MİLLİ GÖRÜŞ BÜTÜN İNANÇ VE DÜŞÜNCELERE SAYGILIDIR

Milli Görüş, hangi düşünce ve inanca sahip olursa olsun, herkesin yaşama, inanma ve mülkiyet haklarını devletin teminatı altına almasını esas almıştır. Bu çerçevede düşünce ve inanç hürriyetinin bütün esaslarıyla var olmasını samimi olarak isteyen ve savunan tek görüştür. Sayın Evren`in maalesef bundan da habersiz olduğu anlaşılmaktadır. Halbuki emperyalizm Türkiye`yi sömürmek istemektedir. Bunun için her türlü imkanını kullanarak Türkiye`de "Sömürü Düzeni"nin kurulmasını sağlamıştır. Bu düzenin devam edebilmesi ancak hürriyetlerin kısıtlanmasıyla mümkündür. Bunun için de Demokrasi adı altında gerçekte bir "Güdümlü Demokrasi" yürütülmekte ve tatbikatta bu da dejenere edilerek tam bir "Hile Rejimi" uygulanmaktadır. Bu sebepten dolayı emperyalizm, sömürüsünü yürütebilmek için düşünce ve inanç hürriyetini bilerek kısıtlamaktadır. Bunun için de Türkiye`de Milli Görüş`ün gelişmesini ve yayılmasını istememektedir.


MİLLİ GÖRÜŞ VE ADİL EKONOMİK DÜZEN

Sayın Evren`in anıları, kendisinin Milli Görüş`ün ekonomik politikası hakkında hiçbir fikri olmadığını göstermektedir. Halbuki emperyalizm Milli Görüş`ün ekonomik politikasını çok iyi bilmektedir. Açık ve kesin olarak tespit etmiştir ki; Milli Görüş`ün ekonomik politikası, Türkiye`deki "Modern Müstemlekecilik"e son vermek, faizci kapitalist sistem vasıtasıyla kurulmuş olan "Sömürü Düzeni"ni ortadan kaldırıp yerine herkese hakkını veren bir "Adil Ekonomik Düzen" kurmaktır. Bundan dolayı MSP ekonomik programında;

-Milli, Güçlü, Süratli, Yaygın Kalkınma

-Borçla Değil Kendi Gücüyle Kalkınma,

-Sıhhatli Ekonomi,

-Herkese Refah, temel prensiplerine yer verilmiştir.

Ve yine bundan dolayıdır ki 1974-1978 yılları arasında yer alan 4 yıllık dönemde MSP`nin iştirak ettiği 3 hükümette de Bakanlıklar arası "Ekonomik Kurul" başkanlığı MSP`ye verilmiştir.

 

EKONOMİDE ATILAN ADIMLAR VE AMBARGOLAR

Bu dönemde yapılan tatbikat aşağıdaki hususiyetleriyle kendini göstermiştir:

-Tarım üretiminin arttırılması: Buğday üretimi 4 yılda 10 milyon tondan, 18 milyon tona çıkartıldı. Türkiye yılda 5 milyon ton buğday ihraç edecek hale geldi. Et üretimi 125 bin tondan 625 bin tona çıkartıldı.

-Türk lirasının değerinin sabit tutulması

-Ücret ve gelirlerin arttırılması: İşçi, köylü, memur, esnaf tüm çalışan kesim, en yüksek reel gelire 1974-1978 yılları arasında sahip oldu.

-Kalkınma hızının yüksek, enflasyonun düşük olması: Dört yıl içinde enflasyonun düşük olması. Dört yıl içinde enflasyon ortalama 10, kalkınma hızı 7 oldu.

-IMF heyetlerinin ekonomimize zarar veren teklifleri kabul edilmedi.

-Kalkınma için lazım olan kredi ihtiyacı IMF aracılığıyla yüksek faiz ödeyerek değil, doğrudan Müslüman ülkelerle yapılan ikili anlaşmalarla sağlandı.

-Müslüman ülkelerle ekonomik işbirliğinin gelişmesine önem verildi. Bu konuda anlaşmalar yapıldı.

-Türkiye İslam Bankası`na ortak yapıldı.

-Bu dönemde, büyük halk kitlelerine yansıyarak onları daha da fakirleştireceği için yeni hiçbir vergi kanunu çıkarılmadı. Maliye Bakanlığı`nca hazırlanan KDV tatbikatına izin verilmedi.

-Ortak Pazar ile evvelce yapılmış olan Ankara Anlaşması`nın, tamamen ülkemiz aleyhine olan ve tek taraflı taviz vermemizi öngören, Ortak Pazar ülkelerinden her yıl ithalatın daha da artırılarak yapılması ve ithalattaki gümrük vergi oranlarının her yıl belli oranlarda azaltılması gibi maddeleri Milli menfaatlerimize aykırı olduğu için yürütülmemiştir.

-Faizsiz banka kararnamesi çıkartılmış ve MSP kanadındaki bankalarda kredi dağıtılması objektif esaslara bağlanmıştır.

-Ağır Sanayi hamlesi.

