Denizli 1'inci Olağan İl Kongresi HÜDA PAR Genel Başkanı Zekeriya Yapıcıoğlu'nun katılımıyla gerçekleştirildi. Kongrede Denizli İl Başkanlığı görevini yürüten Mehmet Kaçan görevi İsmail Çevik devretti.
Partisinin Denizli 1'inci Olağan Kongresinde konuşan HÜDA PAR Genel Başkanı Zekeriya Yapıcıoğlu, iç gündemle alakalı önemli tespit ve değerlendirmelerde bulundu.
Yapıcıoğlu, partisinin adalet anlayışını, vergi adaletsizliğini, kadroya alımlardaki güvenlik soruşturmalarının neden olduğu mağduriyetler ve 28 Şubat mağdurları ile ilgili son günlerde basına yansıyan çalışmalar hakkında değerlendirmelerde bulundu.
Sadece 28 Şubat dönemindeki yargının haksızlık etmediğini söyleyen Yapıcıoğlu, 28 Şubat döneminden sonra FETÖ ile irtibatlı olduğu gerekçesiyle görevlerinden el çektirilen 4 bin hâkim ve savcının vermiş oldukları kararların ise halen giderilmediğine değindi.
OHAL şartlarında yapılan güvenlik soruşturmalarına getirdikleri eleştirilerin hükümeti rahatsız ettiğini söyleyen Yapıcıoğlu, bu soruşturmaların birçok kişiyi mağdur ettiğini vurguladı.
Yola çıktıklarında "Dürüst Siyaset ve Gerçek Adaleti" kendilerine şiar edindiklerini söyleyen Yapıcıoğlu, "Besmele ile başladığımız bu yolda atacağımız her adımın öncelikle ahirette hesabını verme bilinciyle atılması gerektiğini birbirimize hatırlattık. Bu kongre sürecimizde temamız 'Önce İnsan, Öncelik Adalet.' Yola çıktığımızdan beri aslında belirlediğimiz temaların, değindiğimiz konuların ekseninde hep adalet var. Niçin adalet? Çünkü Rabbimizin bize kesin bir emridir. Çünkü bugün hem memleketimizin hem başka İslam coğrafyasının ve hatta diğer dinlere mensup da olsa ezilen bütün coğrafyaların sorunlarının altında bu mesele yatıyor. Memleketin meselelerin neredeyse tamamının altında yatan ana sebep adaletin tesis edilememiş olmasıdır. Yapılan adaletsizlikler, haksızlıklardır." dedi.
"Bugün dünyayı zulüm kavuruyor"
Uluslararası kuruluşların yapılarından, onların uygulamalarına; dış politikanın temel kaidelerinden, memleketteki iktisat politikalarına kadar hemen her mevzuda adaletin ertelendiğini, önemsenmez bir hale getirildiğini sözlerine ekleyen Yapıcıoğlu, "Bugün dünyayı zulüm kavuruyor. Uluslararası kuruluşların yapısından onların uygulamalarına, dış politikanın temel kaidelerinden memleketteki iktisat politikalarına kadar hemen her mevzuda hak ölçüsü şaşmış, adalet ertelenmiş, ötelenmiş veya önemsenmez bir hale getirilmiş; herkes kendi işini yürütebilmek için bir başkasına haksızlık yapmayı ya da onun hakkına geçmeyi kendisine mubah görüyor. Herkes büyümek için kardeşini yutmayı normal kabul ediyor. Hâlbuki bu geçici dünya hayatında insanın birinci öncelikli görevi; yeryüzünü imar ve ihya etmek, mahlûkatın tamamına adaletle davranmaktır. Ama dediğimiz gibi adaletsizlikler almış başını almış gidiyor. Yola çıktığımızda bu tespiti yaptığımız için parti programımızda yazdık: Adaletin yeniden tesis edilmesi bizim ilk hedefimdir. Biz hür kadrolar olarak adaletin hiçbir şeye feda edilemeyeceğine inanıyoruz. Bunu deklare ettik ve yola koyulduk." ifadelerine yer verdi.
