"Ben Apaçi`yi tercih ederim"... "Filistin Aslanı" Dr. Abdülaziz Er-Rantisi`nin konuşmalarına yansıyan en belirgin cümlelerden biri buydu ve Şehit Er-Rantisi bu cümleyle işgal ordusuna ait bir Apaçi helikopterinden atılacak füzeyle şehit edilmeyi tercih ettiğini ifade ediyordu.
Ömrü boyunca Filistin halkının haklarını savunmaktan hiçbir zaman geri durmayan "Filistin`in Aslanı" Dr. Abdülaziz Er-Rantisi, 2004 yılında böyle bir günde şehit olarak dünyaya veda etti.
Siyasi analist Mustafa Es-Savvaf, Dr. Er-Rantisi`yi diğer insanlardan ayıran en belirgin özelliğin konuşmalarındaki sükunet ve ciddiyetle birlikte akıllılık olduğunu söyledi. Es-Savvaf, şehit Er-Rantisi`nin ayrıca baskılar ne kadar çok olursa olsun tavrından vazgeçmeyecek kadar güçlü iradeye sahip olduğunu belirtti.
Filistin Enformasyon Merkezi`ne bugün (17 Nisan Salı) konuyla ilgili açıklamada bulunan Es-Savvaf, şehit Er-Rantisi`nin tüm bu meziyetleri bir arada bulundurduğunu ve onun seviyesinde bir liderin kararlılıkla birlikte sükunete ve olayları akıllıca değerlendirme niteliğine de sahip olması gerektiğini söyledi.
Siyasi analist Hamza Ebu Şeneb de şehit Er-Rantisi ile şehadetinden birkaç gün önce yaptığı son görüşmeye değinerek, Er-Rantisi`nin kendisine kötülük eden herkese hakkını helal ettiğini bildirdi.
Ebu Şeneb, şehit Er-Rantisi`nin Filistin sahasında en çok sevilen liderlerden biri olduğunu ve şehidi anmanın en iyi yolunun onun çizdiği yoldan gitmek olduğunu belirtti.
Prof. Rantisi Kimdir?
Şeyh Ahmed Yasin`in şehit edilmesinden sonra Filistin İslâmi Direniş Hareketi (HAMAS)`nin Gazze bölgesi genel sorumlusu seçilen Prof. Abdülaziz Rantisi de direnişin, mücadelenin içinde yoğrulmuş biridir. Hicretten sürgüne, zindandan füze saldırısına kadar, siyonist vahşetin yansıması olan bütün zulümlere muhatap olmasına rağmen verdiği mücadeleden bir adım geri atmamıştır.
Abdülaziz Ali er-Rantisi 23 Ekim 1947`de bugün İsrail olarak gösterilen, ama gerçekte bütün halindeki Filistin`in gasp edilmiş bir parçası olan bölgedeki Yafa ile Uşdud arasında kalan Yebna köyünde dünyaya geldi. Ailesi köyün en zenginlerindendi ve geniş araziye sahipti. Ama o daha altı aylıkken ailesi işgalci siyonistlerin köylerini gasp etmeleri sebebiyle hicrete zorlandı ve böylece daha bebeklik çağında hicreti yaşadı. Ailesi hicretten sonra Gazze`nin güneyindeki Han Yunus kasabasına kurulan bir mülteci kampına yerleşti. Artık BM Mültecilere Yardım Yüksek Komiserliği (UNRWA)`nin yardımlarına el uzatan oldukça yoksul bir aile haline gelmişti.
Siyonist saldırganların köylerini işgal etmeleri sebebiyle ailesinin bütün mal varlığını kaybederek UNRWA`nın yardımlarına el uzatan son derece yoksul aile haline gelmesi Rantisi`yi de küçük yaştan itibaren çalışmaya zorladı. Çünkü 11 fertten oluşan ailesinin geçimine bir katkıda bulunması gerekiyordu. Bu yüzden yaşıtlarıyla oynamaya fırsat bulamadan altı yaşından itibaren okulundan artan zamanlarda iş bulup çalışmaya başladı.
