Neden yeryüzü zenginlik ve imkânlarıyla şu fani ömür için gelmiş ve gelecek olan herkese yeterken hala değerler, topraklar, mallar ve namuslar gasp edilir; yaşamsal fonksiyonlar ve insani hasletler zalim iştahla payimal edilir?
Bu sorular, uzadıkça uzar; ama ne kadar uzarsa da uzasın bunun cevabı açık ve nettir! Yaratılışın amacı kulluk ve ibadet olduğu içindir ki, tercih bu kulluğu ya kabul ya da inkâra vardırır.
İmtihan diyarı, kalbi imanla bir cevher misali kıymetlenenler ile kalbi şirkle kömür gibi kararanların ortaya çıkış yeridir. İlahi nimetlerle bezenen insanın kendisine tevdi edilen kulluk sorumluluğunu kabul ve red mekânıdır. Dolayısıyla yeryüzü imkânlarından şımarıkça, kibirle, zalimane bir tavırla ve şükürsüzce nemalanmak isteyen batıl, küfür ve şirk cephesi; nimetleri asıl sahibi olan Malik’ul Mülk’e nispet edip şükür ve hamd edasıyla nimetlerden nasiplenmek isteyen hak, iman ve tevhid ehlinin mücadelesine meydan verir, bu tercih.
Batılı kendine yol tutanlar, “ Güçlü olan haklıdır, zayıfın yaşama hakkı yoktur; yeryüzü pastası paylaşılamayacak kadar değerlidir. Dolayısıyla menfaat ve iktidarımız için hedefe varan her yol meşrudur!” zihniyetiyle hareket ettiklerinden diğer insanların güçlerini kırmak, onları kuvvet olarak zayıflatmak üzere mesai yaparlar.
Nitekim bu minval üzere Yüce Allah(c.c), şu ayetlerde mealen şöyle buyurur:
" Şüphesiz ki Allah, size adaleti, iyilik yapmayı ve yakınlara bakmayı emreder; hayasızlıktan, fenalıktan ve azgınlıktan nehyeder. Öğüt almanız için size böyle öğüt verir." ( Nahl: 90)
" Onlar, misaklarından sonra (ruhlarını, vechlerini, nefslerini ve iradelerini teslim edeceklerine dair ezelde Allah`a söz verdikten sonra) Allah`ın ahdini bozarlar. Ve Allah`ın, O`na (Allah`a) ulaştırılmasını emrettiği şeyi keserler (ruhlarını Allah`a ulaştırmazlar). Ve yeryüzünde fesat çıkarırlar (başka insanların da Sıratı Mustakîm`e ulaşmalarına mani oldukları için fesat çıkarırlar). Lânet onlar içindir. Ve yurdun kötüsü (cehennem) onlar içindir." (Ra’d: 25)
Görüldüğü gibi yeryüzünde makam/mevkii ele geçirenlerin ekserisi adalet ve iyilik üzere hareket edenlerin varlığından hoşlanmazlar. Bu insanların doğruluk eksenli mücadelelerini kendi iktidarları için bir tehdit sayarlar; çünkü hak ve imanı azık edinip ihsana ulaşmak ve ulaştırmak isteyen bu güzide insanlar, ahitlerini bozan şımarık ve kibirli iktidar sahiplerinin batıl ve haram sermayeleri için bir tehlikedir.
Her türlü hile, tehdit, zulüm onlar için meşrudur. Bu sebeple zalimane girişimlerle Allah rızasını azık edinip yeryüzüne adaleti hâkim etmek isteyen müminleri zayıflatıp güçsüzleştirirler.
Müstekbirlerin bu hileli ve tarihsel süreçteki hak düşmanlığı tavrını idrak eden Müslümanlar, 16 Mart`ı “Dünya Mustazaflar Günü”olarak ilan etmiştir. Böylesi bir günün seçilmesi manidardır; çünkü bu tarih aynı zamanda Halepçe Katliamı’nın sene-i devriyesidir.
