Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, ``Darbenin mahsulü olan anayasanın, bugün yürürlükte olması aslında çok düşündürücü, biraz da üzüntü ve utanç vericidir`` dedi.
İstanbul Aydın Üniversitesi`nde düzenlenen ``Demokratikleşme Süreci ve Yeni Anayasa`` konulu konferansta konuşan Arınç, 2007`den bu yana mazisi olan üniversitenin girişimini bugüne kadar takip ettiğini, şu anda 17 bin civarında öğrencisi bulunan üniversiteyi bizzat görmek istediğini dile getirdi.
Anayasanın güncel bir konu olduğunu, Meclis Başkanı Cemil Çiçek`in bu konu üzerinde çok çaba sarf ettiğini belirten Arınç, ``Anayasa, hepimizin anayasası, en temel belge... Yani beğensek de beğenmesek de böyle. Ama bugün artık bu anayasayı yeniden, yeni baştan daha demokratik, daha özgürlükçü, daha çağdaş, birey odaklı, neresinden bakarsanız bakın 1960 ve 1980 darbelerinden sonra hazırlanmış ve kabul edilmiş bir anayasayı reddediyoruz ve yeni bir anayasayı meclisimizin yapmasını arzu ediyoruz`` dedi.
Arınç, bu konuda geçmişten bu yana çok çaba ve gayret olduğunu ancak neticeye ulaşılamadığını ifade ederek, bugün daha ciddi bir talep bulunduğunu ve bu konuda daha istekli bir çalışma olduğunu söyledi.
Yeni yasama döneminin 1 Ekim`de başladığını anımsatan Arınç, 1 Ekim`den sonra Anayasa Uzlaşma Komisyonu adıyla bir komisyonun, Meclis`te grubu bulunan dört partiden üçer üye alınarak oluşturulduğunu, komisyonun başında Meclis Başkanı Çiçek`in bulunduğunu belirterek, komisyonun kendi çalışma usulleri olduğunu kaydetti.
Bu konuda 3 tane alt komisyonunun bulunduğunu ve bunların da çalıştığını anlatan Arınç, Meclis Başkanı Çiçek`in Nisan sonu itibarıyla bugüne kadarki bilgi toplama, görüş toplama ve fikir alma çalışmalarının biteceğini, mayıs ayından itibaren de anayasa yazım çalışmalarına başlanacağını ifade etti.
Arınç, bu yıl sonuna kadar da yeni anayasanın kabul edilme imkanı olabileceğini söylediğini hatırlatarak, ``Bizler de aynı düşüncedeyiz. Meclis`teki temsil oranları, temsil edilen tüm siyasi partilerin yüzde 80`inin üzerindedir. Eğer bir anayasa yazımında ve uzlaşmasında başarı sağlarlarsa, yıllardan beri beklediğimiz ama bir türlü göremediğimiz bir hayali gerçekleştirmiş olacağız`` diye konuştu.
-12 Eylül davası-
Bülent Arınç, 4 Nisan`da Türkiye`de önemli bir yargı süreci başladığını hatırlatarak, 12 Eylül askeri darbesini yapan Milli Güvenlik Konseyi`nin 5 üyesinden hayatta bulunan 2 üyesi olan Evren ve Şahinkaya hakkında, ``Anayasal düzeni zorla değiştirmek, değiştirmeye teşebbüs etmek`` iddiasıyla açılan dava ile yargı sürecinin başladığını söyledi.
Davının ilk duruşmasını yapıldığını ve davaya müdahil olanlar bulunduğunu anlatan Arınç, ayrıca davayı takip eden kurumların olduğunu kaydetti.
Arınç, ``Şimdi şunu sormak gerekir: Madem ki 12 Eylül 1980 bir darbe olarak nitelendirildi ve bu darbenin sorumlularından, kısmen sorumlularından, şüphesiz illiyet bağı itibariyle nereye kadar gideceği belli olmayan bir süreci sadece Milli Güvenlik Konseyi`yle sınırlamak doğru olabilir mi?`` dedi.
Darbenin suç sayıldığını ifade eden Arınç, ``Darbenin mahsulü olan anayasanın bugün yürürlükte olması aslında çok düşündürücü, biraz da üzüntü ve utanç vericidir. Yani onlarca sebep var ki, yeni bir anayasaya, artık parlamentonun yapacağı bir anayasaya ihtiyacımız var`` dedi.