Bütün zorluklara ve ailesinin yoksulluğuna rağmen öğrenimini sürdüren ve üstün zekâsıyla öne çıkan Abdülaziz Rantisi 1965`te liseyi bitirerek üniversite tahsili için Mısır`ın İskenderiye şehrine gitti. 1970`te Kahire Tıp Fakültesi`nden üstün başarıyla mezun oldu. Daha sonra Gazze`ye döndü ve hem doktor olarak çalışmaya başladı hem de üniversitede yüksek lisans ve doktora tahsili yaptı. Yine Mısır`da çocuk sağlığı alanında yüksek lisans ve doktora yaptı. İhtisaslarını tamamladıktan sonra da 1976`dan itibaren Gazze`deki Han Yunus Nasır Hastanesi`nde çalışmaya başladı.
Sağlık alanında muhtelif sosyal kuruluşlarda çalışmalar yaptı. Bunlardan bazıları: İslâmi Külliye Yönetim Kurulu üyeliği, Gazze Arap Tıp Cemiyeti üyeliği, Filistin Kızılayı üyeliği.
1978`de Gazze İslâm Üniversitesi`nin açılmasından sonra bu üniversitede öğretim görevlisi olarak çalışmaya başladı. Bu üniversitede ırsi yollardan geçen hastalıklar ve çocuk sağlığı üzerine önce doçent sonra da profesör olarak dersler verdi.
Oldukça zeki ve başarılı bir şahsiyet olan Rantisi, meslek hayatına atıldıktan sonra çok değişik alanlarda yıldızı parladı. İlmi çalışmalarda, sosyal aktivitede, davette ve direnişte hızla tanınan, kendini gösteren bir şahsiyet oldu.
Rantisi, 1987`de HAMAS`ı kuran yedi kişiden biridir. Ancak HAMAS`ın biri birden ortaya çıkmış bir örgüt olmadığını, daha önce zaten var olan Filistin Müslüman Kardeşler cemaatinin işgale karşı fiili direniş amacıyla kurulan bir örgütlenmesi olduğunu hatırlatalım. Rantisi de HAMAS`ın şekillenmesinden önce Gazze`de Müslüman Kardeşler cemaatinin lider kadrosu içinde yer alıyordu.
Gazze`de Müslüman Kardeşler cemaatinin HAMAS adıyla bir örgütlenmeye gitmesinin amacı işgal devletine karşı fiili bir mücadele ve halk ayaklanması başlatmaktı. Bunda da 7 Aralık 1987`de bir siyonistin kamyonetiyle Filistinli işçileri taşıyan araca arkadan kasıtlı olarak çarpması ve dört işçinin ölümüne, dokuz işçinin de yaralanmasına sebep olması alevi çakan gelişme oldu. İşte bu olaydan sonra bir araya gelen yedi önder, işgal güçlerine karşı kitlesel hareket başlatma kararı aldı. Bu yedi önderden biri de Prof. Dr. Abdülaziz Rantisi`ydi. Aynı zamanda 1987 intifadasının başlangıcını teşkil eden bu gelişmede halkı örgütleme faaliyetleri de Rantisi`nin öğretim görevlisi olarak çalıştığı Gazze İslâm Üniversitesi`nden başlatıldı.
HAMAS`ın kuruluşu resmi olarak 9 Aralık 1987 tarihinde ilan edildi. Ondan bir gün önce de Gazze İslâm Üniversitesi Öğrenci Meclisi halkla irtibatı sağlamak amacıyla bir toplantı düzenlemişti. Bu mecliste bulunan öğrencilerin tümü de HAMAS`ın birer fertleriydiler. 10 Aralık 1987 tarihi ise HAMAS`ın ilk bildirisinin yayınlandığı tarihtir. Bu bildiriyle aynı zamanda işgale karşı Filistin halkının en kapsamlı cihadını başlattığı ilan ediliyordu.