İşte emperyalist güçler 4 yıl boyunca yürütülen sömürüyü önlemeye yönelik bu şuurlu politikayı dikkatle izlediler. Kıbrıs Barış Harekatı`nın arkasından silah ambargosu koydular. Buna karşı Ağır Sanayii ilan ederek savunma ihtiyaçlarımızı yurt içinden sağlama planını yürürlüğe koyduk. Bunun üzerine ekonomik ambargo uyguladılar. Buna karşılık ülkemizin döviz ve para ihtiyacını kendi imkanlarımızla nasıl karşılayacağımızın planını yapıp ilan ettik. Bütün bu hamlelerimizi yakından takip eden emperyalizm, kendi sömürüsünü devam ettirebilmek için, ne yapıp yapıp Milli Görüş`ü hükümetlerden uzaklaştırmayı kendisine hedef edindi.

İşte emperyalizmin ve Türkiye`deki uzantılarının MSP`nin geçimsizliği, uyuşmazlığı hakkındaki maksatlı propagandasının gerçek sebebi budur.

 

EVREN, SÖMÜRÜ NASIL YAPILIYOR, BİLMİYOR

Sayın Evren anılarının pek çok yerinde Türkiye`nin ekonomik durumunun bozuk olduğunu sık sık tekrarlamaktadır.

Mesela; (Anılar sayfa 182`de): "Ekonomik sıkıntı ise; petrol krizi, Amerika`nın 1975`ten beri uyguladığı ekonomik ambargo, Dünya Bankası ve IMF gibi uluslararası kuruluşların ABD paralelinde hareket ederek Türkiye`ye kredi vermemesi, dış borçların ödenmemesi ve hatta dış temsilciliklerimizdeki personelin maaşlarının zamanında ödenememesi, gittikçe büyüyen bütçe, açıkları gibi sebeplerle büyük boyutları ulaşması."

(Anılar sayfa 277): "Hükümetin başarısızlığı (1978 Ecevit Hükümeti) yalnız terörle mücadele sahasında değildi. Ekonomik durum konusunda da başarısızdı. Bunun aynası piyasa idi. Hayat pahalılığı günden güne çoğalıyor, yoklar listesine giren ihtiyaç maddeleri listesi de artıyordu. Bunların başını akaryakıt çekiyordu. Yoklar çoğalınca karaborsa da onu takip ediyordu. Resmi fiyatlar başka, satın alınan fiyatlar başka idi."

Ancak ekonomik konularda yaptığı değerlendirme ve ileri sunduğu deliller gösteriyor ki, herkesin şikayet ettiği bozukluğu ve sömürüyü, yani ekonominin ortaya koyduğu neticeleri yüzeysel olarak tespit ediyor. Fakat hiçbir zaman bu neticelerin hangi temel sebeplerden ileri geldiğini bilmiyor ve olayın tümden bir "Modern Müstemlekecilik" tatbikatı ve mevcut düzenin de bir "Sömürü Düzeni" olduğundan haberi yok. Hele bu sömürünün nasıl önlenebileceği ve "Adil Ekonomik Düzen"in nasıl kurulacağı hakkında hiçbir şey bilmediği anlaşılmaktadır.

Bu sebeple anılarının 389. sayfasında Demirel`e hitap ettiğini söyleyerek:

"Ben de kendisine, vergi kanunu gibi bir kanunu Meclis`ten geçirmesini imkan dahilinde görmediğimi, çünkü CHP esasen muhalefette olduğu için buna müspet oy vermeyeceğini, Milli Selamet Partisi`nin ise dışarıdan destek vaadetmesine rağmen bu konuda destek olmayacağını, nitekim bugüne kadarki tutumuyla bunu ortaya koyduğunu söyledim." diyor.

Ama MSP`nin, sonunda fakir fukarayı, dar ve sabit gelirli, zaten geçim sıkıntısı çeken büyük halk kitlelerini ezmekten başka bir netice vermeyen bu kabil haksız vergi kanunlarını niçin desteklemediği konusunda bir fikri olmadığı görülüyor. Bunun için ekonomik konularla ilgili bu eleştirisi de bir esasa dayanmayıp sadece önyargıdan ibarettir.

EVREN İNSAN HAKLARI KONUSUNDA DA YANILGI İÇİNDEDİR

İNSAN HAKLARI VE EVREN

Sayın Evren`in anılarının pek çok yerinde ortaya koyduğu fikir ve görüşleri kendisinin insan haklarının teminat altına alınması yerine, onları mümkün olduğu kadar kısıtlamaktan yana olduğunu göstermektedir. Yani hürriyetlerin bolluğundan sık sık bahsetmekte ve provokatörlerin yaptıkları belli maksada yönelik tertipli olayları bahane ederek masum insanların hak ve hürriyetlerinin kısıtlanmasından yana olmaktadır.

Mesela anılarının 141. sayfasında, Konya`da solculara karşı sağcıların bir yürüyüş yapacaklarını haber aldığı zaman "Asker getirdik ve askere mermi verdik. Ayrıca bir helikopter de havadan yürüyüşü takiple görevlendirildi. Yürüyüşe katılanlara şu haberi yaydık. Eğer bu yürüyüş esnasında geçen seneki gibi tecavüze varan olaylar (bir evvelki sene orduevinin önünden geçerken çirkin sloganlar atılmış) görülecek olursa helikopterden bomba ve makineli tüfekle müdahale edilecek, karadaki askerlerde de mermi vardır. Ona göre hareket edilsin." demektedir.

