinler. Aşağı yukarı haftada 1-2 kere gece yarısı elbise giyiyordum. Ayrıca büyük oğlum, 28 Şubat’ta askerdi. Onu orada feci şekilde dövdüler. Oğlumu gazeteye baskın yaptıklarının ertesinde ‘Baban her şeyi anlattı, sen de anlat’ diye dövmüşler. ‘Baban kimle görüşüyordu, ne yapıyorsunuz?’ diye sormuşlar. Çok kötü şekilde dövdükleri için kulağında hafif arıza kaldı. Korkulara aldırış etmedim. Ama ailem olanları biliyordu, evden çıkarken mutlaka dua okuyarak beni gönderirlerdi.”
cihan