Partisinin Kayseri 1'inci Olağan İl Kongresinde konuşan HÜDA PAR Genel Başkanı Zekeriya Yapıcıoğlu, iç ve dış gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

HÜDA PAR Kayseri 1'inci Olağan İl Kongresi HÜDA PAR Genel Başkanı Zekeriya Yapıcıoğlu'nun katılımıyla Kocasinan Belediyesi Mevlana Semt Konağı'nda gerçekleştirildi. Tek listeyle gidilen seçimde mevcut başkan Mehmet Çalhan, güven tazeleyerek tekrar Kayseri İl Başkanlığına seçildi.

Kongrede birçok konuya temas eden HÜDA PAR Genel Başkanı Zekeriya Yapıcıoğlu, partisinin adalet anlayışını, Filistin'deki 'Toprak Günü' protestosunu, memleketteki iç sorunlar, son dönemlerde artan İslam düşmanlığı, aile kurumundaki çatırdayışlar, 15 Temmuz'un yansımaları ve gençliği bekleyen tehlikelerden uyuşturucu illetine dair değerlendirmelerde bulundu.

Müslümanların iç sorunlarla uğraşmaktan, ümmeti etrafında toplayabilen Kudüs ve Mescid-i Aksa davasının bile gündemlerine alamadığına dikkati çeken Yapıcıoğlu, siyonist katil çetelerinin 20'ye yakın Filistinliyi şehit ettiğini, binin üzerinde kişiyi de yaraladığını söyledi.

Yola çıktıkları günden bu yana 'Dürüst Siyaset Gerçek Adalet'i şiar edindiklerini, dünyanın dört bir köşesinde ve memlekette aşılması gereken engellerin çok olduğunu söyleyen Yapıcıoğlu, "Dünyanın dört bir tarafından zulümlerin devam ettiğini, bu zulümleri kaldırması gerekenlerin zalimi bırakıp birbirleriyle uğraştıklarını hep müşahede ettik. Maalesef bugün de manzara çok farklı değil. Öyle bir hale geldik ki, kendi iç sorunlarımızla uğraşmaktan ümmeti kendi etrafında toplayabilen meselelerden birisi olan Kudüs ve Mescid-i Aksa davası bile gündemimizde değil. Daha birkaç gün önce 'Toprak Günü' olarak isimlendirdikleri 42 yıl önce yapılan katliamın yıl dönümünde Filistin'de kardeşlerimiz bir protesto yürüyüşü düzenlediler. Tekrar siyonist katil çeteleri, onların üstüne kurşun yağdırdılar. Tekrar 20'ye yakın kardeşimizi şehit ettiler binin üzerinde yaralımız var. Suriye 7 yıldan beridir mütemadiyen bombalanıyor. Can kayıpları milyona yaklaştı, belki de aştı. Coğrafyamız bu halde iken bizler ne yapıyoruz." dedi.

"Türkiye'de on yıllardır süren sorunlarımız, devam eden problemlerimiz var"

Dışarıdan gelecek olan tehlikelerin görülmediğini söyleyen Yapıcıoğlu, "Türkiye'de on yıllardır süren sorunlarımız, devam eden problemlerimiz var. Kayseri gibi dindarlığı ile bilinen; inancına bağlı bir şehirde bile eğer insanlarımız ahlaki çöküntüden şikâyet eder hale gelmişse gerisini siz düşünün. Niçin bu haldeyiz? Niçin bir çıkış yolu bulamıyoruz? Neden bizi bir bataklığın ortasına ittirdiler de, oradan çıkmak için el ele tutuşmak gerekirken o bataklığın içinde bizi batıracağını bildiğimiz halde kavga ediyoruz? Birbirimizin üzerine basıyoruz. Bir birimizin hakkını hukukunu çiğnemeye devam ediyoruz. Bindiğimiz gemi su alıyor batacak, biz halen dünyalık toplama derdindeyiz. Etrafımıza ördüğümüz o muhkem kardeşlik surlarının taşları bir bir sökülüyor birileri tarafından. Kendi şahıslarına, ailelerine veya yakınlarına köşkler inşa etmek için etrafımızdaki surların duvarlarını yıkanlar var. Biz hala dışardan gelecek olan tehlikeleri görmüyoruz, taşlar bitmeden biz de bir köşk inşa edelim derdindeyiz." ifadelerini kullandı.