Elbette bir yürüyüş esnasında orduevinin önünden geçerken, orduevine karşı hangi şekilde olursa olsun saygısızlık yapılması ve çirkin sloganlar atılması hiçbir şekilde tasvip edilemez. Ancak bir kalabalığa bazı provokatörlerin karışarak böyle bir harekete kalkışmaları halinde, suçlunun yakalanarak adalete teslim edilmesi yerine, kalabalığın bomba ve makineli tüfeklerle imhasına kalkışmak da hiçbir hukuk kuralı ve temel insan haklarına saygıyla bağdaşmaz. Görülüyor ki Evren, temel insan hak ve hürriyetlerini içine sindirebilecek bir düşünce yapısına sahip değildir. Dünyanın bütün medeni ülkelerinde böyle olaylar karşısında güvenlik kuvvetleri önleyici tedbir alırlar ve göstericilere karşı basınçlı su, daha çok mecbur kalırlarsa göz yaşartıcı gaz gibi kan dökmeyen, ölüme sebep olmayan şeyler kullanırlar.

Sadece anılarda kalmamış Evren`in bu görüş ve düşünceleri 1982 Anayasası`na da yansımıştır. Bilindiği gibi bu Anayasa, insan hak ve hürriyetleri açısından asrın çok gerisinde, temel hak ve hürriyetleri kısıtlayan, ortadan kaldıran bir yapıya sahiptir.

 

DÜŞÜNCE VE İNANÇ HÜRRİYETİ

Bilindiği gibi insan haklarının en önemli bir kısmını düşünce ve inanç hürriyeti teşkil etmektedir. Bir ülkede düşünce ve inanç hürriyetinin tam ve eksiksiz olarak var olması o ülkenin en iyiyi, en güzeli bulabilmesinin temel şartıdır. Bunun için gelişmenin, kalkınmak ve ilericiliğin itici gücüdür. Düşünce ve inanç hürriyetinin tam olarak var olması demek, bu hürriyetin 4 esasının eksiksiz var olması demektir. .Bunlar:

-İfade Hürriyeti: Düşündüğünü, inandığını her türlü vasıtayla yayma hürriyeti.

-Öğrenme ve Öğretme Hürriyeti: inancını öğrenme ve başkalarına öğretebilme hürriyeti.

-Örgütlenme Hürriyeti: Aynı inanca bağlı insanların örgütlenerek el birliğiyle çalışabilmeleri hürriyeti.

-İnancını Yaşama Hürriyetidir.

EVREN ÇAĞIN ÇOK GERİSİNDE

Günümüzde toplumların ileriliği ve geriliği bu hürriyetlerin cemiyette ne derecede var oluşuyla ölçülmektedir. Çünkü toplumlar bu hürriyetlerin varlığı ölçüsünde ilerleyebilmektedir. Günümüzde büyük olaylar olmakta, Doğu Bloku ülkelerinde sınırlamalar ortadan kaldırılmakta ve tabular yıkılmaktadır. Böylece Doğu Bloku ülkeleri de daha ileri gitmenin temel şartına sahip olmayı istemektedirler.

Sayın Evren`in anıları ve hazırlattığı 1982 Anayasası düşünce ve inanç hürriyetlerine her yönden en ağır sınırlamaları getiren bir anlayış ve görüş içindedir. Bu bakımdan kendileri çağın gerisinde kalmıştır. Bu konuda tek samimi görüş Milli Görüş`tür. Zira Milli Görüş, hangi düşünce ve inanca sahip olursa olsun, herkesin yaşama, inanma ve mülkiyet haklarını devletin teminatı altına almasını esas almıştır. Bu çerçevede düşünce ve inanç hürriyetinin bütün esaslarıyla var olmasını samimi olarak isteyen ve savunan tek görüştür. Sayın Evren`in maalesef bundan da habersiz olduğu anlaşılmaktadır. Halbuki emperyalizm Türkiye`yi sömürmek istemektedir Bunun için her türlü imkanını kullanarak Türkiye`de "Sömürü Düzeni"nin kurulmasını sağlamıştır. Bu düzenin devam edebilmesi ancak hürriyetlerin kısıtlanmasıyla mümkündür. Bunun için de Demokrasi adı altında gerçekte bir "Güdümlü Demokrasi" yürütülmekte ve tatbikatta bu da dejenere edilerek tam bir "Hile Rejimi" uygulanmaktadır.

