Üstad Bediüzzaman Said Nursi hakkında önemli tespitlerde bulunan bölgenin tanınmış âlimlerinden Molla Muhammed Beşir Varol, bir dava adamı olan Bediüzzaman'ın İslam akidesine önem verdiğini vurgulayarak, vesveselere karşı her Müslümana Risale-i Nur'u tavsiye ettiğini söyledi.
Üstad Bediüzzaman'ın, ümmeti tekrar toparlamak ve eski gücüne getirebilmek için İslam akidesine çok önem verdiğini aktaran Varol, "Gerçekten İslam ümmetinin akidesini büyük çapta bozdular. Müslümanlar ile Kur'an arasına mesafe koyabildiler. Şu anda bu hüsran, bu perişan, bu devletsiz ve halifesiz halimiz Kur'an'la aramıza mesafe konulmasındandır. Üstad Bediüzzaman, baktı ki ümmetin akidesi zayıf kaldığı için mağlup olmuşlar. Öğrendi ki eğer o akide güçlendirilmezse Müslümanlar tekrar eski imanlarına sahip olmazlarsa Avrupalılara karşı galip gelemezler. Onun için akideden başladı ve akideye önem verdi. Kastamonu lahikasında 'Belki bin yıldan beri cevapsız kalan soruların cevabıdır Risale-i Nur.' Risalede bir vesveseye karşı bir değil, bin cevap var. Ben şahsımda bunu görünce her Müslümana Risale-i Nur'u tavsiye ediyorum. Gerçekten Risale-i anlayarak okuyan ile şeytan onunla baş edemez. Öyle güçlü bir imana sahip oluyor ki insan artık kâinatta da meydan okuyabiliyor. Elhamdülillah biz şu an kâinatta meydana okuyabiliyoruz. Ne ölümden, ne zindandan, ne de hicretten korkmuyoruz. Rabbimizden başka hiç kimseden korkumuz yok. Bu sağlam akidenin neticesidir." dedi.
"Üstad Bediüzzaman bir dava adamıydı"
Üstad Bediüzzaman'ın bir dava adamı olduğunun dile getiren Varol, şunları söyledi: "Üstad Bediüzzaman dava adamıydı. Davaya çok önem veriyordu. Her şeyi davaydı. Babasını, annesini ve kardeşlerini terk etmişti. Kendini tümüyle davasına vermişti. Van'da bulunduğu sıralarda, inzivaya çekildiği mağaradan düşerken, 'ah davam' diyor. Aklına gelen tek şey davasıydı. Onun davası her şeyden daha azizdi. Tümüyle ömrünü, hayatını, malını, her şeyini davasına feda etmişti. Dünyaya hiçbir yatırımı yoktu. Bütün dünyası bir çantada, torbadaydı. O torbada bir bardak, bir kaşık, bir de çaydanlık vardı. Onun malı mülkü hepsi buydu. Şehit rehberde üstadın bu hayatından ders almıştı. Onun da her şeyi davasıydı. Davadan başka aklında hiçbir şey yoktu. Şehit rehberin yanında insan bin yıl kalsaydı, dava ve davanın problemleri dışında, Müslümanların dertlerinden başka hiçbir şey konuşulmuyordu. Hep davadan konuşurdu. Ümmetin derdinden konuşuyordu. Ümmeti nasıl tekrar eski gücüne getirebileceğinin hesabını yapıyordu. Çünkü Üstadın talebesiydi."
"Üstad Bediüzzaman hürriyette çok önem veriyordu"
Üstad Bediüzzaman'ın hürriyette çok önem verdiğinin altını çizen Varol, gerçek mümin her şeyden vazgeçebildiğini ama hürriyetten ve özgürlükten asla vazgeçemediğini ifade etti.
Varol, "Üstad Bediüzzaman hürriyete çok önem veriyordu. Kur'an-ı Kerim'de, '...İzzet, Allah'ın, Resulü'nün ve müminlerindir. Ne var ki münafıklar bunu bilmezler.' buyuruyor. Ne kadar Müslümanlar bedenleri esir olsa da ruhları özgürdür. Onun için Üstad Bediüzzaman diyor, 'Ben ekmeksiz ve susuz yaşarım ama hürriyetsiz yaşayamam.' Hakikaten mümin her şeysiz olabilir, her şeyden vazgeçebilir ama hürriyetten ve özgürlükten vazgeçemez. Çünkü İzzet onların hakkıdır. Müslümanlar hiçbir zaman zalimlere ve kâfirlere baş eğmezler. Müslümanlar özgürdürler. Ayaklarını zincire vursalar, yine ruhları özgürdür. Ama münafıklar öyle değil. Münafıklar zahiren dünyanın padişahı olsalar bile ruhları esirdir. İşte Üstad Bediüzzaman bu özgürlük için çok büyük bedeller ödemiş. Ruslara esir düştüğü zaman bunu ispatlıyor. Büyük tehlikeleri göze alarak, bu esaretten kaçmış. Üstad Bediüzzaman hiçbir zaman zalimlere baş değmemiştir ve her yerde hakkı dobra dobra söylemiştir. Üstad Bediüzzaman özgür ruhluydu." diye konuştu.