"Huzur ortamının oluşmasını istiyorsak önce adaleti tesis etmemiz gerekiyor"
Emperyalizme karşı daha sağlam durulabilmesi için iç barışın tesis edilmesi gerektiğini, iç barışı tesis etme yolunun da adaletten geçtiğini hatırlatan Yapıcıoğlu, "Niçin 'Önce İnsan, Öncelik Adalet'? Çünkü biz öyle inanıyoruz ki memleketimizde huzur ortamının oluşmasını istiyorsak önce adaleti tesis etmeliyiz. Memleketimizde insanlar arasında bir güven ortamı oluşmasını istiyorsak birbirimize adil davranabilmeliyiz. Zedelenen kardeşlik duygumuzun yeniden tamir edilebilmesi, yeniden hayat bulabilmesi, yeniden gelişmesi için adalet gereklidir. Güçlü bir birliktelik için adalete muhtacız. Emperyalizme karşı daha sağlam durabilmek için kendi iç barışımızı tesis etmek zorundayız. Kendi iç barışımızı tesis etmenin yolu da adaletten geçiyor, adaleti aramızda tesis edebilmekten, birbirimize kardeşçe bakabilmekten geçiyor. Dışarıdan gelen saldırıların etkisiz kalabilmesi için -içeriden kendilerine işbirlikçi bulamamaları için de olsa- yine adaleti tesis etmek zorundayız. Zira memlekette haksızlık olduğunda, adaletsizlik olduğunda, birileri haksızlığa uğradığı hissiyatı ile gönül kırgınlığıyla köşesine çekildiğinde dışarıdan birilerinin onu kendi safına çekmesi, -ona dost olduğu için değil- kendi menfaatlerini gerçekleştirebilmek için onu diğer kardeşine karşı kışkırtması çok daha kolay olacaktır. Bu bilinçte olmak zorundayız. Bizler ayakta kalabilmek ve düşürülmüş olan, zayıf bırakılmış olan insanların ellerinden tutup ayağa kaldırabilmek için önce ayağımızı yere sağlam basmalıyız. İşte bu sağlam zemin ancak adaletle olabilir. Bizi birbirimize düşürmeye çalışan insanlar eğer fırsat bulamazlarsa -yani içeride kendilerine yardımcı bulamazlarsa- o muhkem kalenin kapısını içerden onlara açacak işbirlikçiler bulamazlarsa, yani yürekler toplu vurursa işte o zaman onları top sindiremez. Ama içeride karışıklık varsa, hoşnutsuzluk varsa, gücü yeten haksızlık yapıyorsa o zaman yürekler toplu vurmuyor demektir. O zaman o milleti, memleketi veya o insanları sindirebilmek için herhangi bir topa da ihtiyaç kalmayacaktır. Belki kendi kendine dağılıverecektir." dedi.
"Suriye'de gerçekten adalet olsaydı dışarıdan birileri onları bu şekilde birbirlerine karşı savaştırabilirler miydi?"
Suriye'de 2011 yılından bu yana devam eden iç çatışmasının ekseninde adaletsizliğin olduğunu vurgulayan Yapıcıoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü:
"İşte yanı başımızda Suriye. 2011 yılından beri birilerine düşmüşler. Bir iç savaş, bir iç çatışma devam ediyor. Bir milyona yakın can kaybı, 25 milyonluk ülkede 13 milyon kişi ülke içinde yer değiştirdi veya ülke dışına kaçmak zorunda kaldı. Bunların 5 milyona yakını dışarda. Baştanbaşa harap olmuş bir memleket. Eğer gerçekten orada adalet olsaydı, oradaki sistem hak taleplerine sağır kesilmeseydi, orada insanlar birbirlerine kardeş kalabilselerdi dışarıdan birileri onları bu şekilde birbirlerine karşı savaştırabilir miydi? Biz memleketimizdeki herhangi bir karışıklığı, istemediğimiz bir durumu gördüğümüzde hemen dışarıya mal etme, dışarıya yükleme kolaycılığına mı kaçacağız. Eğer dışarıdan birileri karıştırıyor olsa bile, 'dışarıdan birlerinin rahatça karıştırabileceği bir ortam neden oluştu? Neden bunun tedbirlerini almadık?' diye kendi kendimizi hesaba çekmeli değil miyiz? İşte bu nedenle adalet diyoruz."
"Allah'ın bizlerden istediği adaleti uygulayabiliyor muyuz?"
