Ak Parti iktidarının hüküm sürdüğü dönemler ve beraberinde getirdiği siyasal değişim, bilinen dengeleri alt üst etti. Daha önceleri vesayet kurumlarının gölgesinde bir kahyalık kurumundan öte bir anlam ifade etmeyen siyasal iktidarlık olgusu, oluşan yeni durumla beraber farklı bir rol oynamaya başladı. Vesayet ile ifadesini bulan dönem eskide kalırken siyasi iktidarın daha etkin olduğu bir “Yeni Türkiye” olgusu literatürde yer almaya başladı.
Siyasal iktidarın belirleyici pozisyon kazanması, ister istemez seçim atmosferini de etkilemeye başladı. Müstakbel iktidar koltuğu, hem çekişme halindeki iç siyasi denklemi farklı mecralara taşıdı, hem de küresel aktörlerin daha fazla ilgisini çekmeye başladı.
Eski siyasal anlayışlar terk edildi, muhalefet namzetleri değişik operasyonlarla dizayna tabi tutuldu. Kadim düşmanlar ateşkes ilan etmekle kalmadı, yeni ittifaklar ya da gönül ittifakları inşa etmeye başladı.
Türkiye’de siyasal gidişatı yönlendirmek için iktidar olmanın önemi katlanarak arttı. Bunun yanında seçimlerden sonra kapsamlı bir anayasa değişikliği sözleri her tarafta dillendiriliyor. Buna karşı oluşan sağcı-solcu, Türkçü-Kürtçü koalisyon ise ilk etapta AKP’ye tek başına anayasa yaptırmamak, bu olmazsa yapılacak bir değişiklik paketinin referanduma götürülmesine engel olacak şekilde alan daraltmaktır.
Meclis’e girecek partiler ve çıkaracakları muhtemel vekil sayısı hemen hemen bellidir. Bu durum, istedikleri fırsatı statükoya vermeye yetmemektedir. Dolayısıyla kilit öneme sahip parti ister istemez meclise göndereceği bağımsız adaylarla BDP olacaktır. Zaten dikkat edilirse başta Doğan Medyası olmak üzere aynı paralelde yayın yapan tüm medya grupları, seçim nabzını BDP üzerinden tutma yarışına girmiş bulunmaktadırlar. Daha düne kadar terörist ilan ettikleri kişiler, bugün aynı medya grubunun gözdeleri haline getirilmiştir. Bu uğurda MHP’den hatta CHP’den esirgenen pozitif ayırımcılık BDP adaylarına tanınmaktadır.
Daha düne kadar Genelkurmay karargahını kıble belleyen, generallerin emr-i vaki sözlerini aktarırken kerameti kendinden menkul anlamlar yükleyen, satır aralarına dadanarak aldıkları brifingler doğrultusunda darbe müfessirliği yapan söz konusu medyanın köşe taşları, artık İmralı’ya, BDP kulislerine rota kırmıştır. Düne kadar tüm Kürtleri potansiyel terörist gören, kirli cinayetleri aklama rolü ifa eden, askeriye içerisindeki kirli yapılanmanın fütursuz icraatlarını “Emredersiniz!” mantığıyla savunan aynı medya, bugün tüm seçim stratejisini Kürtleri etkileme üzerine kurmuştur.
Siyasal gelişmeleri etkilemek için dün karargaha koşup generallerden medet uman medya duayenleri, bugün soluğu çadırlarda almaktadırlar. TSK’nın internet sitesine düşecek bildiri için daha düne kadar bilgisayar başında üç-beş nöbeti tutanlar, bugün ANF’nin başında nöbet tutar hale gelmiştir. Dün halkın yüzde 90’ı TSK’ya güveniyor diyerek askeri komutları halk iradesinin önüne geçirenler, bugün Kürt halkının tümünün “yegane temsilcisini” keşfetmenin telaşını yaşamaktadır.
Hatta aynı medya o kadar pervasız davranıyor ki, bu pervasızlığın son örneğini YSK’nın skandal veto kararında da gördük. YSK, bilindiği gibi son yargı düzenlemelerinden etkilenmeyen bir yapı konumundadır. Hatta bir çok uygulaması, daha ziyade AKP’yi hedef alan nitelikteydi. Dolayısıyla siyasallaşmakla suçladıkları normal mahkemeleri yerden yere vuran aynı medya, Candaş refleksiyle olacak ki, YSK’nın skandal kararını YSK bağlamında eleştirmek yerine bambaşka bir üslup tercihine yöneldi. Daha BDP yöneticilerinden açıklama gelmeden, resmen ve alenen şiddet çağrısına yöneldiler. Oluşacak şiddet ortamıyla bir taraftan şiddete ayarlanmış belli bir kitleyi harekete geçirmeyi hedeflerken, diğer taraftan da YSK’nın bunu dikkate alarak geri adım atmasına odaklandılar. Nitekim ilgili medyanın şiddet çağrısı karşılığını bulmada gecikmedi. İstanbul, D.Bakır, Van gibi iller başta olmak üzere bir çok yerde milletin ev ve işyerleri kundaklamalara maruz kaldı. Böylece bir kez daha BDP’ye göz kırpıldı. YSK geri adım sinyali verdi, kazanan bir kez daha şiddet oldu. Başta ilgili medya olmak üzere “duyarlılık” gösteren kimi siyasi çevreler, böylece bağımsız adayların müstakbel hesaplar için önemini bir kez daha vurgulamış oldular.
Oluşan manzaraya bakınca insan ister istemez “komplo teorisi” üretemeden edemiyor: Acaba BDP’yi belli bir kıvama sokmak için YSK ile el ele verilerek mi böyle bir senaryo devreye sokuldu?.. Eğer veto kararı, YSK’nın da içinde bulunduğu kapsamlı bir komplonun ürünü değilse, geçen dönem vekillik adayı başvuruları kabul edilen ve hala vekil olanların bu dönemde veto edilmesinin mantıklı bir izahı var mıdır? Çocukların bile düşmekten imtina edeceği böyle bir çelişkiye yılların yargıçları nasıl düşebilir?
BDP veya PKK kurmayları kendilerine yönelen statükonun ilgisini kurumsal anlamda nasıl yorumladıklarını bilmiyorum. Ama yerel ve uluslararası çıkar ve baskı gruplarının tetikçiliğini yapan aynı medya ve siyasi çevrelerin Kürtlerin dostu olmadıkları, geçmiş dönemlerdeki uygulamalarıyla sabittir.
Çıkar grupları ve şiddet sponsorları, oluşan karmaşa tablosunun sefasını nasıl çıkaracaklarını hesap ederken cefayı çeken de Kürt halkı olmaktadır.
Hüseyin Sağlam / Doğruhaber