"Toplumun ana yapı taşlarından olan aile çökerse, toplum binası çöker"

Gittikçe evlilik oranlarının düştüğünü, boşanma oralarının ise hızla yükseldiğinin altını çizen Yapıcıoğlu, "Değerli dostlar manzara gerçekten çok iyi değil, hem içerde hem de dışarda ürkütücü bir tablo var. Memlekette aile kurumunun çatırdadığını görüyoruz. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) her sene istatistik yayınlıyor. Her sene özellikle aile kurumuna ilişkin istatistiklere dikkatle bakıyoruz, çünkü biz biliyoruz ki, toplumun ana yapı taşlarından olan aile çökerse, yani duvarlardaki taşlar yerinden sökülürse o bina ayakta kalamaz, toplum binası çöker. O yüzden pür dikkat bu tabloları izliyoruz. Maalesef her sene biraz daha kötü bir tabloyla karşılaşıyoruz. Memleketimizde gittikçe evlilik oranları düşüyor, boşanma oraları hızla yükseliyor. Her 10 evlilikten 4 tanesi boşanmayla sonuçlanıyor. Bunların yarısından fazlası evliliğin ilk 5 yılı içerisinde gerçekleşiyor. Evlenme yaşı gittikçe yukarılara çıkıyor ama öte yandan fuhuş ve cinsel saldırı gibi suçların sayısında sürekli yükselme olduğunu görüyoruz." dedi.

"Toplumsal ahlakı çökertmeye çalışanlar evvela aileden işe başlıyorlar"

Toplumsal ahlakı çökertmeye çalışanların önce kadınları ifsat etmekle başlığına dikkat çeken Yapıcıoğlu, konuşmasını şöyle sürdürdü: 

"Memlekette 'Aile Koruma' adı altında bir kanun var. Bu kanun şimdiki iktidar döneminde, bundan 7 yıl kadar önce çıkarıldı. Bu kanun çıkarıldığında henüz partimizin kuruluş çalışmalarını devam ettiriyorduk. O günden beri bağırıp çağırıyoruz. Adeta yalvarırcasına yapmayın etmeyin sizin çıkardığınız bu kanun aileyi korumayacak, ailenin köküne kibrit suyu dökecek, sizin çıkardığınız bu kanunla aile yıkılacak dedik dinletemedik. Bakınız o kanunun yürürlüğe girdiği tarihten sonraki boşanma oranlarının yükselişine bakın o zaman ne dediğimizi belki daha iyi anlamak mümkün olacak. Toplumsal ahlakı çökertmeye çalışanlar evvela aileden işe başlıyorlar, evvela kadınlarımızı ifsat etmekle işe başlıyorlar çünkü biliyorlar ki kadın düzelirse bir toplumda, o toplum ıslah olur. Kadın ifsat olursa bütün bir toplum ifsat olur. Çünkü toplumun yarısı kadın ve o kadınlarımız toplumun geriye kalan yarısının da ilk öğretmenidir. Ama ısrarla bu ifsat çalışmalarına karşı bu memleketi idare edenler gözleri kapalı ya önemsemiyorlar ya ne olduğunun tam farkında değiller ya da kendilerine göre daha önemli bazı işleri var ki ona çok fazla zaman ayıramıyorlar."

"Son dönemde inanca yönelik saldırılar yine hız kazandı"