Memleketin her camisinde, her cuma günü, her minberde ve her hocanın adaleti hatırlattığını söyleyen Yapıcıoğlu, "Eğer adalet bu kadar önemli olmasaydı sık sık tekrar etmezdik. Bir İslam ülkesinde, halkının kahir ekseriyeti Müslüman olan bir memlekette yaşıyoruz. Bu memleketin her tarafında elhamdülillah camilerimiz ayakta, Cuma günleri hınca hınç dolmaktadır. Memleketin her camisinde her Cuma günü, her minberde, her hoca minberden inmeden önce bir ayet okuyor. 'Allah muhakkak surette adaleti, akrabaya yardım etmeyi, iyiliği emrediyor.' Hiç düşünmüyor muyuz? Neden her hafta bu tekrar ediliyor? Hiç düşünmez miyiz neden bu kadar ısrarla Allah'ın bu kesin emri bize hatırlatılıyor? Bunun bizim için en büyük gerekçelerden birisi olması gerekmiyor mu, kendimizi sürekli çek etmemiz için? Allah'ın bizlerden istediği adaleti uygulayabiliyor muyuz diye. Evimizde, sokakta, çarşıda, pazarda; eğitimde, sağlıkta, iktisatta, siyasette adil olabiliyor muyuz? Nedir adalet? Her şeyin yerli yerine konulmasıdır. Zıddı ise zulümdür. Adalet her hak sahibinin hakkını kendisine eksiksiz teslim etmektir. Peki, memlekette manzara ne? Mesela sosyal devlet diyoruz. Gelir dağılımında bir adalet var mı memleketimizde?" dedi.
"Memlekette vergi yükü adil bir şekilde dağıtılıyor mu? Hani asgari ücretliden vergi almayacaktınız."
2012 yılında mecliste bir anayasa uzlaşı komisyonunda 4 partinin anlaşarak asgari ücretten vergi alınmayacağını, millete verilmiş bir söz olduğunu ama bu sözün yerine getirilmediğinin altını çizen Yapıcıoğlu, "İşte Denizli bir tekstil kentidir. Tekstil işinde asgari ücretle çalışan kardeşlerimiz gerçekten emeğinin karşılığını alıyor mu? Memlekette vergi yükü adil bir şekilde dağıtılıyor mu? Kongre sürecimizde sıklıkla vurguladığımız ama uzun süredir ara sıra hatırlattığım bir husus var. Şuan mecliste bulunan bütün partilere birden sesleniyoruz, iktidarıyla, muhalefetiyle. Diyoruz ki siz 2012 yılında mecliste bir anayasa uzlaşma komisyonu oluşturdunuz. Bu anayasa uzlaşma komisyonunda 4 parti anlaştınız, asgari ücreti vergi dışı bırakacaktınız. Hani asgari ücretliden vergi almayacaktınız. İmza attınız o kâğıtlara, bunlar sizin millete verdiğiniz sözdü. Bu sözünüzü neden yerine getirmiyorsunuz. Bir asgari ücretlinin cebine giren para ile onun işverenine olan maliyeti arasında çok ciddi bir fark var. Bir asgari ücretlerinin hesabına yatan veya cebine giren maaş ile gerçekten kendi ihtiyaçlarına harcadığı kısmı arasında çok büyük bir fark var. Bir kısmını vergi olarak alıyorsunuz, bir kısmını sigorta pirimi olarak üstüne bindiriyorsunuz -işverenin kesesinden çıkana- ama o bin 603 TL tespit ettiğiniz açlık sınırının bile altında olan o ücretten, ciddi anlamda sadece gelir vergisi almıyorsunuz. Onu harcarken tekrar tekrar vergi veriyor, Bir asgari ücretli gelirinin yarısından fazlasını vergi olarak devlete geri veriyor. Akaryakıtın içerisinde yarıya yakını vergi. Dolayısıyla her birimizin ulaşıma verdiği paranın yarısı vergiye giriyor. Temel ihtiyaç maddelerine bile KDV adı altında vergi alınıyor. Bugün lüks bir ihtiyaç değil, herkesin cebinde telefon var. Özel iletişim vergisi adı altında bizlerden vergiler alınıyor. Elektrik faturamız geliyor kullanım bedelinin iki katı. Faturanın yarısı vergi. Memleketi idare edenlere hatırlatıyoruz. Zaten açlık sınırının altında bir gelir ile hayata tutunmaya çalışan insanların cebindeki parasının yarısını vergi adı altında onlardan alıyorsunuz. Sözüm ona kağıt üzerinde az kazanandan az, çok kazanandan çok vergi alıyorsunuz. Peki gerçek bu mu?" diyerek vergi yükünü eleştirdi.
