Biliniz ki dünya, din yolunun konaklarından bir konak, yolcuları Allahü Teâlâ`ya götüren bir yol, misafirlerin azıklarını alabilmeleri için açıkta kurulmuş süslü bir pazardır.

Dünya ve âhiret, senin iki hâlinden ibarettir: Ölümden Önce olup, ama ona çok yakın olana “DÜNYA”, ölümden sonra olana ise “AHÎRET” denir. Dünyadan maksat, âhiret için azık toplamaktır. Çünkü, insan yaratıldığı zaman sade ve noksan [eksik] yaratılmıştır. Fakat, kemâle gelmek ve meleklerin hâlini kalbine nakşetmek liyakatindedir.

Böylece Allahü Teâlâ`ya lâyık kul olur. Bu; hidâyete kavuşmak, ya da Allahü Teâlâ`nm cemâlini seyredenlerden olur mânâsındadır. Onun nihaî saadeti budur. Cenneti budur ve o, bunun için yaratılmıştır.

Gözü açılmayınca seyredemez ve O cemâli idrak edemez [anlayamaz]. Bu ise marifetle elde edilir. Allahü Teâlâ`nın cemâlinin marifetinin anahtarı, onun sun`undaki [yaptığı, yarattığındaki şaşılacak] hâllerin bilinmesidir.

Bu sun`unun anahtarı, Önce insanın duygularıdır. Bu hisler [duygular] ancak, su ve topraktan meydana gelmiş bu bedende bulunurlar. O hâlde, bunun için su ve toprak âlemine düştü. Ancak bu şekilde, bu azığı elde eder, hisleriyle kendinin dışında olanları bilir. Kendini tanımak anahtarı ile de, Allahü Teâlâ`yı tanımaya kavuşur.

Bu hisler onda olduğu ve faaliyet gösterdikleri müddetçe o kimseye, “Dünyadadır”, derler. Hislere veda edip kendi [zâtı] ve zâtına ait sıfatları [kendine ait hususiyetleri] kalınca ona, “Ahirete gitti”, derler. O halde insanın dünyada bulunmasının sebebi budur.