23 Nisan 1920`de TBMM`nin Ankara`da Atatürk, silah arkadaşları ve Anadolu`dan seçilen temsilcilerin marifetiyle ilk toplantısını yaptığını anımsatan Arınç, o zaman milli mücadelenin, bağımsızlık mücadelesinin devam ettiğini, meclisi açmanın çok önemli olduğunu vurguladı.
Birinci Meclis`in, kendi içerisinde az maddeli 1921 Anayasası`nı yaptığını, daha sonra 1924 Anayasası`nın yapıldığını hatırlatan Arınç, 1960 askeri darbesinin, 1924 Anayasası`nı yürürlükten kaldırdığını, 20 yıl müddetle bu Anayasa`nın devam ettiğini anlattı.
-``Birey odaklı anayasaya ihtiyaç var``-
Arınç, konuşmasını şöyle sürdürdü:
``Ta ki, 1980 askeri darbesine kadar... O zaman da Milli Güvenlik Konseyi, Danışma Meclisi`ni kurdu. Danışma Meclisi, atanmış, seçilmiş, kısmen onların direktifleriyle bugün elimizdeki anayasayı hazırladı. 1921 ve 1924 anayasaları meclis tarafından getirilmiştir ama 1960 ve 1980`den sonraki anayasalar, darbeyi yapanların talimatı, direktifleriyle hazırlanmıştır. 1960`tan bu yana kabul edersek, 50 yıllık siyasi tarihimiz iki tane darbe anayasasıyla günümüze geldi. Artık bundan kurtulmamız lazım. Çünkü Türkiye ilerliyor, çağdaşlaşıyor, özgürlük, demokrasi alanında, dış politikada, ekonomide fevkalade iyi, olumlu adımlarla hepimiz bugün karşılaşıyoruz. İnsan odaklı, birey odaklı anayasaya ihtiyaç var ve bu temel belge, darbeler sonrasındaki iradenin zoruyla kabul edilen değil, halkın kendi iradesiyle hem seçtikleri milletvekillerinin hem de gerekiyorsa referandum yoluyla kabul edeceği bir anayasaya ihtiyaç var. Bu ihtiyaç, pek çok sebeple gerçektir.``
Bülent Arınç, 175 maddeli, geçici maddeleriyle biraz daha farklı olan bu anayasanın, 21 defa değişikliğe uğradığını belirterek, parlamentoda bulunduğu tüm süre içerisinde anayasa değişikliklerine olumlu oy kullandığını söyledi. Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, yeni anayasa yazım çalışmalarının temmuz ayında Meclis tatile girinceye kadar büyük ölçüde tamamlanması gerektiğini düşündüklerini bildirdi.
İstanbul Aydın Üniversitesi`nde düzenlenen ``Demokratikleşme Süreci ve Yeni Anayasa`` konulu konferansta konuşan Arınç, bu anayasanın yarısından fazlasının bugüne kadar değiştiğini ifade etti.
Arınç, ``Yani farklı bir anayasa elimizde var. Yarısı 1982`den beri geliyor, yarısı da şu veya bu sebeple değişmiş. Akordu bozulmuş bir anayasa var. Birbirinden farklı hükümler ortaya çıktı. Dili bozuk bir anayasa var. Dayandığı temel esaslar bugün artık geçerli olmayan bir anayasa elimizde var. Her fıkrası gündeme geldiğinde anlamak mümkün değil. Milletvekillerin ant içmesinden başlayınız, herhangi bir konuda uyuşmazlık çıktığı zaman yorumlanmaya ihtiyaç duyan, ama herkesin farklı yorumladığı bir anayasa ile karşı karşıyayız. O zaman yeni bir anayasaya ihtiyacımız var`` diye konuştu.
Türkiye`nin AB ile ilişkisinin ``sözleşmeye dayanan bir ilişki`` olduğunu belirten Arınç, ``Bir kara sevda değildir. Zamanında yapılan anlaşmalarla biz, AB`nin kriterlerine uymayı kabul etmişiz, bu kriterlere uyduğumuz takdirde de bize tam üye olacağımız taahhüt edilmiş. Ama bir ileri geri derken iş ciddiye bindi, 2005`ten bu yana müzakere ediyoruz`` dedi.
Arınç, devletçi ve otoriter bir bakışla hazırlanan 1961 ve 1982 anayasalarının karşısında şimdi artık yeni anlayışların, yeni düşüncelerin, daha çok özgürlüğü ve daha çok birey hakkının hedef alındığını söyledi.
