ANKARA
Suriye'de Beşşar Esed rejiminin Doğu Guta'da yaptığı saldırıyla bir kez daha dünya gündemine gelen kimyasal ve biyolojik silahlar, uzmanlar tarafından "fakir ülkelerin atom bombası" olarak nitelendiriyor.
Basit laboratuvarlarda yüzlerce farklı türde üretilebilen zehirli kimyasal ve biyolojik silahlar, tarih boyunca birçok savaş ve saldırıda kullanıldı.
İlk olarak MÖ 600'de Atina ordusu tarafından Kirra şehrinin kuşatılmasında kullanılan kimyasal ve biyolojik silahlar, birçok ülke tarafından 1. ve 2. Dünya savaşlarında da çok sayıda kişinin yaşamına mal oldu.
İran-Irak Savaşı esnasında Irak'ın Halepçe kentinde uçaklardan hardal, sarin ve VX gazı ile türevleri atıldı.
Son olarak da geçen hafta sonu Suriye'nin Doğu Guta bölgesine düzenlenen kimyasal saldırıda aralarında çocukların da bulunduğu 78 kişi hayatını kaybetti.
Kimyasal ve biyolojik silahlar sadece insan hayatını almakla kalmayıp, arkasında çevreye, doğal kaynaklara ve gelecek nesillere de ciddi hasarlar bırakıyor.
Zehirli gaz ve bileşimlerin kullanılmasının yasaklanması ya da denetlenmesine yönelik uluslararası alanda birçok girişim yapılsa da Suriye'de olduğu gibi bazı ülkeler bu silahları üretmek, depolamak ve kullanmakta ısrarcı davranıyor.
"Kimyasal ve biyolojik silahlar fakir ülkelerin atom bombasıdır"
Ankara Üniversitesi Öğretim Üyesi ve Adli Bilimciler Derneği Başkanı Prof. Dr. İsmail Hamit Hancı, AA muhabirine yaptığı açıklamada, kimyasal ve biyolojik silahların konvansiyonel silahlardan üretim ve etki açısından farklarını değerlendirdi.
Hancı, "Kimyasal ve biyolojik silahlar fakir ülkelerin atom bombasıdır. Bir kimya laboratuvarınız ve birkaç kimyacınız varsa kimyasal silahı kolayca üretebilirsiniz. Biyolojik silah için de bir mikrobiyoloji laboratuvarı ve bir tane mikrobiyolog olması yeterlidir." dedi.
Konvansiyonel silahların, kimyasal silahlara göre daha etkili olduğuna dikkati çeken Hancı, "İki tane füzeyle bir şehri yok edebilirsiniz. Nükleer olmasa bile bu füzelerle çok ciddi etkiler yaratabilirsiniz. Fakat kimyasal silahlar konvansiyonel silahlara entegre edilebilir, füzelerin başlığına konulabilir, uçakla ya da helikopterle spreyleme yapılabilir, suların içine karıştırılabilir. Sulara konulan kimyasal toksin ve silahlarla bir şehri zehirleyebilirsiniz. Üstelik bir kimya laboratuvarınız ve birkaç kimyacınız varsa kimyasal silahı kolayca üretebilirsiniz. Bir mikrobiyoloji laboratuvarınız ve birkaç mikrobiyoloğunuz varsa da biyolojik bir silahı kolayca üretebilirsiniz." ifadesini kullandı.
Hancı, kimyasal ve biyolojik silahların "alışılageldik" silahlardan farklı bir biçimde özellikle insan psikolojisi üzerinde etkisi bulunduğunu belirterek, "Kimyasal silahlar, tanktan bombadan daha çok panik yaratır. Bu silahlar daha az bilinir oldukları için halk içinde ciddi bir korku yaratır. Çünkü nasıl korunacaklarını bilemezler. İlk defa karşılaştıkları bu tarz bir silah onları dehşete düşürür. İşte bu yüzden askerlere, sağlıkçılara çok ciddi ve profesyonel bir eğitim verilmesi gerekir." görüşünü savundu.
Hancı, biyolojik silahların kimyasal silahlardan daha tehlikeli olduğunun altını çizerek, mikroorganizmaların kolayca çoğalabilme özelliği dolayısıyla küçük bir dozun bile büyük bir şehri yok edebileceğini, insanları yorgun ve enerjisiz bırakarak ekonomik ve sosyal hayatı ciddi oranda tahrip edebileceğini vurguladı.
Hancı ayrıca üretilen bir kimyasal silahın yok edilmesinin konvansiyonel silahlar kadar kolay olmadığını, bürokratik ve teknik çalışmalar, izinler gerektirdiğini söyledi.
ZİRAİ ÜRÜNLERE KARŞI YAPILAN KİMYASAL TERÖR: AGROTERÖRİZM
Hancı, kimyasal ve biyolojik silahların kullanımı ve üretiminin yeni olmadığına dikkati çekerek, şunları kaydetti:
"İnsanlık tarihinde biyolojik silah, Ortaçağda bile kullanıldı. Vebalı cesetler, sıtma bulaştırmak için mancınıklarla kalelerin arkalarına atılıyor. Amerika'da yerlilere kızamık ve çiçek hastalığından ölmüş kişilerin battaniyeleri satılıyor. Korkunç bir katliam oluyor. Anadolu'da savaşlarda "deli bal" kullanılıyor. İçinde zehirli bir toksin var. İstilaya gelen ordunun yoluna koyuluyor ve bunu yiyen düşman kuvvetleri grayanotoksin zehirlenmesi ile ölüyor. Kimyasal silahlar ise özellikle Birinci Dünya Savaşı'nda çok sık kullanılıyor ve sonrasında oldukça geliştirildiği görülüyor."
Kimyasal ya da biyolojik saldırılarda hedefin sadece insan olmadığını dile getiren Hancı, "Kimyasal ve biyolojik silahlarla bitki örtüsü de hedef alınıyor. Çeşme'de ve Karadeniz'de rastlanan meyve ağaçlarının kuruması da bu riske örnek gösterilebilir. Bunlar 'agroterörizm' yani zirai ürünlere karşı yapılabilen terör saldırılarıdır. Kimyasal silahlar gıda ürünlerine de yapılabilir, hayvan ve bitkilere de. İnsanları bu şekilde aç bırakarak yapılan saldırılar dikkat de çekmez. Bu yüzden bu tarz saldıralara karşı daha dikkatli olunmalıdır. Savaş zamanında olmasa bile bitki örtüsünü ve doğayı yok ederek bir topluma bütüncül zararlar verebilirler." açıklamasında bulundu.
Hancı, kimyasal silahlardan korunma ve saldırı sonrası sürece ilişkin, "Gaz maskesi kullansanız bile kimyasal silahlar ciltten de emilebiliyor, gıda ve su yoluyla da etki gösteriyor. Saldırı sonrasında çok donanımlı ve eğitilmiş yetkililere ihtiyacımız var. Örneğin Halepçe'de hastaneye getirilen askerlerin üzerine sinen hardal gazı onlarca yüzlerce kilometre uzaktaki hastanedeki sağlık personelini zehirledi. Bu yüzden sağlıkçıların özellikle ilk müdahale için çok iyi eğitilmesi gerekiyor." diye konuştu.
AA