"Üstad Bediüzzaman Cumhuriyetçiydi ve istişareye çok önem veriyordu"
Üstad Bediüzzaman'ın Cumhuriyetçi olduğu hatırlatmasında bulunan Varol, istişareye çok önem verdiğini belirterek, sözlerinin şöyle sürdürdü:
"Üstat Bediüzzaman cumhuriyetçiydi. İslam fıkhında Peygamber hayattayken içtihat yoktu. Âlimler içtihat edemezdi. Ancak Peygamberden uzak olanlar, Peygamber Efendimiz onlara içtihat izni vermişti. Eğer ulemaların çoğu bir tarafta toplansa artık söz onlarındır. Azınlıkta kalan ulemaların sözü pek geçerli değil. Onların içtihadı pek geçerli değil. Güçlü olan Cumhurun görüşüdür. Her hususta istişarede de öyledir. Üstad Bediüzzaman bu İslam fıkhında aldığı ders, hep cumhura taraftardı. Ümmetim çoğunluğuna taraftar oluyordu. Yani uç şeylere Üstad Bediüzzaman tenezzül etmiyordu. Onun için Cumhuriyeti ve istişareyi de daima tavsiye etmiştir. Meşrutiyet zamanında da meşrutiyette taraftar olduğu sebebi meşrutiyette istişare vardı. İstişare olduğu için de Üstad Bediüzzaman da o meşrutiyetin güzel yönüne taraftar olmuştu. Ama meşrutiyetti kötü kullananların o kötü amaçları sonra da ortaya çıkınca, Üstad Bediüzzaman onlardan kendini teberi edip, onlara karşı mücadele başlattı."
"Üstad Bediüzzaman Ümmetin tüm dertleriyle dertlenen bir cemaat kurmaya çalışıyordu"
"Üstad Bediüzzaman cemaate çok önem veriyordu. Cemaat İslam'da çok önemi var." diyen Varol, "Kâinatın sahibi zaten Kur'an-ı Kerim'de, 'Hep birlikte Allah'ın ipine sımsıkı sarılınız, sakın ayrılığa düşmeyiniz, Allah'ın size bağışladığı nimeti hatırlayınız...'beyan ediyor. İnsanlar tek tek fert olarak Allah'ın ipine sarılamaz. -Sarılsa da boştur- Çünkü, kâinatın sahibi 'topluca, cemaatçe Allah'ın ipine sarılın.' diyor. İşte Bediüzzaman da bu ayetlerden aldığı ders, hep cemaati tavsiye ediyordu. Bu asır, cemaat asırdır. Çünkü Avrupalılar, kâfirler; örgütler, devletler ve büyük koalisyonlar kurarak, Müslümanların üzerine geliyorlar. Birleşmiş Milletler, NATO gibi çok kuruluşları vardır. Hepsi beraberce İslam ümmeti üzerine geliyorlar. Bunun için Üstad Bediüzzaman, 'Ümmet tek vücut haline gelmeden, cemaat olmadan, cemaatle hareket etmeden, bu Avrupalıların büyük güçlerine karşı çıkamazlar.' diyor. Onun için Üstad Bediüzzaman Risale-i Nur cemaatini bir cemaat olarak ortaya çıkarmış. Risale-i Nur cemaati değil ki birkaç tane insan geliyor bir araya. Birkaç ders Risale-i Nur okurlar. Ümmetin hiçbir dertleriyle dertlenmeyerek, herkes kendi evlerine giderler. Üstadın kurduğu cemaat böyle değildir. Üstadım kurduğu cemaat, üstadın çalıştığı, üstadın hareketi; ümmeti tekrar halife sahibi kılmaya çalışmak, ümmeti tekrar ayağa kaldırmaya çalışmak, tek vücut haline getirmeye çalışıyordu. Üstadın amacı buydu. Ümmetin bütün dertleriyle dertleniyordu. Bütün ümmetin dertleriyle dertlenen bir cemaat kurmaya çalışıyordu. O cemaati de Kur'an-ı Kerimin söylediği tabirle Hizbullah cemaatidir. Üstat Bediüzzaman Şualar adlı eserinde, 'Biz gerçek anlamda bir Hizbullah cemaati olmadığımız için, kâinatın sahibi onların eliyle bizi tokatlıyor.' diyor. Daha o zaman Üstad Bediüzzaman böyle güçlü bir hareketti kurmaya çalışıyordu." dedi.