Çok eskiden bu yana anayasaların değişmesi gerektiği konusunda siyasi partilerin çalışması olduğunu, taslaklar hazırlandığını, üzerinde çalışmalar yapıldığını, ancak netice alınamadığını anımsatan Arınç, bu konuda meslek kuruluşları, özel sektör, sivil toplum kuruluşları ve akademik kuruluşların çalışmalar yaptığını, hepsini takdirle karşıladığını, hepsinde ``yeni bir anayasaya ihtiyaç olduğu`` özlemi bulunduğunu anlattı.
Arınç, konuşmasını şöyle sürdürdü:
``Kimisi tozlu raflarda kaldı, kimisi yayınlandı, fakat yayınlandıktan sonra gürültüler koptu. O gürültüler kopunca da yayınlayanlar pişman oldu ve çark ettiler. Bu kadar araştırma içerisinde sözüne, düşüncesine sadık kalan çok azdır diye düşünüyorum. İsimlerini söyleyerek onları rencide etmek istemem. Ama bilim adamları, çok güzel çalışmalar yapmış olmasına rağmen onlara verilen sipariş `yeni, özgürlükçü bir anayasa hazırlayın` düşüncesinden hareket ederek çalışmış olmalarına rağmen sonradan Türkiye`de bazı çevreler, egemen güçler ve maalesef belli bir düşünce, zihniyet ve bakış açısının devam etmesi gerektiğinde ısrar edenler ve bu konuda ellerindeki güçleri ortaya koyanlar, çalışmayı yapanlara daima ters baktılar, eleştirdiler, korkuttular. Çünkü biliyorsunuz, Türkiye`de yeni anayasa yapmak iddiası zor bir iddiadır.
12 Eylül 1980 darbesini yapanlar zaman zaman yine siyasete, parlamentoya müdahale etmişlerdir. Bu müdahalelerini bazen açıktan bazen de post modern bir biçimde göstermişlerdir. 28 Şubat için kullanılan tabiri, 27 Nisan akşamı için söylenen sözleri, onun öncesindeki birtakım cunta faaliyetlerini herhalde gazetelerden, televizyonlardan veya merak ettiğimiz için öğrenebiliyoruz. Kim ki yeni bir anayasadan bahsetmiştir, ona hep kuşkuyla bakılmıştır, ondan hep endişeyle, `acaba arka planında ne var, ne istiyor, 1982 Anayasası`nı niçin değiştirmek istiyor?` gibi düşünceler hasıl olmuştur. Yüksek yargıdan tutun, bürokrasinin en üst noktasına kadar zaman zaman kendilerine telkinler, şantajlar, baskılar yapılan tarihleri, yılları hepimiz biliyoruz.``
-Cumhurbaşkanlığı seçimi-
2007 öncesinde yaşanan cumhurbaşkanlığı seçimi krizine değinen Arınç, anayasada cumhurbaşkanının nasıl seçileceğinin yer aldığını, seçimi ve yetkilerinin öngörüldüğünü, ancak o dönemde AK Parti`nin Meclis`te çoğunluğunun bulunmasının birtakım siyasetçileri ve siyaset dışı çevreleri rahatsız ettiğini, ``bunların seçeceklerini istemiyoruz`` gibi şeyler söylemeye başladıklarını, herkesin bu konuda ağzına geleni söylediğini, bunların hepsiyle mücadele ettiklerini, anayasada yer almayan hiçbir dedikoduyu kabul etmediklerini söyledi.
Arınç, ``Ancak başımıza siyaset dışı başka bir iş geldi. Geçmişte yargıtay cumhuriyet başsavcılığı yapmış olan değerli bir insan, hiç kimsenin aklına gelmeyen, gelmesi de mümkün olmayan, adeta ilk konuşulduğunda `bu deli saçması bir şey canım, böyle de olur mu?` dedirten bir teori ortaya koydu. 367`den bahsettiğimi herhalde hatırladınız`` diye konuştu.
27 Nisan`daki bildirinin arkasından seçime gittiklerini, seçimde tekrar iktidar olduklarını ve o gün ``mutlaka yeni bir anayasa yapacağız`` sözü verdiklerini, birkaç bilim adamına görev verdiklerini anlatan Arınç, bilim kurulunun çalıştığını, internette yayınladıklarını, tartışmaya açtıklarını söyledi.
