Mısır'da darbeci Abdulfettah Sisi komutasındaki ordu ve polis güçlerinin 14 Ağustos'ta gerçekleştirdiği Rabia katliamının 5'inci yıl dönümünde açıklamalarda bulunan Doğruhaber Gazetesi yazarı Mehmet Zülküf Yel, "Söz konusu İslam'a saldırı olunca karşımızda ikiyüzlü bir dünya var. Katledilenler Müslümanlar olduğu müddetçe, ikiyüzlü dünyanın söylemleri sadece birer yalandan ibaret olacaktır." dedi.
Mısır'daki askeri darbeyi yapanların dış ülkelerin desteğine sahip olduğunu da belirten Yel, "İlk defa halkın özgür iradesiyle bir Cumhurbaşkanı seçilmişken maalesef küresel şer güçler halkın iradesine müdahale etti ve meşru olan Cumhurbaşkanı iktidardan uzaklaştırıldı." ifadelerini kullandı.
"Mısır darbesinin arkasında kesinlikle küresel şer güçler vardı"
"Mısır'da darbe olmadan önce küresel şer güçlerin ordu ile birlikte hareket ettiği aşikârdı." diyen Yel, "Hatta bunun bir kısmı basına da yansıdı. Basına yansımayan kısmının ise bundan daha fazla olduğunu biliyoruz. Yine biliyoruz ki Mısır darbesinin arkasında kesinlikle küresel şer güçler vardı. Darbe olmadan önce Mısır genelkurmay başkanının siyonistlerle ortak toplantılar yapması ve ABD'nin dışişleri misyon yetkilileri ile yapılan toplantılar, darbenin adeta habercisi olmuştu. Tabii bununla birlikte küresel şer güçlerin Ortadoğu'daki uzantıları da bu darbeye katıldılar, iştirak ettiler. Bu süreci küresel şer güçler ve siyonistler tertip ettiler. Sahadaki oyuncuları olarak da darbeci Sisi bunu icra etti. Neticede tüm İslam âlemine yönelik bir darbe gerçekleştirildi. Bu darbe, küresel güçlerle siyonistlerin hesabına, Müslümanlara yönelik bir darbeydi. Mısır'da ilk defa halkın özgür iradesiyle bir cumhurbaşkanı seçilmişken maalesef küresel şer güçler halkın iradesine müdahale etti ve meşru olan cumhurbaşkanı bu şekilde iktidardan uzaklaştırıldı." şeklinde konuştu.
"Küresel şer güçler Mısır'ı kaybetmeme adına ellerindeki bütün imkânları seferber ettiler"
Darbenin başarılı olmasının birkaç nedeni olduğunu söyleyen Yel, sözlerine şöyle devam etti:
Öncelikle küresel şer güçler İslam dünyasında çok önemli bir aktör olan Mısır'ı kaybetmeme adına sahadaki bütün hamlelerini gerçekleştirerek, ellerindeki bütün imkânları da seferber etmiş oldular. Çünkü Mısır, İslam dünyası içerisindeki en güçlü aktörlerden biridir. Aynı zamanda Arap dünyasının ağabeyi konumundadır. Ortadoğu'da bir İslam devletinin kurulması durumunda bu, bütün Ortadoğu'yu hatta bütün İslam âlemini etkileyebilirdi. İslam âleminin küresel şer güçlere karşı bir refleksini gündeme getirebilirdi. Böyle bir kaleyi kaybetmeyi göze alamadıklarından dolayı bütün güçleriyle bu devrimi baltalamaya çalıştılar. Bunu yaparken de tek başlarına değillerdi. Bölgede onurlu bir duruşa sahip İslami bir devlet istemeyen küresel şer güçlerin yerli işbirlikçileri de bu sürece ortaklık ettiler. Biz iç dinamiklerine şöyle kısaca bir göz attığımız zaman şunu görüyoruz: Seçimle iş başına gelen İslami bir iktidar var. Tabii bütün kurumlarıyla değişime uğramış bir devletten söz edemiyoruz. Burada öncelikle bir İslam devriminden ziyade Müslümanların seçimle iktidara gelmesi söz konusuydu. Dolayısıyla mevcut statüko ve bürokrasi olduğu gibi duruyordu. Malumunuz olduğu üzere Mısır'da şöyle bir devlet yapısı var: Temizlik işlerine varıncaya kadar birçok iş, ordunun gözetimi ve kontrolü altındadır. Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi'nin 9-10 aylık iktidarı süresince bunlara dönük köklü bir hamle yapılmadı. Belki de yapılamadı. Mursi'nin ve etrafındaki ekibin şunu yapması lazımdı: Askeriye, istihbarat, emniyet ve bürokrasi içerisinde köklü bir yapılanma ve milis güç diyebileceğimiz halkın içerisinde silahlı bir güç oluşturulabilirdi. En önemli hususlardan biri de şuydu: Mısır'daki devrimi akamete uğratan Rabia Meydanı'nda ki katliam da dâhil olmak üzere birçok kanlı olaya adı karışan Baltacılar denilen yapıydı. Baltacılar o zamanlar Kahire'de, Kahire'nin mezarlıklarını mesken tutmuştu. Sayıları milyonlarcaydı. İhvan bu süre içerisinde bunlar hakkında sosyolojik bir araştırma yapmadı, belki de yapamadı. İşte burada o insanlar örgütlendi. Devlet marifetiyle, devletin eliyle örgütlendiler. Devlet bir yandan onları örgütlerken bir yandan da cezaevlerinde ki suçluları serbest bırakarak ciddi bir güç oluşturdu. Mursi cenahının bu güce karşı bir refleksi, bir hazırlığı söz konusu değildi. Şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki devrim sürecinde, devrime en çok zarar veren unsurlardan biri de baltacılar denilen bu yapıydı. Eğer Baltacılar'a karşı zamanında bazı tedbirler alınsaydı belki de darbe konusunda çok farklı gelişmeler olabilirdi."
"Söz konusu İslam'a saldırı olunca karşımızda ikiyüzlü bir dünya var"
Konuşmasında hem Batı'nın hem de dünyanın ikiyüzlülüğüne vurgu yapan Yel, son olarak şunları söyledi:
"Önce Rabia katliamı oldu. Onu takip eden süreçte binlerce insan katledildi. Hukuk tiyatroları marifetiyle de mahkemelerde binlerce insan yargılandı ve cezaevlerine konuldu. En ağır cezalara çarptırıldılar ve idam edildiler. Bu yargılamalar halen de devam ediyor. En son kamuoyuna yansıdığı kadarıyla da cezaevlerinde devasa insan hakları ihlalleri söz konusu. Başta ağır hastalıkların tedavisi olmak üzere insanların temel hak ve özgürlüklerine riayet edilmiyor. Biz gerek darbe sürecinde, gerekse darbeden sonraki süreçte şunu gördük: Karşımızda ikiyüzlü bir dünya var. Katledilenler Müslümanlar olduğu müddetçe ikiyüzlü dünyanın söylemleri sadece birer yalandan ibaret olacaktır. Demokrasi, insan hakları, seçim diyorlardı. Halkların iradesi diyorlardı. Hatta 'Halkların iradesi en önemli şeydir.' diyorlardı. Mısır'da ilk defa bir cumhurbaşkanı halkın özgür iradesiyle iktidara geldi. Gayr-i meşru bir darbeyle bu iktidar devrildi, postallar altına alındı. İkiyüzlü Batı, o gün olduğu gibi bugün de sesini çıkarmadı, çıkarmamaya devam ediyor. İslam ümmetinde bir takım gelişmeler söz konusu olduğu zaman Batı'nın nasıl bir çifte standarda sahip olduğu ve gerçek yüzünün neye tekabül ettiği net bir şekilde ortaya çıktı." (Hamza Adiyaman - İLKHA)