"Üstad Bediüzzaman izzette önem veriyordu. İslam âlimleri böyle olmaları gerekiyor"
Üstad Bediüzzaman'ın iman izzetine çok önem verdiğinin altını çizen Varol, yaşantısıyla ve duruşuyla İslam'ın izzetini ve İslam âlimlerinin izzetini muhafaza ettiğine dikkat çekerek, İslam âlimlerinin böyle olmaları gerektiğini ifade etti.
Varol, "Üstad Bediüzzaman izzette, iman izzetine çok önem veriyordu. Ruhu çok azizdi. Rus Harbi'nde esirken, Rus komutana geçerken bütün esirler ayağa kalkıyor. Ama Bediüzzaman ayağa kalkmıyor. Bediüzzaman Rus komutana, 'Bir İslam âlimi, bir kâfirin karşısında ayağa kalkamaz.' diyerek, izzetini muhafaza etmiştir. İslam ulemasının izzetini korudu. Birçok yerde üstad bu imanı izzeti korumuş ve muhafaza etmiştir. İslam âlimleri böyle olmaları lazım ve arihte de hep böyle olmuşlardır. İbni Teymiye'ler gibi. O günkü sultanlar, onlara çok eziyet etmiş, zindanlara atmışlar. İstemişlerdir ki onlara baş eğsin. Ama bir türlü onlara baş eğmemiş ve hakkı dobra dobra söylemiştir. İşte o şekilde İslam âlimlerinin izzetini muhafaza etmişlerdir. İmam Nebevi gibi, İzzettin bin Abdüsselam gibi, İmam Ahmet gibi, Said bin Cübeyr gibi, Üstad Bediüzzaman Elhamdülillah bunlardan biridir. Seyyid Kutup, Hasan El Benna gibi. Bu tür âlemlerin vasıtasıyla bu ümmet ayakta kalabilmiş ve bu din muhafaza edilmiştir. Her gün zalimlere dört köşe olanlar, zalimlerden korkanlar, hiçbir zaman İslam âleminin kimliğini kazanamamışlar. Hiçbir zaman da ümmete bir izzet getirememişler." ifadesini kullandı.
"Üstad Bediüzzaman hakkı dobra dobra söylemeye talipti"
"Üstad Bediüzzaman hakkı dobra dobra söylemeye talipti. Her meydanda, nerede hakkı söylemeyi icap etmişse en tehlikeli zalimlere karşı, hakkı dobra dobra söylüyordu." diyen Varol, sözlerine devamla, "'Hazreti Peygamberin bu hadisinden cesareti almıştı. 'Şehitlerin en efdalı Hamza'dır. Zalim sultana karşı hakkı dobra dobra söyleyendir.' Üstad Bediüzzaman hayatında hiçbir zaman hakkı gizleyememiştir. En tehlikeli yerlerde bile hakkı dobra dobra söylemiştir." dedi.
Varol, üstad Bediüzzaman'ın ihlas yönüne de dikkat çekerek, Üstad Bediüzzaman ihlasa çok önem verdiğini, İhlas Risalesini okuyanlar, üstadın ne kadar ihlası tavsiye ettiğini göreceklerinin belirtti.
"Üstad Bediüzzaman ümmetin maslahatına çok önem veriyordu"
Üstad Bediüzzaman'ın ümmetin maslahatına çok önem verdiğine dikkat çeken Varol, sözlerini şöyle sürdürdü: "Üstad Bediüzzaman ümmetin maslahatın da çok önem veriyordu. O da 'Ümmetin derdiyle dertlenmeyen bizden değildir.' hadisinden ders almıştı. Âlimin en başta vazifesi ümmetin derdiyle dertlenmektir. Çünkü Peygamber Efendimizin en önemli vazifesi ümmettin derdiyle hep dertleniyordu. Kendini aç bırakıp, onları tok ediyordu. Her tehlikede en önde o koşuyordu. Bütün enbiyalar böyleydi. İşte gerçek Enbiyaların, gerçek varisleri böyledir. Onlar, hep ümmetin derdiyle dertleniyorlar. Mesela baktı ki Kürt halkı, bölgemizde çok cehalet yaygındır. Onlar, bu cehalet yüzünden çok şeylerden mahrum kalıyorlar. Çok geri kalıyorlar. Üstad Bediüzzaman, ilk başta bu halkın, bu milletin ayağa kalkması için ve onları ileriye götürebilmesi için, diğer milletlerden geri kalmamaları için, ilk başta Medresetüzzehra kurmayı kafasına koymuş ve onun için İstanbul'a gitmiş. İstanbul'a gitmiş Medresetüzzehra için çapalamış. Her şeyden fazla kendi milletinin, halkının, maslahatını istemiş. İslam âlimleri böyle olmaları lazımdır. Kendi halklarına, Resulüllah'ın ümmetine, Müslümanlara sahip çıkmazsalar, kim sahip çıkacak? Peygamberlerin, evliyaların en başta görevleri budur. Ama maalesef âlimlerimizin birçoğu böyle halka, Müslümanlara, ümmete sahip çıkmadılar. İslam memleketlerine sahip çıkmadılar. Yeterince onlar için kendini tehlikeye atmadılar. Tehlikeyi göze almadılar. Birçok basit şeylere, bir kaç kuruş paraya tenezzül ettiler. Ümmet de işte bu hale geldi."