Arınç, ``Tam elimize kağıt kalem alıp da siyasi bir çalışmaya başlayacağımız zaman partimiz hakkında kapatma davası açıldı. Bu kapatma davasının gizli, açık sebepleri vardı. En önemli sebebinin yeni bir anayasa yapmak iddiamız olduğunu rahatlıkla size söyleyebilirim. Yeni anayasa deyince kuşkulanıyorlardı. Sivil, yeni, birey odaklı anayasa yapacağız ve kapatma davasından paçamızı zor kurtardık. Para cezasıyla iş bitti. Yoksa neredeyse AK Parti`yi de kapatıyorlardı`` şeklinde konuştu.
Şu anda devam eden anayasa çalışmalarının olumlu gittiğini ifade eden Arınç, ``Yeni bir anayasa yapma konusunda güçlü bir irade oluştuğunu söyleyebilirim`` dedi.
Yeni anayasa çalışmalarıyla ilgili bilgi de veren Arınç, Meclis`in normalde 1 Temmuz`da tatile girdiğini anımsattı. Arınç, ``Ama çoğu zaman temmuz ayında da çalıştığını biliyoruz. Dolayısıyla yazım çalışmalarının temmuz ayında Meclis tatile girinceye kadar büyük ölçüde tamamlanması gerektiğini düşünüyoruz`` diye konuştu. Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, Kürtçe eğitimin ancak Kuzey Irak`ta, Süleymaniye`de bir yerde olduğunu, dünyanın başka hiçbir yerinde olmadığını belirterek, ``Dolayısıyla böyle bir dil eğitime müsait midir, yani fiziğiyle, kimyasıyla, astronomisiyle, sosyal politikalarıyla her şeyi ifade etmeye yeterli midir konusunda ben aydınlanmak ve tatmin olmak ihtiyacındayım`` dedi.
İstanbul Aydın Üniversitesi`nde, ``Demokratikleşme süreci ve yeni anayasa`` konulu konferans veren Arınç, ardından öğrencilerin sorularını yanıtladı.
Somalili Ayşa Ahmet`in, ``Yeni anayasada güçler ayrılığı dengesi nasıl düzenlenecek?`` sorusu üzerine Arınç, Türkiye`nin, Somali`ye yaptığı yardımları çok sistematik olarak devam ettirdiğini dile getirerek, Somali`nin bir an önce esenliğe çıkacağını ümit ettiğini kaydetti.
Bu anayasa çalışması sırasında 15 maddelik bir yöntemin kabul edildiğini belirten Arınç, Anayasa Uzlaşma Komisyonu`nun bu 15 maddelik yöntemde, ``Her şeye açığız, her şey görüşülecek, konuşulacak, rezervimiz yoktur, yani kırmızı çizgimiz yoktur`` demeye getirdiğini söyledi.
Başbakan Yardımcısı Arınç, anayasanın ilk 3 maddesiyle ilgili 4. maddede bir kısıtlama bulunduğunu anımsatarak, yasama, yürütme ve yargının üç erk olarak anayasada muhafaza edilip edilmeyeceğinin partilerin vereceği karara bağlı olduğunu vurguladı.
Arınç, ``Hiçbir parti peşinen `şundan yanayız` diye söylemiyor, bu yazım safhasında erkler birliğini mi kabul edeceğiz anayasamızda olduğu gibi yoksa bugünkü gibi yasama, yürütme, yargı mı olacak, onların kendi alanları içerisinde bir kısıtlama, filtreleme gelecek mi, doğrusu bunu yazımdan sonra göreceğiz. Anayasanın yeniden yazılması sırasında bu konuya dikkat edileceğini biliyorum, 4 parti eline kağıdı kalemi alıp yazacak. Onlar ne tür yazarsa biz de Meclis`te müzakeresini yapacağız`` diye konuştu.
Bir öğrencinin, ``Yeni anayasa ülkemize neler kazandıracak?`` sorusu üzerine de Arınç, Türkiye`nin çok iyi bir noktaya geldiğini ifade ederek, Türkiye`yi artık sivil hükümetlerin yönettiğini kaydetti.
Sivil-asker ilişkilerinin Türkiye`de batıdaki örnekleri gibi olması gerektiğine işaret eden Arınç, bu ülkenin ekonomisinin, eğitiminin, sağlık hizmetlerinin, bunların hepsinin hükümetlere verilmiş görevler olduğunu, işlerini iyi yaparlarsa halkın bundan memnun kalacağını, ama kötü yaparlarsa bir askeri gücün müdahale etmesine gerek olmadığını, demokratik bir ülkede seçime gidileceğini veya siyasi sebeplerle hükümet değişikliği olabileceğini bildirdi.