Bu sebepten dolayı emperyalizm, sömürüsünü yürütebilmek için düşünce ve inanç hürriyetini bilerek kısıtlamaktadır. Bunun için de Türkiye`de Milli Görüş`ün gelişmesini ve yayılmasını istememektedir. Sayın Evren`in anılarının 180. sayfasında: "Erbakan ise din görevlilerini veya tarikat mensuplarını önemli yerlere yerleştirmekte..." demektedir. Bu sözleri gerçeklere hem de insan haklarına ve Anayasa`ya aykırıdır. Çünkü kendilerinin de çok iyi bildikleri gibi Türkiye Cumhuriyeti Devleti`nin hangi görevine, hangi şartlara sahip vatandaşların getirilebileceği yasalarla düzenlenmiştir. Yapılan tayinlerde yasalara aykırı hiçbir hususun bulunmadığı bilinen bir gerçektir ve yine bilinen bir gerçektir ki, bizim dönemimizde yapılan tayinlerde göreve en ehil kimseler seçilmiştir ve her meslekten insanlar tayin edilmişlerdir. En ufak bir inceleme zahmetine girilirse görülür ki bizim dönemimizde göreve alınanların büyük çoğunluğu teknik elemanlardır. Ve yine şu da bir gerçektir ki, bizim görev verdiğimiz elemanların pek çoğu, Sayın Evren`in zamanında çok daha yüksek kademelere getirilmişlerdir.

Bu söz insan haklarına ve Anayasa`ya aykırıdır. Çünkü herkes inanç hürriyetine sahiptir, istediği inancı seçmekte serbesttir ve inancını açıklamak mecburiyetinde değildir. Tayinlerde ölçü yasaların koyduğu şartları taşımaktır. Bu şartlara sahip olan insanlar arasında inançlarından dolayı bir ayırım yapılamaz. Anayasa`ya göre kişiler inançlarını açıklamaya zorlanamaz ve inançlarından dolayı kınanamaz. Kanun karşısında herkes, kişi eşitliğine sahiptir.

MANEVİ KALKINMA HAMLEMİZ

Din görevlilerine gelince, evet bizim tıpkı Ağır Sanayi hamlesi gibi bir manevi kalkınma hamlesi yaptığımız da gerçektir. Bu hamle Anayasa`nın devlete verdiği görevi yerine getirmektir.

Nitekim gerek 1961 Anayasası, gerekse 1982 Anayasası vatandaşların manevi varlığını geliştirme görevini devlete vermiş ve devleti bu konuda her türlü tedbiri almakla görevli kılmıştır. (1982 Anayasası Md. 5) Ve yine vatandaşların dini ihtiyaçlarının karşılanması görevi de Devlete verilmiştir. Bu görevlerin ifa edilebilmesi için hükümet ortaklığımızda vatandaşların arzusuna uyarak ihtiyaçları karşılayacak şekilde dini bilgileri öğreten okullar açılmıştır. Böylece milletin ve ülkenin büyük bir ihtiyacı karşılanmıştır.

Demokratik bir ülkede devlet, millete hizmet için vardır. Devletin görevi, milletin isteklerini önlemek ve engellemek değil, bilakis milletin taleplerini yerine getirmektir.

Nitekim Sayın Evren zamanında hazırlanan Anayasa`da, din dersleri aynı maksatla mecburi kılınmıştır. (1982 Anayasası Md. 24) Diğer yan insan haklarının tabii bir gereği olarak İmam Hatip Lisesi mezunları üniversite giriş imtihanlarını kazığı takdirde dilediği fakülteye girme hakkına sahiptir. Din görevlilerini veya tarikat mensuplarını önemli yerlere yerleştirmekten maksat, İmam Hatip Lisesi mezunlarının yaptıkları üniversite tahsillerine ve ihtisaslarına uygun olarak muhtelif devlet görevlerinde yer almaları ise bu mevcut Anayasal düzenin, yasaların ve insan haklarının tabii bir neticesidir. Çünkü ne insan hakları açısından, ne de Anayasa ve yasalar açısından hiç kimseyi, hayat boyu belli bir meslekte çalışma mecburiyeti getirilemez. Böyle olsaydı Evren`in de, askerlikten başka bir işte çalışması mümkün olamazdı.

EVREN HUKUK DEVLETİ İLKELERİNİ HİÇE SAYIYOR

Sayın Evren`in anılarında, "Erbakan ise din görevlilerini veya tarikat mensuplarını önemli yerlere yerleştirmekte" diye bir ifadeye yer vermiş olmasının, gerçeğe, insan haklarına ve Anayasa`ya aykırılığını yukarıda belirttik. Ancak anılarda bu ifadenin kullanılmış olmasının üzerinde bir de şu bakımdan durmakta yarar görüyoruz. Evren, hala bu ifadeyle bizim laikliğe aykırı davrandığımız intibaını uyandırmak istemektedir. Bilindiği gibi 12 Eylül`den sonra bu ve buna benzer iddialarla aleyhimizde sıkıyönetim mahkemelerinde dava açtılar. Beş yıl süreyle devletin her türlü imkanını seferber ettiler. Türkiye`de bütün teşkilatlarımızın şube ve kademelerinde, ayrıca bizimle ilgili olsun olmasın, hatta cami dernekleri ve işçi sendikalarına kadar 3000`den fazla yerde aleyhimizde bir delil bulabilmek için arama yaptırdılar. Avustralya`da çalışan işçinin başka bir ülkede çalışan bir arkadaşına yazdığı özel mektuba varıncaya kadar ne buldularsa delil diye askeri mahkemelerin önüne koydular. Her türlü imkanlarını seferber ettiler. Ve bu mahkemelere her türlü baskıyı yaptılar.