Unutmamak lazım ki, Müslüman`ın imanlı gündemini belirleyen ve bu gündeme İslami bir renk veren bütün kavramlar Kur`an veya Hadis kaynaklıdır.
"Mustazaf" da Kur’ani bir kavramdır. Mazlum, sadece zulme uğrayan anlamına sahipken, Mazlumla yakın bir anlam ilişkisi taşıyan Mustazaf ise güç ve imkânı zorla elinden alınıp zayıflaştırılan demektir. Kur’an’ı iyice incelediğimiz zaman üç türlü mustazaf tanımlaması görürüz:
1. Güçsüz Mustazaflar:
Çocuklar, kadınlar, sakat ve yaşlı erkekler;
Akılları ve güçleri yerinde olup da zalimlere karşı koyacak malI, silahı olmayanlar;
Zalimlerden kurtulabilmek için dua etmekten başka çaresi kalmamış kimseler…
Bunlar zulme karşı duyarsız değildir. Ancak çeşitli sebeplerden dolayı zulme karşı koyabilecek imkânlara sahip değillerdir. Mustazafların bu kapsamına girenleri Yüce Kur`an’ımız bize şöyle tanıtır:
“Melekler, kendilerine zulmeden kişilerin canlarını aldıklarında, onlara, "Ne işte idiniz?" derler. Onlar da: "Biz yeryüzünde zayıf kimselerdik" derler. Melekler: "Allah`ın arzı geniş değil miydi, siz de orada hicret etseydiniz ya?" derler. İşte bunların varacakları yer cehennemdir. O ne kötü gidiş yeridir. Ancak gerçekten aciz ve zayıf olan, çaresiz kalan ve hicret etmeye yol bulamayan ( Mustazaf) erkekler, kadınlar ve çocuklar hariç...” (Nisa: 97/98)
2. Zalim Mustazaflar: Bunlar her ortamda kendini mazlum ve çaresiz ilan ederler; ne yazık ki zalim idarede emir kulu oldukları halde bu aldatmacanın sağlıklı bir şekilde farkında değiller. Güç ve yetkiden yoksun oldukları için sadece zalim otoritenin emirlerini bir kukla misali, bir makine duyarsızlığında uygularlar. Onlara göre hâkim idare, ne derse uygulanmalıdır.
Bu bağlamda bir kısım medya, sistemi din noktasında meşrulaştıranlar, gayri İslami uygulamaları halkın nazarında yumuşatıp bu çağın gerekleri deyip haram, yalan, günaha şak şak tutanlar… Bu gruba dahildirler. Ki Ayet-i kerimeler de böylelerini tanıma noktasında fazla söze hacet bırakmıyor:
Fakat o zalimler yakalanıp Rablerinin huzuruna durduruldukları zaman, birbirlerine söz atarken bir görsen! Bir taraftan zayıf düşürülen( Mustazaf)ler, o büyüklük taslayanlara: "Siz olmasaydınız biz mutlaka mümin olurduk!" derler.
Diğer taraftan büyüklük taslayanlar, zayıf düşürülenlere: "Size hidayet geldikten sonra, sizi ondan biz mi çevirdik? Hayır, siz kendiniz suçluydunuz." derler. (Sebe Süresi: 31-33)
3. İnkılapçı/Islahatçı Mustazaflar: Bu kişiler vahiyden uzak bir hayat süren müstekbirlerin yönetimi altında yaşayan; ama buna mukabil; kurtuluş için İslam’a tabi olup Hz. Muhammed(s.a.v)’in yoluna koyulanlar, Din için gayret gösterip mücadele ve cihad edenler ile zalimlerin alaşağı olması için Allah’a yalvaranlardır.
Vahye tabi oldukları sürece Rableri bu grup Mustazaflara vaadde bulunmakta, onları yeryüzünün varisleri ve imamları yapacağı müjdesini vermektedir. Bu müjdeyi sadr-a şifa Kur`an`ımızın dilinden beraberce dinleyelim:
Biz ise istiyorduk ki, o yerde güçsüz düşürülen( Mustazaf)lere lütufta bulunalım, onları önderler yapalım, onlara (ötekilerin) yerini aldıralım!” (Kasas: 4-5)
Mazlum coğrafyaları, mustazaf kareleri layıkıyla tanımak adına bazen hayalen Çeçenistan’a, bazen Filistin`e, bazen Mısır zindanlarına, bazen Halepçe`ye, bazen Hama`ya gideriz.