1987 intifadasının başlamasından 37 gün sonra yani 15 Ocak 1988 tarihinde gece yarısından sonra kalabalık bir işgalci asker birliği Prof. Rantisi`nin evini kuşatmaya aldı. Evin kapısını büyük gürültülerle kırarak içeri giren askerler Rantisi`yi tutukladılar. Böylece onun için zindanlar dönemi başlamış oldu. Aynı zamanda o HAMAS`ın resmen kuruluşunun ilan edilmesinden sonra lider kadrosundan tutuklanan ilk kişi oluyordu. Bir ay zindanda tutulduktan sonra serbest bırakıldı. Ama çok geçmeden 4 Mart 1988 tarihinde tekrar tutuklandı. Bu ikinci tutuklanışından sonra 2.5 yıl zindanda tutuldu. İkinci tutuklamayla birlikte aynı zamanda onun için yargı işkencesi başlamış oluyordu. Çünkü işgal devleti onu mahkeme önüne çıkarıp hakkında herhangi bir hüküm vermeden davasını erteliyordu. 4 Eylül 1990 tarihinde serbest bırakıldı. Ama aradan sadece 100 gün geçtikten sonra tekrar tutukladı ve bir yıl idari davadan zindanda tuttu. (İdari dava olağanüstü hal uygulaması gibi bir yargılama sistemidir.) Rantisi bütün bu ve benzeri tutuklamalarla, toplam yedi yıl süreyle işgal devleti zindanlarında kaldı.
Onun mücadele hayatının en önemli merhalelerinden birini de Güney Lübnan`ın Mercu`z-Zuhr bölgesine 415 arkadaşıyla birlikte sürgün edilmesi olayı oluşturmaktadır. Bir yıla yakın devam eden bu sürgünde sürgün edilenlerin sözcülüklerini yaptı.
İntifadanın ilk yıllarında sürgünler genellikle tek tek veya birkaç kişilik gruplar halinde yapılıyordu. Fakat 1992`nin sonunda, daha sonra sözde "barış kahramanı (!)" ilan edilen İzak Rabin`in başbakanlığı döneminde 415 Filistinli, gecenin geç saatlerinde evlerinden alınarak toplu bir şekilde ve gözleri ve elleri bağlı halde Güney Lübnan`ın Mercu`z-Zuhr bölgesine bırakıldılar. İsrail hükümetinin, çoğunlukla tahsilli kesimden ve birçoğu üniversite hocası olan bu 415 kişiyi sürgün etmekteki amacı onların dünyanın değişik ülkelerine dağılmalarını sağlamaktı. Böylece tamamı İslâmi anlayış sahibi olan bu insanların tasfiye edilmeleriyle intifada önemli bir manevi gücünü kaybetmiş olacaktı. İsrail`in zor durumda kalmamasını isteyen bazı ülkeler de sözde iyilik yapıyormuş gibi görünerek Güney Lübnan sürgünlerini kabul edebilecekleri yolunda açıklamalarda bulundular. Ancak o insanlar kendi vatanlarına dönmekten başka hiçbir öneriyi kabul etmeyeceklerini bildirdiler ve kışın soğuğuna, yazın sıcağına dayanarak vatanlarına dönebilmek için direndiler. Bir ara İsrail hükümeti sürgünlerden bazılarını kabul edebileceğini söyledi. Ancak geri dönmelerine izin verilen kişiler diğer sürgünlere de kapılar açılmadıkça böyle bir teklifi kabul etmeyeceklerini açıklayarak büyük bir fedakârlık ve dayanışma örneği sergilediler.