15 Temmuz darbe girişiminde tankların karşısına dikilen insanların, kanlarının döküleceğini bile bile kendilerini feda etme pahasına o meşum darbeyi durdurduğunu söyleyen Yapıcıoğlu, "Bizi biz yapan bizi birbirimize kenetleyen değerlerimizin başında bizim inancımız geliyor. Son dönemde inanca yönelik saldırılar yine hız kazandı. Sadece dışarıdan bahsetmiyorum. Dışarıda Avrupa'da birilerinin 'islamafobi' dediği -aslında düpedüz İslam düşmanlığı olan başka bir şey değil- İslam'a düşmanlık için yapılan hareketler her gün biraz daha artıyor. Sözüm ona 'özgürlükler ve medeniyet beşiği' dedikleri Avrupa, söz konusu olan İslam ve Müslümanların hakkı olunca çok gaddar yöntemlere, despotik yöntemlere başvurmaktan geri durmuyor. Ama ben ondan söz etmiyorum. Ben memleketimizden biraz bahsetmek istiyorum. Biliyorsunuz 15 Temmuz'da meşum bir darbe girişimi oldu. Darbe teşebbüsünde bulunanlar sözüm ona 'cemaat' şeklinde örgütlenmişlerdi. Aslında bir istihbarat teşkilatı gibi çalıştıkları ve dışarıdaki birilerine hizmet ettikleri bize göre o gün de gün gibi ortada idi. Fakat darbe teşebbüsü bunun net şekilde anlaşılmasına vesile oldu. Sayın Cumhurbaşkanının tabiriyle belki bu şer gibi görünen olayda pek çok hayırlar gizliydi. Fakat biz o hayırları elde edebildik mi? Yoksa bunu planlayanlar, bu A planı tutmayınca B planlarını mı devreye koydular. Gerçekten bunun üzerinde ciddi şekilde kafa yormaya, düşünmeye ihtiyacımız var. Neden ihtiyacımız var? Bakınız o darbeye teşebbüs edenler bu milleti ve vatanı korumak için teslim edilen uçakları, tankları milletin üstüne sürdüler. Kan döktüler, ama buna rağmen onların karşısına dikilen insanlar, kanlarının döküleceğini bile bile kendilerini feda etme pahasına o meşum darbeyi durdurdular, püskürttüler. Amaçlarına ulaşamadılar. Yani darbe gerçekleşmedi, teşebbüs aşamasında kaldı. Peki ya sonra? Sonra birileri çıktı, 'bakınız sizin cemaat dediğiniz şey, milletin üzerine tank sürdü, uçaklarla onları bombaladı öyleyse bütün cemaatlere ölüm' dediler. 'En iyi cemaat cami cemaatidir. Başka cemaatlerin hepsi tehlikelidir onların hepsinin kökünü kurutmak gerekir' dediler. Bu açıklıkta mı söylediler? Evet, bazıları tam da bu açıklıkta söyledi ama birileri sinsice bir plan devreye soktu. Öyle bir plan ki belki pek çok kişi böyle bir planın varlığından bile haberdar değildi." ifadelerine yer verdi.

"Bu aziz millet; darbecilere karşı bir devrim gerçekleştirmiştir, bu devrimi çaldırmayın"

Daha önce organize olmuş 100 subayın gerçekleştirdiği bir darbeyi, FETÖ'nün gerçekleştirememesinin altında çok büyük hikmetlerin aranması gerektiğini sözlerine ekleyen Yapıcıoğlu, "Biz o dönemde haberdar olması gerekenleri uyarmak için dedik ki, bakınız bu kadar organizeli, yüksek rütbeli subayların yarısından fazlasını kendi safına çekmiş. Memleketteki hâkim ve savcıların üçte birini kendisi için çalıştırmış; bakanların açıklamasıyla 81 vilayetin valilerinin, emniyet müdürlerinin, emniyet istihbarat birimlerinin başındakilerden yüzde 70'inin bu örgüte mensup olduğu söylenildi. Bu kadar derinlere kök salmış, ta kılcal damarlara kadar girmiş bir örgütün; daha önce organize olmuş belki 100 subayın gerçekleştirdiği bir darbeyi gerçekleştirememesinin altında çok büyük hikmetler aramak gerekir. Belki de Allah şaşırttı onları. İlk defa sabaha karşı değil daha erken saatlerde yola çıktılar ve ilk defa halk darbenin önüne çıktı kendisini siper etti. Dedik ki bu bir devrimdir, bu aziz millet; darbecilere karşı bir devrim gerçekleştirmiştir ama bu devrimi çaldırmayın. Bakın siz bu devrimi çaldırırsanız bu sefer daha önceki darbeleri gerçekleştiren zihniyetteki insanlar veya bu darbecileri piyasaya sürenler B planlarını devreye sokacaklar başka türlü zarar verecekler." dedi.