Şu yüzyılda İslam’ı yaşadıkları ve sevdikleri için kıyılan çocukları, anaları duyduk, gördük.
Zalim Saddam`ın zulmü altında bir sığınma ve kurtulma içgüdüsüyle Halepçe halkı İran`a yakın durdu. Halepçe halkının Müslüman ve Kürt kimliğinden dolayı 1988’de katliama tabi tutulduğunu duyduk ve buna şahid olduk! Öyle bir katliam ki kimyasal silahlarla beş bin Müslüman katledildi.
Filistin`de yıllarca mazlum kareler ve cihad eri mücahidler gördük. Cenin kampında, Sabra ve Şatilla’da, El Halil`de üç yıl önce Gazze’de, Mavi Marmara’da katliamlar gördük.
Nagazaki Hiroşima`ya dahi atılan bombalarla aynı mantıkla yapılan katliamlar gördük.
Bugün yanı başımızda bir müddet önce vahşetin ağababası Amerika`nın Afganistan`da ve Irak`ta kulakların işitmeye, gözlerin görmeye, idraklarin anlamaya dayanamadığı kan içiciliğini gördük ve buna şahid olduk!
Zalim Kaddafi’nin iman ve özgürlük mücadelesi veren Libya halkını paralı askerler eliyle kıyıma uğrattığını ve binlerin mazlumane katledildiğini gördük.
Bugün Suriye`de Katil Beşar Esad`ın gün aşırı ekranlara yansıyan katliamlarını görüyoruz, bombalanan mekânlar ve ibadet yerlerine şahid oluyoruz
Biz bu zulümleri tarih boyunca gördük/şahit olduk. Bizler nice Şeddad’lar, Firavunlar, Nemrutlar, Lenin`ler, Namübarek`ler, Saddam`lar, Beşar Esad`lar, Ebu Cehiller gördük…
Biz yine bu coğrafyada Zilan, Dersim, Maraş katliamlarını; Susa Camii vahşetini ve Başbağlar dehşetini yaşadık/şahit olduk. Sadece camiye gittikleri için zindanlarda tutulan, şehit edilen gençler gördük. Kapısına kilit vurulan medreseler, ahıra çevrilen camilere, sarıklı olduğu için seyyar mahkemelerce idam edilen âlimlere şahit olduk ve bunların Uhdud Ashabı misali hazin hikâyelerini dinledik.
Bu mazlum karelerin hatırlanması/hatırlatılması zalimin tanınması ve mazlumların zulmü def etmek için gayrete gelmesi amaçlıdır.
Zalim, zalimdir. Onun yurdu, zamanı, ırkı fark etmez. Allah’ın mülkünde Allah’ın dinine savaş açan zalimlerin mantığı hep aynıdır.
Onlar her zaman, mekân ve coğrafya`da halkları zayıflatıp kendi iktidarında köleler misali çalıştırmaktadır. Bu noktada başkaldıranları ise ya korkutmak, ya zindana atmak, ya sürgün etmek, ya da katliamlara başvurmak onların zalimane işidir.
Zalimler, kendi çirkin tabiatlarını uyan kirli işler peşinde koşarken aynı şekilde Mustazaflar da hak ehli olarak kendi pak fıtratlarının imanlı akışına mutabık ameller işleyip tarih boyunca nice kahramanlıklar sergilemişler;
Yakın gelecek hiç şüphesiz İslam’ındır. Çünkü bu İlahi bir vaaddir. İşte insanların adalete doyacağı adil sistemi de Allah’ın izniyle bu inkılapçı mazlum, mustazaf müminler inşa edecektir.
İBRAHİM DAĞILMA / İnzar Dergisi / Mart 2012