Bütün bunlara rağmen yüksek yargı organlarından Askeri Yargıtay`ın kararıyla, laikliğe aykırılık iddiasının geçersiz ve tutarsız olduğu tespit edilerek MSP`nin bütün yöneticileri beraat etti. Hal böyleyken Evren`in sonradan yazdığı anılarında hala bu tür ihsas ve imalara yer vermesi kendisi adına üzülecek bir olaydır. Bu davranış yüksek yargı organlarının kararlarını ve ülkemizdeki hukuk düzenini hiçe saymak demektir. Unutulmamalıdır ki, MSP 12 Eylül`den sonra beraat eden ve meşruluğu mahkeme kararlarıyla sabit olan tek partidir

12 EYLÜL`ÜN PERDE ARKASI-1
İSMET PAŞA`NIN DIŞ GÜÇLERDEN ŞİKÂYETİ

İsmet İnönü: "Amerikalıları Türkiye`den çıkartmaya kalksak başımıza neler gelir kestiremem."

1963 yılında Rumların Kıbrıs`ta büyük bir katliama kalkışmaları üzerine Başbakan İsmet İnönü`nün konuyu müzakere için Bakanlar Kurulu`nu ilgili uzmanlarla birlikte toplayıp herkesin fikrini aldıktan sonra yaptığı konuşma pek çok neşriyatta yer almıştır. Birçok olayı aydınlatmak bakımından büyük önemi haizdir.

İsmet İnönü`nün bu konuşması şöyledir: "Daha bağımsız ve şahsiyetli dış politika izlenmesini istiyorsunuz. Herkes aynı şeyden bahsediyor. Nasıl yapacağım ben bunu? Karar vereceğim ve işi teknisyenlerime havale edeceğim. Onlar etraflı çalışma yapacaklar, teklifler hazırlayacaklar. Yapabilirler mi bunu? Hepsinin etrafında uzman denilen yabancılar dolu, iğfal etmeye çalışıyorlar, muvaffak olamazlarsa işi sürüncemede bıraktırmaya çalışıyorlar. O da olmazsa karşı tedbir alıyorlar. Bir görev veriyorum. Neticesi bana gelmeden Washington`un haberi oluyor. Sonucu memurumdan önce sefirimden öğreniyorum. Böyle mi teslim ettik biz devleti? Bana şimdiye kadar bunlar tarafından hazırlanmış, derdimize deva bir rapor göstermediler. Hepsi yasak savma kabilinden şeyler, ne yapıyorsak gene biz kendi elemanlarımız ile yapıyoruz. Peki, bu binlerce adam, "Avara kasnak" gibi dolaşmıyor. Elbette kendileri için önemli marifetleri var. İstiklal Harbi`nden sonra sulh anlaşmasında esas mücadele bu uzmanlar konusunda oldu. Yoksa hudutlar meselesi fiili bir durum idi. Tazminat işini iki devlet biz aramızda hallederdik. Bütün mücadele, idaremize tasallut yüzünden çıktı. Bir tek uzman vermek için büyük tavizler vermeye hazırladılar. Dayattık, biz onların niçin ısrar ettiklerini biliyorduk. Onlar, bizim niçin inatla reddettiğimizi biliyorlardı. Böyledir bu işler. Peygamber edası ile size dünyaları vaad ederler, imzayı attınız mı ertesi gün gelmişlerdir. Personeli gelmiştir. Üsleri gelmiştir. Ondan sonra sökebilirsen sök, gitmezler. Ancak bu meselenin üzerine vakit geçirmeden eğilmek lazım. Yoksa bağımsız dış politika güdemeyiz. Fakat zannetmeyiniz ki kolay bir iştir. Savuşturulan iki iç badire bunun yanında çok kolay kalır. Teşebbüs ettiğimiz zaman başımıza neler geleceğini kestiremem."

İsmet İnönü`nün bu sözleri emperyalizmin Türkiye`deki olayları ne derecede etkilediğini ve bağımsızlığımızın nasıl zedelendiğini açıkça göstermektedir. Sayılamayacak kadar çok belge bu acı gerçeği ortaya koymaktadır. Biz burada kütüphaneleri dolduracak çokluktaki bu belgeleri sıralayacak değiliz. Sadece bir iki misalle yetineceğiz.

 

1977 SEÇİMLERİ NİÇİN VE NASIL ÖNE ALDIRILDI?

12 Eylül`ün perde arkasında cereyan eden olayları kavrayabilmek için daha önce Türkiye`de cereyan eden mühim siyasi olayların hiç olmazsa bir kaçına kısaca bir göz atmakta fayda vardır.

1977 yılında MSP-AP koalisyon hükümetindeydik. Ocak 1977`de yapılan bir Milli Güvenlik Kurulu toplantısında, bir İstihbarat raporu okundu. Bu raporda 1 Ocak 1977`de göreve başlayan ABD Başkan Carter`a Dünya ülkelerinin durumu hakkında CIA`in verdiği rapordan pasajlar bulunuyordu.