"Eğer başarılı olsalardı İslami şahsiyetleri devre dışı bırakma adına meydanı kendileri için açmak olacaktı"

FETÖ'nün kendilerine tabi olmayan pek çok cemaat ve grup hakkında sinsi planlar ve komplolarla pek çoğunu bertaraf ettiğini söyleyen Yapıcıoğlu, konuşmasının devamında şunları kaydetti: "Şimdi düşünün bazı tertemiz kavramları kirleten bu darbeci güruh, eğer başarılı olsaydı sizce bu memlekette toplumu ıslah etmeye çalışan, onları bir arada tutan, -tutkal, harç ne diyecekseniz deyin- o vazifeyi gören İslami kesimleri, cemaatleri, vakıfları ne yapacaklardı? Aslında darbeden önce bunun ipuçlarını veriyorlardı. Darbeden önce kendilerine rakip gördükleri veya kendileri için zararlı gördükleri ya da kendilerine tabi olmayan onların reklamını yapmayan pek çok cemaat ve grup hakkında o kadar sinsi planlar ve komplolar yaptılar ki, pek çoğunu bertaraf ettiler. Bazılarını kendilerine ram ettiler, zapturapt altına aldılar. Eğer başarılı olsalardı emin olun yine tablo belki bugünkü gibi bütün İslami cemaatleri itibarsızlaştırmak, İslami şahsiyetleri devre dışı bırakma adına meydanı kendileri için açmak olacaktı. Onlar başarılı olamadılar, şimdi onların sahipleri veya İslam'a alerjisi olanlar, onları bahane ederek, onları gerekçe kılarak benzerini yapıyorlar."

"Türkiye de yapılan kamuoyu yoklamalarında bu halkın yüzde 70'inden fazlası, 'sizi bir arada tutan şey nedir?' Sorusuna yüzde 72,5'lik kesim, 'bizi bir arada tutan şey İslam'dır' diyor"

Memlekette son dönemlerde ardı ardına farklı farklı İslami şahsiyetlerin itibarsızlaştırılma çabalarının tesadüf olmadığını söyleyen Yapıcıoğlu, "İnancımızın bazı kural ve kaidelerin böyle tartışmaya açılması tesadüf değildir. Durup dururken olmuş şeyler değildir. Bunlar kasıtlı, bilinçli bir planın adım adım sahneye konan parçalarıdır. Daha acı tarafı bazı devlet ricalinin belki de farkında olmadan bu değirmene su taşıyacak söz ve davranışlarda bulunmasıdır. Bütün yapılanlara rağmen bütün düşmanlıklara ve sinsi planlara rağmen Türkiye de yapılan kamuoyu yoklamalarında bu halkın yüzde 70'inden fazlası, 'sizi bir arada tutan şey nedir? Birlikte yaşadığımız vatan mı? Bayrak mı? Başka bir şey mi?' Yüzde 72,5'lik kesim, 'bizi bir arada tutan şey İslam'dır, inancımızdır, inanç kardeşliğidir' diyor. Bütün bu aleyhteki propagandalara rağmen bizim inancımız; en üst kimliğimiz ve ortak değerimizdir. Bizi aynı bayrağın altında bir arada yaşatan, bir arada tutan aynı vatan toprakları üzerinde birlikle birbirimize didişmeden bizi yaşatan şey; inancımızdır. Eğer bunu bilmezsek, eğer bunun kadirini takdir etmezsek ve bunu muhafaza edemezsek Allah rahmetini üzerimizden çekerse o zaman biz cehennemi daha bu dünyadayken yaşarız. Onun ayak seslerinin geldiğini duyduğumuz için memlekette belki hiç kimsenin gündeminde bu yokken herkes başka gündemlere odaklanmışken ısrarla bunu söylüyoruz. Bu sadece bizim yükümüz müdür? Memleketi bir arada tutmak sadece bizim yükümlülüğümüz mü? Bu insanların, milletimizin kardeşliğini yeniden tesis etmek sadece HÜDA PAR'ın sorunu mu?" diye konuştu.