"Güvenlik soruşturmalarını eleştirmemiz hükümeti rahatsız etmiş"
Kadroya alınmak için müracaat edenlere adil bir şekilde muamele edilmediğine dikkati çeken Yapıcıoğlu, "Memlekete önemli oranda bir işsizlik sorunu var. Bazen kadrolar açılıyor. Bu kadrolara insanlar müracaat ettiklerinde gerçekten adil bir şekilde müracaat yapanlar arasında bir seçim yapılarak ihtiyacı olana veya o işe layık olana mı o kadrolar veriliyor? OHAL şartlarında, yapılan güvenlik soruşturmalarını eleştirmemiz hükümeti rahatsız etmişe benziyor. Vatandaşın birisi müracaat ediyor bize ve diyor ki; "ben 15-16 sene okudum, üniversiteyi bitirdim, sınava girdim, kazandım. İyi bir puan aldım, bekliyorum, kadro açılacak. Müracaat ediyorum, beni mülakata çağırıyorlar, sonra güvenlik soruşturması yapıyorlar. Bana diyorlar ki senin teyzenin oğlu falan örgüt ile irtibatlı veya itisaklı olduğu için seni işe alamıyoruz. Adalet bunun neresinde? Bırakın teyzesinin oğlunu, onun aynı anne/babadan öz kardeşi örgütle irtibatlı olsa ne olur? Cezalar şahsi değil mi? Gerçekten çok aşırı bir hassasiyetten dolayı bu kişileri o kadrolara yerleştirmeme gibi bir siyaset mi izleniyor? Hiç zannetmiyorum. Öyle olsaydı bir dereceye kadar anlaşılırdı. Yine haksızlıktı yine zulümdü. Fakat kendi içerisinde belki bir mantığı var. Fakat eğer birileri kendisine yakın duran insanları oralara yerleştirmek için böyle bahaneleri ileri sürüyorsa -ki bu en güçlü ihtimaldir- işte o zaman vaziyet iyi değildir. Kanunda önünde eşitlik var mı? Mesela yolu mahkemeye, devlet dairesine düşen her vatandaş aynı muameleye tabi tutuluyor mu?" dedi.
"Sadece 28 Şubat dönemindeki yargı mı haksızlık etti?"
28 Şubat döneminden sonra FETÖ ile irtibatlı olduğu gerekçesiyle görevlerinden el çektirilen 4 bin hâkim ve savcının vermiş oldukları kararların ne olacağını soran Yapıcıoğlu, "Memleketi idare edenlerin gündemde bir süredir yargı adaletsizliğiyle ilgili bir konu var 28 Şubat yargısıyla ilgili. Geçenlerde basını da yansıdı, manşet oldu. "28 Şubat davası ile ilgili 3 seçenekten oluşan çalışma cumhurbaşkanının önünde." Sadece 28 Şubat dönemindeki yargı mı haksızlık etti? 28 Şubat döneminden sonra FETÖ ile irtibatlıdır diye görevden el çektirilen 4 bin hâkim ve savcının kararları ne olacak? Hâkimlerin üçte biri meslekten ihraç edildi, görevden el çektirildi, bir kısmı da cezaevine atıldı. Onların mağdur ettiği, haksız yere ceza verdiği veya hakkını ellerinden alıp bir başkasına teslim ettiği vatandaşların durumu ne olacak? Yani sizin adalete yüklediğiniz anlam, sadece haksızlık yapan, suç işleyenlerin cezasını vermek midir? Böyle yapmakla iş bitiyor mu? Yoksa suç işleyene, haksızlık edene hak ettiği cezayı verdikten sonra, hakkını gasp ettiği kişilere hakkını iade etmek gerekmiyor mu?" diye konuştu.
Anayasa Mahkemesine başvuru sınırı
Yeni çalışmada anayasaya mahkemesine başvuru sınırının çok yanlış olduğunu söyleyen Yapıcıoğlu, "Şimdi üç çalışma var neymiş? Çalışmalardan birisi şu. Biliyorsunuz 2011 yılındaki anayasa değişikliğiyle anayasa mahkemesine bireysel başvuru hakkı tanındı. Ama bir sınır getirdiler. Dediler ki, '2012 yılından önce kesinleşen kararlara karşı anayasa mahkemesine başvurulamaz.' Neden? Anayasa mahkemesine başvuru herhangi bir tarihle sınırlandırılmazsa çok fazla başvuru olur, Anayasa Mahkemesi bunun altından kalkamaz. Öyleyse o tarihten sonra kesinleşmiş kararlar varsa o kararlar için başvursunlar haklarına kavuşsunlar, diğerleri ne olursa olsun. Aynı şey FETÖ operasyonları başladıktan, önemli sayıda hâkim ve savcı görevinden alındıktan sonra 'bunların vermiş olduğu kararları ne olacak' diye sorulduğunda başbakan yardımcısı, 'bunların vermiş olduğu kararları biz iptal edersek yargı bunun altından kalkamaz.' Gerekçe bu. Çare? 'Zulme uğramış olan uğradığı o zulümle baş başa kalsın önemli değil.' Peki, böyle bir mantık, gerekçe olabilir mi?" ifadelerine yer verdi.