Raporun Türkiye ile ilgili kısmında "Bu yılın Ekim ayında Türkiye`de seçim yapılacağı, CIA`in yaptığı istihbarat çalışmalarına göre bu seçimde hiçbir partinin çoğunluk alamayacağı, bu seçimin netice olarak sadece MSP`nin oylarının artmasına yarayacağı" belirtiliyordu. Normal olarak bu kabil raporlarda olayların gözlemi ve tahlili yapıldıktan sonra ikinci bölümde alınacak tedbirler kısmı bulunurdu. Sanıyorum ki biz toplantıda bulunduğumuz için raporun bu kısmı okunmadı. Ancak cereyan eden olaylardan anladık ki tedbir olarak MSP`nin daha fazla güçlenmesini engellemek için bazı tedbirler alınmıştı.

MİLLİ GÜVENLİK KURULU`NDA OKUNMAYAN TEDBİRLER

-Seçimlerin mümkün olduğu kadar erkene alınması

-Seçimlerde mükerrer (birden fazla) oy kullanılması

-Seçimlerde bütün partilerce MSP`nin hedef alınması

-Seçimlerden sonra MSP`siz hükümet kurulması gibi hususların tedbir olarak öngörüldüğü anlaşılıyor.

Bu tedbirleri uygulamak için Parlamento`da tatbiki gerekli işlemlerin imkan verdiği en erken tarih 5 Haziran olarak hesaplanmıştır. Devlet İstatistik Enstitüsü`nün seçmen yaşındaki nüfusu takriben 18 milyon olarak açıklamasına karşılık, Yüksek Seçim Kurulu, 21 milyon seçmen kartı dağıtıldığını açıklamıştır. Bütün partiler 1977 seçimlerinde laiklikten tutun da, hayali temellere kadar her vesile ile elbirliğiyle MSP`ye hücum etmiştir. Seçimlerden sonra Meclis`te en az 229 muhalif oy varken ve güvenoyu alamayacağı peşinen belli olduğu halde demokratik esaslara aykırı olarak Ecevit`e MSP`nin dışında bir hükümet kurdurulmuştur. Tabii bu hükümet güvenoyu alamamış istifa etmek zorunda kalmıştır.

İŞTE BELGELER

Şimdi 1977 seçimlerinin öne aldırılması için dış güçlerin nasıl çalıştıklarına bir göz atalım. İkaz Yayınları, "Erken Seçim Tuzağı ve Kıbrıs" adlı kitap. Sf. 45 devamında aynen:

TÜRKİYE`DE 5 HAZİRAN ERKEN SEÇİMİNİN İLK MÜJDECİLERİ

Türkiye`de 5 Haziran 1977 tarihinde erken seçim yapılması konusunda AP ve CHP`nin yetkili kurullarında uzun uzadıya müzakerelerde bulunulduktan sonra karar verilmiş olduğu ve daha sonra Meclisten geçirilerek kanunlaştırıldığı intibaı verilmiştir. Fakat biraz dikkatle geriye doğru bir, bir buçuk aylık bir zaman taranacak olursa, bunun hiç de böyle olmadığı, aslında Türkiye`de erken seçim yapılması hususunda belli dış merkezlerde kararın çok önceden alınmış olduğunu kesinlikle düşündürecek önemli deliller bulmak mümkündür.

14 Şubat 1977 tarihli Günaydın Gazetesi`nde birinci sayfadan manşetle verdiği, bir haberi beraberce dikkatle okuyalım:

"Denktaş ile Makariyos`un ikinci görüşmesine katılan BM Genel Sekreteri Kurt Waldheim dün saban Ada`dan ayrılırken bir basın toplantısı düzenledi ve Kıbrıs meselesinin çözümü için ilk defa bir şans doğduğunu söyledi."

ERKEN SEÇİMİ BİRLEŞMİŞ MİLLETLER AÇIKLIYOR

Kurt Waldheim Kıbrıs`ta 250 gazetecinin iştiraki ile düzenlenen basın toplantısında bütün Dünyaya büyük bir müjdede bulunmaktadır. Şimdi beraberce aynı gazetedeki haberin devamında Waldheim`in bu büyük müjdesini okuyalım:

Waldheim Türkiye`deki seçimlerin görüşmeleri (Kıbrıs`ı) ne şekilde etkileyeceği konusunda bir soruya şu cevabı verdi:

"BEN HERHANGİ BİR HÜKÜMET ADINA KONUŞAMAM, BİLDİĞİM KADARIYLA TÜRKİYE`DE SEÇİMLER HAZİRAN AYINDA YAPILACAK. ZAMAN BAKIMINDAN ZANNEDERİM Kİ ÇOK İYİDİR."

Şimdi soralım: Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Türkiye`de Haziran ayında seçim yapılacağını nereden biliyordu? Eğer normal seçim bahis mevzuu olsaydı, diyebilirdik ki BM Genel Sekreteri gibi yüksek bir şahsiyet bütün dünya ülkelerinde yapılacak genel seçim tarihini elbette bilebilir. Fakat BM Genel Sekreteri, Türkiye`de daha erken seçim konusunda, sadece CHP`nin erken hükümet değişikliği krizleri sert bir muhalefet tarzında devam ederken ve hele AP`nin alt veya üst ağızlarından erken seçim konusunda lehte hiçbir kelime çıkmazken, bu ifadeyi kullanabilmiştir ve bütün dünyaya mensup 250 gazeteci huzurunda Türkiye`de Haziran ayında erken seçim yapılacağını eşsiz bir kahin edasıyla müjdeleyebilmiştir.