"Gençlerimizi milli-manevi değerlerimize uygun bir şekilde yetiştirmezsek; geleceğimiz aydınlık olmaz"

Memlekette seçim ittifakları konuşulurken, sokakta toplumsal ahlakın uğradığı saldırılar, uyuşturucu illetinin konuşulduğunu, gençliğin yolundan sapması halinde yarının çok karanlık olabileceğini hatırlatan Yapıcıoğlu, şu önemli tespitlerde bulundu: "Memlekette ne konuşuluyor seçim ittifakları, kim konuşuyor siyasetçiler, sokakta ne konuşuluyor? Toplumsal ahlakımızın uğradığı saldırılar, gençliğin uyuşturucuya müptela oluşu, uyuşturucu kullanma yaşı ilkokul seviyesine kadar düşmüş. Türkiye gibi bir toplumda Avrupa ile kıyas edildiğinde belki düşük bir rakamdır. Yaşları 15 ile 65 arasında değişen insanların yüzde 2.7'si şimdiye kadar en az bir kez uyuşturucuyla tanıştığını söylüyor. Bazı Avrupa ülkelerinde bu oran yüzde 40'ı aşmış durumda fakat bu oran çok hızlı şekilde yükseliyor ve bunlar sadece resmi rakamlar. Eğer biz aile kurumumuz gibi gençliği de muhafaza edemezsek gelecek karanlıktır. Eğer biz gençlerimizi milli-manevi değerlerimize, bizi bir arada tutan ortak değerlere uygun bir şekilde yetiştirmezsek; bizim geleceğimiz aydınlık olmaz. Çocuklarımızı bize, değerlerimize, inancımıza düşman edip karşı cepheye geçirdiklerinde biz ne yapacağız? O yüzden biz diyoruz ki, gelin şu kayıkçı kavgalarını bırakın memleketin içine düştüğü şu hali görün ve bir çözüm arayın. Eğer ki aile çökerse, eğer gençlik yoldan saparsa, eğer bu hal bu şekilde devam ederse yarın çok geç olabilir."

"Memleketin en önemli sorunlarından bir tanesi adalet"

Huzur ortamının oluşabilmesi, insanların birbirine karşı olan güvensizliğinin son bulması için adaletin tesis edilmesi gerektiğine dikkat çeken Yapıcıoğlu, "Memleketin en önemli sorunlarından bir tanesi adalet. O yüzden yola çıktığımız gün 'Dürüst Siyaset Gerçek Adalet' dedik. O yüzden kongre sürecinde 'Önce İnsan Öncelik Adalet' dedik. İnsanların insanca yaşayabilmesi için adalet. İnsanların adaletin yeniden tesis edildiğini görmesi için 'Öncelik Adalet' dedik. Niçin 'Önce İnsan Öncelik Adalet.' Huzur ortamının oluşabilmesi için, insanların birbirine karşı olan güvensizliğinin son bulması, insanımızın yeniden birbirine güvenebilmesi için adalet. Kardeşliğin yeniden temin edilmesi için adaletin tesis edilmesi gerekiyor. Bakınız yine o istatistik rakamlarından size birkaç rakam söyleyeyim. 2005 yılının sonunda Türkiye'de cezaevinde bulunan insanların toplamı 55 bin kişiydi. Bunlar farklı farklı suçlardan dolayı cezaevine düşmüş. Bugün Türkiye'de sadece bu söylediğim rakam 2016 yılının sonundaki rakam. Cezaevindeki insanların sayısı 228 bin ve bu cezaevindeki insanların 54 bin tanesi adam öldürme, adam öldürmeye teşebbüs ve yaralamadan içeri girmiş. Küsuratlarını söylemiyorum. Ne oldu 2005 yılında cezaevlerindekilerin toplam sayısı 55 bin iken, şimdi sadece öldürme, yaralama ve teşebbüsten 54 bin kişi yargılanıyor. Bazıları hüküm giymiş cezalarını çekiyor, bazıları hala tutuklu. Bakın sadece hırsızlık, yağma, dolandırıcılık, sahtecilik gibi mala karşı işlenen suçlar dediğimiz o kategorideki suçlardan ise içerde olanların sayısı 80 binin üzerinde. 80 bin insanımız bir şeyler çalmış, sahtecilik yapmış ya da gasp etmiş iddiasıyla yargılanmış ve bunların bir kısmı ceza yemiş." dedi.

