Mısır, Osmanlı Devleti'nin önemli toprak parçalarından birisiydi ve 1882 yılında İngiltere tarafından işgal edilmişti. 1922'de Mısır özerklik sağlamasına rağmen güvenlik, ülkede bulunan İngiliz birlikleri tarafından sağlanmaya devam etti. İngilizler kendi geleceği için önemli olan mevkilerinden çekilmek taraftarı değildi. İşgal sonrasında ise askerî mekanizmalar oluşturarak Mısır'ı dolaylı yoldan kontrol altında tuttular.
1952 yılında gerçekleşen "Hür Subaylar Darbesi" ile Mısır, askerî vesayetin ciddi biçimde hissedildiği bir sistemde, asker kökenli kişiler tarafından yönetilmeye başlandı. 1981'de yine bir asker olan Hüsnü Mübarek'in görevi devralması, halk ayaklanmalarıyla sonlanacak 30 yıllık baskıcı iktidarın başlangıcı oldu. Mübarek'in 30 yıl boyunca olağanüstü hal politikalarıyla muhalifleri baskı altında tutması ve sürekli insan hakları ihlallerinde bulunması, 2011 devrim sürecini hazırladı. 30 Haziran 2012'de ise ilk defa özgür seçimlerle Muhammed Mursi cumhurbaşkanı seçildi. Ancak Mursi, henüz iktidarının birinci yılı sonunda, Genelkurmay Başkanı Abdülfettah es-Sisi tarafından dış destekle yapılan bir darbe sonucu gözaltına alındı ve zindana konuldu.
Rabia Meydanı'nda katliam yaşandı
Özgürlüğü belki de tüm umutlarını kaybedecek olan halk, Rabia meydanında büyük bir direnişe başladı. Ordu 11 Ağustos'ta yapılan protestoların devam etmesiyle halka nota vererek tüm meydanların boşaltılmasını istedi. Halk darbeye karşı koymaya devam etti. Mısır Ordusu, 14 ağustos günü halka tekrar saldırmaya başladı. Protestocuların çadırları, yaşadıkları alanlar, kullandıkları seyyar hastaneler ateşe verildi. Olağanüstü hal ilan eden askerler katlettikleri insanların cesetlerini yok etmek için önce ezdiler sonra da yaktılar. Bu direnişte sayıları tam bilinmese de binlerce insan hayatını kaybetti. Yine olaylarda İhvan liderlerinden Muhammed Biltaci'nin 17 yaşındaki kızı Esma da keskin nişancılar tarafından katledildi.
"Darbeden sonraki süreçte yaklaşık 60 bin muhalif zindanlara konuldu"
Darbeci Abdülfettah es-Sisi tarafından yapılan darbe ve beraberinde getirilen uygulamalar, Hüsnü Mübarek dönemini aratacak hale geldi. Darbe rejimi, gerçekleştirdiği bir dizi katliamdan sonra kaçırma, zorla alıkoyma, tutuklama, işkence gibi yöntemlere başvurarak Müslüman Mısır halkını sindirmeye devam etti. Darbeden sonraki süreçte yaklaşık 60 bin muhalif zindanlara konuldu.
Mısır zindanlarında, başta Müslüman Kardeşler Teşkilatı (İhvan) üyeleri olmak üzere askeri darbe karşıtlarının sistematik bir şekilde işkenceye uğradığı, kendilerine karşı insanlık dışı muamelede bulunulduğu ve çok sayıda rejim karşıtının zindanlarda hayatını kaybettiği iddiası ciddi boyutlara ulaştı.
Sadece darbe karşıtları değil onlarca gazeteci ve insan hakları savunucusu da tek kişilik hücre hapsinde korkunç koşullar altında tutuluyor ve tutukluluk süreleri devamlı olarak uzatılıyor. Tutuklular yıllardır darp, gıdasızlık, aşağılanma ve hareket sınırlandırmasına maruz bırakılıyor.
Ülkede askerî darbe sonrası yönetime el koyan cunta idaresi, tüm uluslararası sözleşmelerde belirtilen değerler ve hukuku hiçe sayarak halkı cezalandırmaya devam ediyor. Darbe yönetimi, diktatör Mübarek rejimi dâhil bugüne kadar hiçbir yönetimin cesaret edemediği toplumun kırmızı çizgisini aşmaktan da çekinmedi ve 2013 Temmuz ayından bu yana kadınlara yönelik işkence uygulamalarına imza attı.
"Mısırlı kadınlar dayak, taciz, suistimal ve fiziksel saldırıya maruz kalıyor"
Darbeden sonra Mısır genelinde tutuklanan Müslüman kadın sayısı tam olarak bilinmiyor. Cunta güçleri, darbe karşıtlarını tutuklarken kadın veya erkekler arasında hiçbir ayırım yapmaksızın pek çok uydurma gerekçe ileri sürüyor. Kadınlar bazen sokak ortasında infaz ediliyor. Dünyanın gözü önünde yaşanan bu vahim durum, cinayet ve gözaltılarla da sınırlı kalmıyor. Birçok kadın darbe güçleri tarafından sistematik bir şekilde dayak, taciz, suistimal ve fiziksel saldırıya maruz kalıyor.