Bu arada BM olayın dışında kalmadığını göstermek amacıyla Güney Lübnan sürgünlerinin vatanlarına dönmelerine imkân sağlanmasını isteyen 799 sayılı bir karar çıkardı. Ancak bu kararın peşine düşmediği gibi İsrail hükümetine de bu kararı uygulaması için hiçbir baskı yapmadı. Fakat BM`in bu ilgisizliğine rağmen Mercu`z-Zuhr sürgünleri direnmeye devam ettiler. Bu direniş bir yıla yakın bir süre yani 17 Aralık 1993 tarihine kadar devam etti. Bu süre içinde sürgündeki o 415 kişinin sözcülüğünü Prof. Abdulaziz Rantisi yaptı.
17 Aralık 1993 tarihinde İsrail hükümeti o insanların yeniden yurtlarına dönmelerine izin vermek zorunda kaldı. Ancak dönüş gerçekleşir gerçekleşmez Prof. Abdulaziz Rantisi`yi tutukladı. Siyonist rejimin, haksız yere yurtlarından çıkarılan insanların sözcülüğünü yapmak dışında Rantisi`ye nispet edebileceği hiçbir "suç (!)" yoktu. Bu yüzden onu tutukladıktan sonra uzun süre mahkeme önüne çıkarmadı ve duruşmasını oldukça basit gerekçeler ileri sürerek sürekli erteledi. Kendisini de Bi`ru`s-Sebu hapishanesinde tek kişilik bir hücrede elleri ve ayakları bağlı bir şekilde tuttu. Ellerinin ve ayaklarının bağlı tutulmasına cezaevi yönetimi karar vermişti. Günde sadece bir saat, o da zincirlere bağlanmış bir şekilde hücre dışına çıkmasına fırsat veriliyordu. İşgal yönetimi bununla da yetinmeyerek ailesinin kendisiyle görüşmesine engel oldu ve ailesine sürekli baskı yaptı.
Prof. Rantisi, Eylül 1994`te şeker hastası olduğu için tedavi edilmek üzere hastaneye yatırılmasını istemiş ancak bu isteği dikkate alınmamıştı. Avukatı da müvekkilinin sağlık durumunun gittikçe kötüleştiğini açıklamıştı.
Rantisi aradan uzun bir süre geçtikten sonra mahkeme önüne çıkarıldı. Bu kez karar işkencesi başladı. Siyonist mahkeme onu tekrar tekrar mahkeme önüne çıkararak hakkında herhangi bir karar vermedi.
Haksız yere mağdur edilen insanların sözcülüğünü yaptığından dolayı zindana atılan Prof. Rantisi 1997 ortalarına kadar yani dört yıla yakın bir süre zindanda tutuldu. Şeker hastası olduğu ve sık sık tıbbi kontrolden geçirilmesi gerektiği halde işgal yönetimi onu bu kadar süre zindanda işkenceye tabi tuttu. Siyonist rejimin onu zindanda tutmasını haklı gösterecek hiçbir gerekçesi olmadığı halde uluslararası hukuk kuruluşları Prof. Rantisi`nin serbest bırakılması için ciddi bir girişimde bulunmadılar.
Rantisi dışarıda bir yılını doldurmadan, 9 Nisan 1998 tarihinde, HAMAS`ın askeri kanadının liderlerinden Muhyiddin eş-Şerif`in şehid edilmesi olayında özerk yönetimin İsrail`le işbirliği yaptığını söylemesi sebebiyle özerk yönetimin zindanına atıldı. Burada da hücre işkencesine maruz kaldı. İki yıla yakın bir süre de özerk yönetim zindanında kaldıktan sonra 14 Şubat 2000 tarihinde serbest bırakıldı. Ancak ilginçtir ki o daha ailesiyle görüşemeden siyonist işgal güçleri oğlu Muhammed`i tutukladılar.
Rantisi daha sonra da özerk yönetim tarafından tutuklanıp zindana atıldı. En son 2002`de Filistin halkını harekete geçirecek bir açıklama yapmaması şartıyla serbest bırakıldı. Ancak o özellikle Yol Haritası planının gündeme gelmesi üzerine bu plana karşı olduğunu ve işgal devletiyle masa üstünde bir anlaşmayı kabul etmediğini açıklama ihtiyacı duydu.