"İnsanların haklarına kavuşma ümitleri kırılmışsa, haklarını mahkemelerde değil kendi kuvvetinde ararlar"

İnsanların adalete güvenmediğini kaydeden Yapıcıoğlu, "Eğer insanların adalete güveni kalmamışsa ki, son yapılan kamuoyu araştırmaları insanlarımızın, milletimizin çok önemli bir kısmının yüzde 90'a yakınlık kısmının; adalet mekanizmasına güven duymadığını gösteriyor. Eğer insanlar mahkemelere müracaat ettiklerinde kendi haklarına kavuşma ümitleri kırılmışsa, eğer insanlar adliyeye düştüklerinde arkaları sağlamsa ceza almayacaklarını düşünmeye başlamışlarsa, insanlar daha fazla suç işler ya da insanlar hakkını mahkemelerde değil kendi kuvvetinde arar. Kendi hakkını kendisi elde etmeye çalışır. Adaleti kendisi tesis etmeye temin etmeye çalışır. Belki o yüzden 12 yılda cezaevine düşmüş insanlarımızın sayısı 4 kattan daha fazla artmış. Çünkü adalete güvenmiyorlar." ifadelerini kullandı.

"Mahkemeler hiçbir yere bağımlı olmamalı, sadece adaletin gereğini düşünmeli"

Mahkemelerin ve o mahkemelerde hâkimlik yapanların tarafsız olması gerektiğinin altını çizen Yapıcıoğlu, "Hatırlarsanız 16 Nisan Referandumunda bir anayasa değişikliği paketi önümüze geldi. Bizde HÜDA PAR olarak dedik ki, biz bu değişikliğe 'evet' diyeceğiz. Çünkü yapılan değişiklikler olumlu yönde atılan bazı adımlardır, çok iyi olmayan değişiklikler de var ama artılarını, eksilerini ayrı kefeye koyduğumuzda bu değişiklik iyidir biz bu değişikliğe 'evet' diyeceğiz diye ilan ettik ve 16 Nisan günü sandığa giderek 'evet' dedik. Bundan pişman değiliz. Yapılan değişikliklerin gereği yapılırsa, Türkiye 16 Nisan öncesine göre daha iyi bir durumda olacak. O değişikliklerden bir tanesi şu; mahkemelerin bağımsız olduğunu söyleyen madde şu şekilde değiştirilecekti. 'Mahkemeler bağımsız ve tarafsızdır' yani bağımsızlığın üzerine bir de tarafsızlık ilkesi getiriliyordu. Bu kötü bir şey mi? Elbette değil. Mahkemeler hiçbir yere bağımlı olmamalı, mahkemeler sadece 'adaletin gereği nedir?' diye düşünmeli. Aynı zamanda mahkemeler ve o mahkemelerde hâkimlik yapanlar tarafsız da olmalı. Şu veya bu siyasi düşünce tarafında değil, şu veya bu ideolojinin tarafında değil, şu veya bu kavmi kimliğin yanında veya karşısında değil; adaletin yanında olmalı. Adalet neyi emrediyorsa, neyi gerektiriyorsa öyle davranmalı. Hatta kendi ideolojilerinden bile bağımsız olmalı ve ona tarafsız kalabilmeli o cübbeyi giydikten sonra. Bu değişiklik iyi bir şeydi. Fakat bu değişiklikten sonra gerçekten mahkemeler, bağımsızlığın üzerine birde tarafsızlığı ekleyebildi mi? Zaten önceden bağımsız değildi. Ben iddia ediyorum daha önce çok söyledim. Elbette ben bütün hâkimleri, savcıları aynı kefeye koymuyorum fakat ben 20 yılı aşkın bir süre mahkemelerde dava takip etmiş bir hukukçu olarak söylüyorum. En azından benim görebildiğim, takip edebildiğim tarihler içerisinde, hiçbir dönemde mahkemelerimiz tam anlamıyla bağımsız olamadılar. Şuanda da bağımsız değiller, tarafsız da olamamışlardır şimdi de değillerdir. Ama bunu anayasa değişikliğine bağlamak elbette mümkün değil. Eğer adalet kokarsa bir memlekette; tuz kokmuştur. Toplumun çivisi çıkmıştır." şeklinde konuştu. (Ramazan Casuk-İLKHA)