Bülent Arınç, sözlerini şöyle sürdürdü:
``Aba altından sopa göstermek yok, kaş çatmak yok, sesi yükseltmek yok, bildiri koymak, muhtıra vermek yok, cuntacılık yok, darbecilik yok... Türkiye artık bununla tanıştı. Türkiye, demokrasisiyle, özgürlükleri genişletmesiyle, ki hala bu konuda eksiği var, böyle bir noktaya gelmiştir. Şimdi böyle bir noktada dükalıklar yaratan geçmiş anayasalardan kurtulmamız lazım. 1982 Anayasası`nda öyle kurumlar var ki, bunlar niye anayasada yer almıştır diye düşünmek lazım. Halbuki bunlar kendi kanunlarıyla kurulabilir. Nedir asıl sebep? Anayasa değişikliği nitelikli çoğunluğa bağlanmıştır. 330 oy alamazsa bir madde anayasada değişmez, 330-367 arasında kalırsa referanduma gider, Meclis`te değişmesi için mutlaka 367 olması gerekir. Anayasalar kısa olmalı, öz olmalı, temel hakları ortaya koymalı, ideolojik saplantısı olmamalı, devletin gücünü ve otoritesini güçlendiren değil, insan ve birey odaklı olmalı. Vatandaşlık tarifinden tutunuz, Türkiye`de resmi bir ideolojinin hakimiyetini öngören anlayış ve kurumlara kadar geçmişten kalan tortuların hepsinin kaldırılması gerekir. Bu, yeni, çağdaş bir dünya görüşüdür, Türkiye bunun dışında kalamaz. Dolayısıyla yeni anayasanın bize getireceği özgürlüktür, bireyin haklarını korumaktır, kurumları kendi kanunlarına göndermektir. 180 maddelik bir anayasa değil, mümkünse 60-70 maddeye indirgenmiş bir anayasa olmalıdır. Dili Türkçe ve sade olmalıdır, herkesin okuduğunda aynı şeyi anlaması gerekir.``
Başbakan Yardımcısı Arınç, Avrupa Birliği`nin Türkiye için hukuk ve demokrasi standardı olduğuna işaret ederek, ``Hukukun üstünlüğü gibi, çokluk içinde teklik gibi, farklılıkların zenginlik olarak anlaşılması gibi, kültürel farklılıkların herkes tarafından kabul görmesi gibi bir standarda Türkiye`de ihtiyaç var, dolayısıyla yeni anayasa toplumsal barışı kuracak bir yeni anayasa olmalıdır. Farklı giyinmenin, farklı düşünmenin, farklı bölgelerde olmanın, farklı etnik kökenlere sahip olmanın bir yoksulluk değil, zenginlik sebebi olarak kabul edilmesi gerekir. Umarım yeni anayasa bunları bize getirecek`` şeklinde konuştu.
-Dokunulmazlık konusu-
Bir öğrencinin, ``Yeni anayasada dokunulmazlıklar kaldırılacak mı?`` sorusu üzerine de Arınç, dokunulmazlıklar konusunda da Anayasa Uzlaşma Komisyonu`nun karar vereceğini vurgulayarak, ortak nokta ne ise onun kabul edileceğini belirtti.
Dokunulmazlıkların Anayasa`nın 83. maddesinde yer aldığını, bunun aslında kürsü dokunulmazlığı olduğunu vurgulayan Arınç, mevcut anayasadaki hükmün içinde bir istisna bulunduğunu; bunun da terörle ilişkili suçlar işlenmesi halinde dokunulmazlığın olmayacağını içerdiğini söyledi.
5 milletvekilinin bu tür suçlamalarla cezaevinde bulunduğunu, birisi hakkında hükmün kesinleştiğini aktaran Arınç, temel düşünce olarak dokunulmazlığın bütün dünya parlamentolarında milletvekillerine tanınan bir hak olduğunu, bir ayrıcalık olmadığını bildirdi.
Arınç, bir milletvekilinin görevini yaparken herhangi bir baskıyla karşılaşmaması gerektiğine işaret ederek, yeni anayasada dokunulmazlığın yasama dokunulmazlığı olarak sınırlandırılması ve bunun çok iyi ifade edilmesi gerektiğini belirtti.
Bülent Arınç, kimilerinin bazen siyasi, bazen farklı endişelerle dokunulmazlığın istismar edildiğini söyleyebildiğini, bu istismarın önüne geçmek için yasama dokunulmazlığını yasama faaliyetleri ile ilgili tarif edip sınırlandırmaya ihtiyaç bulunduğunu kaydetti.