DÜŞMAN KARDEŞLER ANLAŞIYOR

Nitekim daha sonra AP ve CHP, aralarındaki münasebet tarihinde görülmemiş bir anlaşma kabiliyeti ve görülmemiş bir acelecilik göstererek, Waldheim`in çok önceleri bütün dünyaya açıkça ilan ettiği Haziran 77 tarihinde erken seçim kararı almışlar ve BM Genel Sekreteri`nin kehanetini doğru çıkarmışlardır. Peki, Kurt Waldheim Türkiye`de Haziran ayında yani normal zamanından 4 ay önce seçim yapılacağını nereden biliyordu?

Türkiye`de Haziran ayında seçim yapılması hususunda kim, nerede, ne zaman karar almış ve BM Genel Sekreteri`ne bildirmişti? Böyle bir karar Türkiye`nin içinde mi alınmıştı?

AP ve CHP (Meclis aritmetiği itibariyle) müştereken karar vermedikçe böyle bir kararın çıkarılması imkansızdı. Ayrıca böyle bir karar ancak Meclis`ten geçirilerek alınabilirdi ki o zaman da BM Genel Sekreteri`nin böyle bir kehanette bulunması imkansız olurdu. Zira o takdirde bütün dünyadan evvel, top yekün millet fertleri böyle bir karardan haberdar olurlardı... Halbuki o günlerde hele AP, erken seçim lafını ağzına bile almıyordu.

Öyleyse, belliydi ki Türkiye`de normal zamanından sadece 4 ay önce erken seçim yapılması dışarıda kararlaştırılmış, özellikle CHP ve AP yetkililerine tebliğ edilmişti... Türkiye`de erken seçim yapılması ve bunun Haziran ayında olması kesinlikle tespit edilmişti... Aksi halde, koskoca BM Genel Sekreteri kendi kendini tehlikeye sokardı. O, "Haziran ayında Türkiye`de seçim var" diyebiliyorsa bunun mutlaka kesin olması lazımdı. (Sf. 45)

ESRARENGİZ BİR ZİYARETÇİ VE 5 HAZİRAN SEÇİMLERİNİN İÇERİDEKİ İLK MÜJDECİSİ

BM Genel Sekreteri Kurt Waldheim`in Türkiye`de Haziran ayında seçimler yapılacağı yolundaki müjde ve kehanetinden tam 10 yıl sonra ve Parlamento tarafından 5 Haziran tarihinde erken seçim kararı verilmesinden haftalarca önce CHP Genel Yönetim Kurulu üyesi ve eski Dışişleri Bakanlarından Turan Güneş tarafından ülkemizde 5 Haziran 77 tarihinde KESİN OLARAK erken seçim yapılacağı CNP bölge toplantısında ilan edilmiş bulunmaktadır. 24 tarihli gazete haberleri bunu açıkça ispat etmektedir. (Sf. 49, THA`dan alıntı)

BİRKAÇ GÜN ÖNCE TÜRKİYE`YE GELEN ESRARENGİZ ZİYARETÇİ

CHP`li Turan Güneş, tarihi demeye layık 5 Haziran erken seçim müjdesini 23 Şubat tarihinde yapmış ve bu müjde 24 Şubat tarihli gazetelerde yer almıştır.

Bu müjde tarihinden 3 gün önce yani 20 Şubat tarihinde ise yurdumuza esrarengiz olduğu kadar önemli bir ziyaretçi gelmiş bulunmaktadır. ABD Başkanı Carter`ın özel temsilcisi olarak Türkiye`ye gelen Clark Clifford, gelişinin ertesi günü resmi temaslarına başlamış ve Dışişleri Bakanı Çağlayangil, Başbakan Demirel ile Cumhurbaşkanı Korutürk`le görüşmelerde bulunmuştur. Bundan bir gün sonra, yani ziyaretinin ikinci günü 22 Şubat tarihinde ise CHP Genel Başkanı Bülent Ecevit`le bir görüşme yapmıştır. Clifford`un CHP Genel Başkanı Bülent Ecevit ile yaptığı görüşme sırasında eski Dışişleri Bakanı Turan Güneş`in de bulunduğu bilinmektedir.

Bütün bunlar şunu göstermektedir: Türkiye`de "Mümkün mertebe erken" seçim yapılması hususunda karar, beynelmilel çevrelerde çoktan alınmış, Türkiye`deki kanuni prosedürler hesaplanarak, erken seçim için en uygun zaman olarak 5 Haziran tarihi tespit edilmiş ve bu karar ilk olarak BM Genel Sekreteri Kurt Waldheim tarafından kesin tarihi bildirilmeden sadece "Haziran ayında yapılacağı" belirtilerek dünya kamuoyuna açıklanmıştır.

Bu açıklamadan belki de hayli önce, Türkiye`de erken seçim kararı alınması için gerekli tavsiye ve talimat özellikle CHP ve AP güdücülerine bildirilmiş, iş bu neticeyi Meclis çalışmaları ile tescil ettirmek üzere belli merasimlerin ayarlanmasına bunun için de henüz erken seçime yanaşmaktan kaçınan bazı AP ve CHP ileri gelenlerinin ikna edilmesine kalmıştır.