Rantisi, 10 Haziran 2003 sabahı işgal devleti uçaklarının füze saldırılarına maruz kaldı, ama yaralı olarak kurtuldu.
Bazıları bu suikast girişiminin başarılı olamaması üzerine hemen kendilerine göre komplo teorileri üretmeye başladılar. Güya Rantisi, uzlaşmacıymış da, İsrail onun öne çıkmasını istemiş de böyle bir oyun çevirmişmiş!!! Oysa Rantisi zaten önde olan, HAMAS`ın Gazze`de resmi sözcülüğünü yapan, hareketin en önde gelen elemanlarından biriydi ve öne çıkarılmaya da ihtiyacı yoktu. İkinci olarak Prof. Rantisi, birçok baskıya, sürgüne maruz kalmasına, birçok kez zindana atılmasına rağmen işgalci siyonistler karşısında bir adım bile geri atmış değildi. Üçüncü olarak söz konusu girişim, İsrail işgal devletinin başarısız kalan ilk suikast girişimi değildi. Ondan önce de yine aynı yolla, havadan nokta atışı yapmak suretiyle gerçekleştirdiği birçok suikast girişimi başarısız oldu. 10 Haziran 2003 tarihli girişiminde de Rantisi`nin aracına doğru ABD`nin verdiği helikopteri kullanarak ABD`nin ikram ettiği füzelerden yedi adet fırlattı. Ancak Allah`ın izniyle Rantisi yaralı olarak kurtuldu. Ama iki Filistinli olay yerinde, Rantisi`nin bir koruma görevlisi de hastanede hayatını kaybetti. Rantisi ve oğlu dâhil 25 kişi de yaralandı. Olayın komplo teorileriyle izah edilir bir yani yoktu, yapılan saldırının tamamen cinayet amacı taşıdığı apaçık ortadaydı.
Prof. Rantisi, Şeyh Ahmed Yasin`in şehit edilmesinden sonra HAMAS`ın Gazze`deki genel sorumluluğuna seçildi. İşgalci siyonistlerin sözcülüğünü yapar gibi konuşan ve onun temennilerini dile getiren birtakım uzaktan kumandalı yorumcular bu olay üzerine de hemen komplo teorileri geliştirmeye başladılar. HAMAS`ta liderlik kavgasının ve bölünmenin ortaya çıkacağını iddia ettiler. Oysa HAMAS`ta lider konumunu kabullenmek bir nimete konmak değil büyük bir fedakârlığı göze almaktır. Dolayısıyla böyle bir fedakârlığı göze alarak kelle koltukta yaşamaya razı olanların dünyevi çıkarlar, koltuk hesapları için birbirlerine düşecekleri yorumu yapanlar sadece ve sadece kendilerine yön veren siyonistlerin ve "büyük baba"ları emperyalist ABD`nin temennilerini yorum diye piyasaya sürmektedirler.
Rantisi, HAMAS`taki faaliyetine ek olarak Gazze İslâm Üniversitesi`nde öğretim görevlisi olarak çalışıyordu.
17 Nisan 2004 tarihinde Prof. Rantisi`nin arabası Gazze şehrinin kuzeyinde el-Gifari mahallesinde bulunan el-Cela caddesinde işgalci saldırganlarının helikopterleri tarafından atılan füzelere hedef oldu. Bu saldırıda ağır bir şekilde yaralanan Prof. Rantisi, Gazze`deki Şifa hastanesine kaldırıldı. Ancak gösterilen tüm gayretlere rağmen kurtarılamadı ve hayatını kaybetti.
Saldırıda Rantisi`nin iki koruma görevlisi ile 25 yaşındaki oğlu Muhammed olay yerinde şehit oldular. Bu üç kişinin cesetleri atılan füzelerle parçalanmış ve organları etrafa saçılmıştı.