-``Ben de kabul ediyorum, Kürtçe bir medeniyet dilidir``-
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, bir öğrencinin, ``Bir konuşmanızda `Kürt dili medeniyet dili değildir` dediniz. Yeni anayasaya anadilde eğitim konusunda neler getirilecek?`` sorusu üzerine, ``Konuşmamı dikkatle takip ettiyseniz, `Kürt dili medeniyet dili değildir veya medeni bir dil değildir` demedim. Bütçe konuşmasında bu konu üzerinde en cesur düşüncelerini ifade etmiş bir insan olarak `Kürtçe medeni bir dil değildir` demişsem bu çok büyük bir haksızlık olurdu, kendime saygısızlık olurdu, Kürtçe konuşan yurttaşlarımıza saygısızlık olurdu. Bunu söylemeyecek kadar akıllı bir adamım. Kürtçe medeni bir dil değildir` demedim`` şeklinde konuştu.
Kürtçe anadilde eğitim konusunun farklı bir konu olduğunu, anadilde eğitimin anayasal bir engelle karşı karşıya bulunduğunu anlatan Arınç, konuşmasına şöyle devam etti:
``Anayasada bir engel bundan sonra olmayacaksa bu dilde bir eğitim yapılabilir mi, yapılamaz mı tartışmasında ben Kürtçe`nin, alfabesi, grameri olan bir dil, şu kadar yüzyıldır konuşulan, pek çok kitap yazılmış, edebiyat örnekleri olduğunu söyledikten sonra `İlkokuldan üniversite sonuna kadar eğitimi yapılacak kadar bir medeniyet dili midir?` diye soru sordum. Hüküm ifade eden bir cümle kullanmadım, soru sordum. Sorumun cevabı da geldi. Pek çok gazetede yazan çizen insanlar, `Kürtçe bir medeniyet dilidir` dediler.
Amenna, kabul ediyorum. Ben de kabul ediyorum, Kürtçe bir medeniyet dilidir. `Kürtçe bir medeniyet dili değildir` diye bir eleştiri okumadım, oysa Türkiye`de buna inanan yüzlerce siyasetçi de var, şu da var, bu da var, ama cesaretlerini toplayıp düşüncelerini açıklayamadılar. `Kürtçe bir medeniyet dilidir` diyenler çok güzel yazılar yazdılar, o yazılardan istifade ettim. Anladım ki, kitabı olan, kültürü, folkloru, düşüncesi olan ve yaşayan bu dil bir medeniyet dilidir. Ama sorumun ikinci cevabını bekliyorum. Bu dille baştan sonra bir eğitim yapmak mümkün müdür? Siz buna `evet` diyebilirsiniz ben de `evet` demek için çalışmalarımı tamamlamak üzereyim. Ancak düşünün, böyle bir eğitim ancak Kuzey Irak`ta, Süleymaniye`de bir yerde var, dünyanın başka hiçbir yerinde yok.
Dolayısıyla böyle bir dil eğitime müsait midir, yani fiziğiyle, kimyasıyla, astronomisiyle, sosyal politikalarıyla her şeyi ifade etmeye yeterli midir konusunda ben aydınlanmak ve tatmin olmak ihtiyacındayım. Dürüst siyasetçi böyle olur. Siz bana `bu dille baştan sona eğitim yapmak mümkündür` deyin, okurum, anlarım ve kabul ederim, hiç peşin hükümlü değilim. Çünkü ben bu topraklarda 30-40 yıldır değil 1000 yıldır Kürt vatandaşlarımın yaşadığına inanıyorum, onların varlığından da mutluyum, onların ne etnik kökenlerine, ne dillerine ters gözle bakmadım. Aynı medeniyetin çocuklarıyız, 1000 yıldır birlikte bu medeniyeti inşa etmiş insanlarız. Cumhuriyet`te de birlikteydik, Çanakkale`de de birlikteydik.
Bu ülkede hepimiz eşit yurttaşlar olarak kardeşlik hukuku içinde yaşayacağız. Bunu kabul etmek ayrı bir şeydir, ancak dil konusu fevkalade önemlidir. Eğitimin en kaliteli, en iyi yapılması için hangi dili kullanmalıyız noktasında bugün var olan sistemi değiştirmek için çok haklı sebepler bulmamız gerekir. O da üniversitelerin işi, siz de bu konular üzerinde çalışın, okuyun, oturun yazın çizin, bize yol gösterin. Birincisini nasıl başımın üstünde taşıyorsam, ikinci sorumun cevabını aldığımda da ellerinizden öperim.``