Fakat karar kesindir. Mutlaka Türkiye`de erken seçim yapılacaktır. (Sf. 50)

YENİ CIA BAŞKANI GİZLİCE TÜRKİYE`Yİ ZİYARET EDİYOR VE GARİP BİR TESADÜF

AP saflarında henüz erken seçim konusunda lehte bir tavır bile bulunmadığı buna mukabil CHP`li Turan Güneş tarafından 5 Haziran tarihinde kesinlikle erken seçim yapılacağı tarzında pek dikkatleri çekmeyen ve kimsenin üzerinde durmadığı beyanat yapıldığı günlerin kovalamacası içinde Türkiye`ye gizlice esrarengiz bir ziyaretçi daha gelmiş, Demirel ve bazı yetkililerle görüştükten sonra, yine geldiği gibi, sessiz sedasız, daha doğru tabiriyle gizlice Türkiye`den ayrılmıştır.

Bu esrarengiz ziyaretçi ile ilgili haber 1 Mart tarihli Türkiye`nin en yüksek tirajlı ve aktüalite haberleri bakımından en becerikli gazetesinden alınarak aynen aşağıya konulmuştur.

Bahsini ettiğimiz esrarengiz ziyaretçi, NATO Güney Avrupa Kuvvetleri Komutanlığı görevinden alınarak, CIA Başkanlığı`na getirilen General Turner, dünya politikasında son derece önemli bir zattır. CIA`in yeryüzünde ne işler çevirdiğini ve gücünü ise tarife bile lüzum yoktur.

ESRARENGİZ VEDA

Yeni CIA Başkanı General Turner`in Türkiye`yi ziyaret sebebi olarak haberde veda gösterilmektedir. Peki şimdi soralım... Eski NATO Komutanı yeni CIA Başkanı General Turner veda ziyareti için Türkiye`ye gelmişse, niçin gizlice gelmiş, gizlice gitmiştir? Niçin Kıbrıs için kesif faaliyetler yapıldığı bir dönemi seçmiştir? Yetkililerle ayrı ayrı neler görüşmüştür? Eski olsun, yeni olsun yüksek seviyede bir NATO komutanının Türkiye`yi ziyareti merasimlik bir hadisedir. O halde niçin gelişi ve gidişi efkar-ı umumiyeden (kamuoyundan) gizlenmiştir? Kendisi Türk makamlarından emir alan bir kimse midir ki görevinden ayrılması dolayısıyla Türkiye`de yetkililere veda ziyaretinde bulunmuştur? Bir veda ziyaretinin gizlenmesine lüzum var mıdır? NATO deyince sadece Türkiye mi vardır? Başka NATO ülkelerine ki bunlar 14 kadardır ayrı ayrı veda ziyaretlerinde bulunmuş mudur?

Tabii ki bu sorulara gerçek ve inandırıcı cevap bulmak mümkün değildir.

Eski NATO komutanı yeni CIA Başkanı General Turner`in Türkiye`yi ziyaretinin son derece esrarengiz olduğu açıktır. Hele Clifford`un Türkiye`ye yaptığı önemli ziyaret günleri akabinde yapıldığı düşünülecek olursa, bu esrarengiz ziyaretin mana ve öneminin daha da artacağı aşikardır. (Sf. 53)

GARİP BİR TESADÜF AP ERKEN SEÇİM ÖNERGESİNİ PATLATIYOR

Yeni CIA Başkanı eski NATO Güney Avrupa Kuvvetleri Komutanı General Turner`in gizlice Türkiye`yi ziyaret edişi haberi 1 Mart tarihli Hürriyet Gazetesi`nde çıkmıştır. Garip ve manalı bir tesadüf olarak bundan tam bir gün sonra yani 2 Mart tarihinde ise AP`in erken seçim önergesinin patlatıldığı haberini görmekteyiz. Patlatıldığını diyoruz çünkü AP o güne kadar erken seçim konusunda tamamen aleyhte tavır içinde görünmekte ve erken seçim sözünü böyle bir şeyi reddeder tavır içinde ağzına almamaya devamdadır. (Sf. 55)

Görülüyor ki emperyalist güçler kendi istedikleri gibi çözüm ve netice elde edebilmek için, bizim yetkili organlarımızın meseleleri gündeme getirerek görüşmelerinden çok önce kararlar almakta, bu kararları çeşitli yollarla ilgililere empoze etmekte, böylece içişlerimize karışmakta, neticede arzularını gerçekleştirmektedirler.

Erken seçim olayında da, dış güçlerin gayeleri MSP`yi Meclis, eğer bu mümkün olmazsa hükümetin dışında bırakarak hem ağır sanayi hamlesini engellemek, hem de Kıbrıs`ta Yunanlıların arzusuna uygun bir çözüm bulabilmekti. Yabancıların gelerek Ecevit ve Demirel`le görüşmelerinden bir gün sonra Meclis`e erken seçim önergesi verilince durum bütün açıklığıyla ortaya çıkmıştı.

MİLLİ GAZETE