2013 Aralık ayı başından itibaren, özellikle gösterileri yasaklayan kanun çıkmadan birkaç gün önce, cunta güçleri ve gayri meşru İçişleri Bakanlığı, Mısır'da kadınlara yönelik çirkin ve saldırgan bir yaklaşım izlemeye başladı. O günden bu yana kadınlara da erkekleri gözaltına alırken uygulanan şiddet uygulanıyor ve hiçbir yasa veya kurala saygı duyulmadan her türlü acımasız ve insanlık dışı muamele sergileniyor.
"Cezaevlerinde 13-14 yaşını aşmamış genç kızlar var"
Bu gözaltılarda en çok kız öğrenciler hedef alınıyor. Gözaltına alınanlar arasında 13-14 yaşını aşmamış genç kızlar da bulunuyor. Bunların bir kısmı, bir çocuğa isnat edilemeyecek mantıksız suçlamalarla hâlâ cezaevlerinde tutuluyor.
Cunta yönetimi, kadınları korkutmak ve iradelerini kırmak için birçok yönteme başvuruyor. Kadınları yıldırmaya yönelik başvurulan yöntemlerin başında dayak, tecavüze varan cinsel taciz, hakaret, psikolojik baskı ve tehdit yer alıyor. Kendini korumaya çalışan kadınlara ise daha fazla şiddet uygulanıyor.
Gözaltına alınan kadının, polis karakoluna girer girmez ve daha savcı tarafından sorguya alınmadan ilk olarak cinsiyeti anlaşılamayan maskeli biri tarafından üst araması yapılıyor. Bazen de kadınlardan tüm kıyafetlerini çıkarmaları istenerek en mahrem bölgeleri dâhil elle taciz ediliyor. Kadınlar çok kötü hücrelere konuyor. Bunun sonucunda tutuklularda panik atak, paranoya ve uyaranlara karşı aşırı duyarlılık ile konsantrasyon ve hafıza güçlükleri meydana geliyor.
"Tutuklulara yeterli yiyecek, su, yatak ve temizlik imkânı sağlanmıyor"
Cunta güçleri gerek hakaret ve çirkin sözlerle gerekse tutuldukları hücrelerin duvarlarında eski tutuklulara ait kan izleri ve işkence aletlerini bırakarak kadınları korkutmaya ve sindirmeye devam ediyor. Bununla da yetinmeyen polisler, kadın tutukluların karşısında erkekleri zorla soyuyor. Ayrıca, kadınları korkutmak amacıyla iç çamaşırına kadar soydukları erkekleri onların karşısında kaba dayakla dövüyor.
Gözaltına alınan kadınlar basit gerekçelerle tutuklandıktan sonra cezaevlerine konuluyor. Özellikle cezaevine nakillerde birçok kadının başörtüleri ve kıyafetleri aracın içinde cunta elemanları tarafından yırtılıyor ve cinsel saldırı vakaları yaşanıyor. Reşit olmayan kızlar ıslah evlerinde tutuluyor. Haklarında karar verilmeyen kadınlar, gözaltı süreleri sürekli uzatılıp karakolların kirli hücrelerinde bekletiliyor. Ayrıca, tutuklulara yeterli yiyecek, su, yatak ve temizlik imkânı sağlanmıyor.
"Cunta güçleri, kadınlara zorla bekâret kontrolü yapıyor"
Gözaltına aldığı ve tutukladığı kadınlara uyguladığı şiddet ve işkencelerle yetinmeyen cunta güçleri, onlara gebelik testi ve bekâret kontrolleri de yaparak dünyanın hiçbir yerinde benzeri görülmemiş uygulamalara imza atıyor. Tutukluların hapishanede yaşananlarla ilgili şikâyette bulunmaları tehdit yoluyla engelleniyor. Her türlü tehdide rağmen şikâyette bulunanlar olsa da bu davalardan hiçbir sonuç alınamıyor.
Ceza ve ıslah evlerine götürülen siyasi tutuklu kadın ve genç kızlar, insanlık dışı ve aşağılayıcı yöntemlerle adi suçlularla birlikte aynı koğuşlara yerleştiriliyor. Orada diğer mahkûmların her türlü taciz ve hakaretlerine maruz kalan kadınlar, uyuşturucu içilen ve kavgaların bitmediği ortamlarda yaşamak zorunda bırakılıyor.
Cezaevi yönetimleri mahkûmların ne sabun, şampuan gibi temel temizlik maddeleri ne de yatak, yastık, battaniye gibi temel yaşam malzemeleri kullanımına izin vermiyor. Ayrıca herhangi bir revir ya da kliniğin bulunmadığı çoğu hapishanede mahkûmlar en temel sağlık hizmetlerine erişemiyor hatta hasta yakınlarının getirdiği ilaçlar dahi içeri alınmıyor.
Mısır'da kadınların maruz kaldığı tüm şiddet ve cinsel saldırıların amacı korkutmak, hâkimiyet kurmak ve aşağılamaktır. Kadınlara yöneltilen suçlamalara ve tutuklama gerekçelerine bakıldığında, bunların tamamının Mısır'ın da taraf olduğu uluslararası hukuk normları ve insan hakları anlaşmalarına aykırı olduğu görülüyor. (İLKHA)