"Üstad Bediüzzaman eğitime çok önem veriyordu"
Üstad Bediüzzaman'ın eğitime verdiğini vurgulayan Varol, "Üstad Bediüzzaman eğitime çok ehemmiyet ve önem veriyordu. Kürtlerin o aşiretlerini, kabilelerini, köylerini gezmiş. Onlara anlatmış, izahat yapmış. O zamanki siyaseti, şeriatı, ahkâmları, A'dan Z'ye kadar ne varsa o zaman ki Müslümanlara anlatıyordu. Sadece namazı değil, ümmet nasıl aziz olur, tekrar nasıl eski gücüne kavuşuyor, nasıl ayağa kalkar, her konuyu Müslümanlara izahat ediyordu. En ücra köylere bile gidiyordu. Onlara anlatıyor, uyandırıyordu ve onları aydınlatıyordu. Dert ediniyordu. Eğer bu şekil Seydalarımız, âlimlerimiz köy köy, ev ev gezmeseler, insanlara anlatmazsalar, bu zamanın asrını, bu zamanda ne gerektiğini Müslümanlar nasıl ayağa kalkacak? Bu zamanki hastalıklar, bu zamanın ki sorunlara cevap verilmezse bu ümmet nasıl ayağa kalkar? İşte herkes Üstad Bediüzzaman gibi bu işi, bu meseleyi dert etseydi, ümmetin terbiyesini, eğitimini dert etseydi, şu anda ümmet böyle perişan olmazdı." dedi.
"Üstad Bediüzzaman tebliğe çok önem veriyordu, hiçbir şey onu tebliğden alıkoyamıyordu"
Son olarak Üstad Bediüzzaman'ın tebliğe verdiği öneme değinen Varol, hiçbir şeyin üstadı tebliğden alıkoyamadığını belirtti.
Varol, "Üstad Bediüzzaman tebliğe çok önem veriyordu. Sürgün ediyorlardı bir dağ başına, bir köye, Kastamonu'nun köylerine. Onu zindanlarda tek hücreye atıyorlardı. Ama bir türlü onu, ümmeti aydınlatmaya ve tebliğ etmekten alıkoyamıyorlardı. Mutlaka bir yolunu bulup, kendi mesajlarını, İslam davasını ümmete ulaştırıyordu. Aklını çalıştırıp bir yolunu buluyordu. Hiçbir şey onu tebliğden alıkoyamıyordu. Cezaevlerinde kâğıt olmadığı için sigara paketlerinin üzerinde mektuplarını yazarak, bir şekilde dışarıdakilere ulaştırıyordu. Müslümanlar işte bu şekilde olmaları lazımdır. Şu an her şey serbest ama biz aciziz ki gidip bir arkadaşımızı, bir komşumuzu ziyaret edip de İslam davamızı onlara anlatmıyoruz. Biz nasıl bu şekilde iflah oluruz? Bu şekilde nasıl bu küfre karşı galip gelebiliriz? Müslümanlar büyük zatlardan ve büyük üstadlardan ders almaları lazım. Sadece üstadın ve zatların eserlerini okumak yetmiyor onunla amel etmek lazım. Müslümanlar böyle büyük zatlardan, büyük üstadlardan ders almaları lazım. Üstadın hayatını okumak, sadece okumak için değil, bununla amel etmek lazım. Şu an biz gece gündüz Allah'ı övsek, ama Allah'ın Kur'an'ına göre hareket etmezsek, amellerimizi, hayatımızı, hareketimizi Kur'an'a göre ayarlamazsak bu bizi kurtarmaz. Hazreti Peygamber'i sürekli methetsek, ama sünnet-i seniyyesine tabi olmazsak, o bizi kurtarmaz. Üstad çok âlimdi, çok büyüktü, rehberdi desek ama hayatımızda Risale-i Nur'u tatbik etmezsek, üstadın yaptığı tebliği gece gündüz tebliğ etmezsek, o övgüler bize bir fayda getirmez. Böyle kuru kuru övgüler boştur. Eğer yaşarsak, işte o zaman değer kazanıyor. İnsan övdüğü insana tabi olsun. Ona uysun, hayatını ona göre ayarlasın." şeklinde konuştu. (Şükrü Tontaş-İLKHA)