"1994'ten beri 28 Şubat sürecinde zulme maruz kalmış insanlar, çeyrek asırdır özgürlüğünden yoksun"
"Siz bu insanların haksızlığa uğradığını düşünüyorsanız, zülüm altında olduğunu düşünüyorsunuz neden o kadar bekleyeceksiniz" diyen Yapıcıoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü: "Sizin bu ileri sürdüğünüz gerekçe insani, adil, vicdani bir gerekçe değil. Bunu hiçbir kalıba oturtamazsınız, bunu izah edemezsiniz. Şimdi getirdikleri seçeneklerden bir tanesinde diyorlar ki, 'Sayın Cumhurbaşkanının masasına koyduk, o karar versin.' Bir tanesi anayasa mahkemesine başvuru için 2012 sınırlamasını kaldıracağız daha önceki tarihlerde de bu haksızlığa uğramış olanlar anayasa mahkemesine başvursunlar. Peki, daha önceki tarihlerde haksızlıklara uğradığını düşünen insanlar, 1994'ten, 95'ten, 96'dan beri 28 Şubat sürecinde zulme maruz kalmış insanlar? Çeyrek asırdır özgürlüğünden yoksun, delikanlı iken içeriye girip orada ihtiyarlayan, dede olanlar var. Yeni evli iken henüz çocuğunu görmeden zulmen cezaevine düşüp orada dede olanlar var. Çare olarak diyorsunuz ki, 'biz bir yol açalım anayasa mahkemesine bireysel başvuru yolu bunlar için de açık olsun, binlerce kişi anayasa mahkemesine başvursun, işi yükü fazladır diye birkaç sene daha beklesin, sonra anayasa mahkemesi 'hak ihlali var' derse onlar mahkemelere yeniden müracaat etsinler ve bu şekilde bunlar özgürlüklerine kavuşsun.' Sizin dediğiniz bu prosedür işlerse, zaten o insanlar mahkemelerin kendilerine vermiş olduğu hükmü bitirmiş olacaklar. Siz bu insanların haksızlığa uğradığını düşünüyorsanız, zülüm altında olduğunu düşünüyorsunuz neden o kadar bekleyeceksiniz?"
"Bir kişinin masum olma ihtimali yüzde 1 bile olsa o kişi mahkûm edilemez"
"Gerçekten siz adaleti tesis etmek için mi bunu yapıyorsunuz? Yoksa dostlar alışverişte görsün diye mi? Ya da seçim yaklaşıyor diye mi?" diyen Yapıcıoğlu, "En temel prensiptir: Bir gemide 99 cani ile birlikte bir tek masum varsa, o masumun hatırına o gemi batırılmaz/batırılamaz. O yüzden hukukun temel ilkelerinden bir tanesi şudur, 'kesin olarak bütün şüphelerden arındırılmış kesin deliller olmadan bir kişiye ceza verilemez.' Bir kişinin masum olma ihtimali yüzde 1 bile olsa o kişi mahkûm edilemez. Bu kadar şüpheli bir durum için siz yasal değişiklik yapacaksınız ama diyeceksiniz ki, 'sen orada bekleyedur, biraz daha sabret. 25 yıldır bekledin, şunun sonrasında 5 yıl falan kalmış, bu 5 yılının 4 yılını daha orada geçir, son bir yıl belki biz sana bir kapı açarız.' Allah bilir ya belki minnet de edecekler, diyecekler ki, 'bak biz sana bu kapıyı açmasaydık bir yıl daha kalacaktın.' Bu mu sizin adaletiniz? Sizin adaletten anladığınız bu mu? Gerçekten siz adaleti tesis etmek için mi bunu yapıyorsunuz? Yoksa dostlar alışverişte görsün diye mi? Ya da seçim yaklaşıyor diye mi? Şunu unutmayın basiret sahibi insanlar neyin ne olduğunu görüyor. Kim başkasını kandırmaya çalışırsa o evvela kendini kandırmıştır. Başkasını kandırmaya çalışan kendi kendisine de zulmetmiştir." şeklinde konuştu. (Ramazan Casuk-İLKHA)