TARİHTE BUGÜN/ DOĞRUHABER / İSTANBUL / 13 MART

624: Bedir Savaşı yapıldı.

1781: Alman kökenli İngiliz gökbilimci William Hershel, (Wilyım Herşel) Güneş sisteminin yedinci gezegeni Uranüs gezegenini keşfetti. Uranüs'ün daha önceleri bir yıldız olduğu sanılıyordu.

1881: Rus Çarı II. Aleksandr (Aleksandır) öldü. II. Aleksandr, Şeyh Şamil'in kendisine karşı mücadele ettiği Rus Çarıdır. Kafkasya'yı kana boğup Ruslaştırmak için elinde geleni yapan ve karşısında Şeyh Şamil'i bulan II. Aleksandr, dünya zahiriyle başarı elde etmişse de hakikatte İmam Şamil'in ve Kafkas bahadırlarının karşısında zilleti tatmıştır.

1890: I. İdris doğdu. Tam adı Sidi Muhammed İdris El Mehdi es-Senusi olan I. İdris, Libya'nın 1951'de bağımsızlığını kazanmasından sonra ilk kral olarak tahta geçti. 1902'de babasının ardılı olarak, merkezi Berka'da bulunan Senusiye tarikatının başına geçti.Ama henüz reşit olmadığından tarikatın fiili önderliğini kuzeni Ahmet eş-Şerif üstlendi.1916'da bu görevi kuzeninden devraldı.İlk iş olarak, 1911'de Libya'yı istila etmiş olan İtalyanlarla anlaşmak için harekete geçti. Onun tüm anlaşma çalışmalarına karışın İtalyanlar, 1922 İlkbaharında Trablus bölgesini istila edince kabileler İtalyanlar karşısında güçlü bir birlik oluşturmak ve etkin bir direniş gösterebilmek amacıyla İdris'ten hareketin önderliğini üstlenmesini istediler. Ama direnişin sonuç vermeyeceğini düşünen İdris, bu öneriyi geri çevirerek Mısır'da sürgün yaşamını seçti ve Libya cihadından yüz çevirdi. Libyalılar Ömer Muhtar önderliğinde İtalyanlara karşı mücadele ederken o, Mısır'da uzaktan "bekle gör" politikasıyla seyretti. 1942'de Libya 2. Dünya Savaşı sırasında İngilizlerce işgal edilince Libya'ya temelli dönmek yerine bir süre daha Mısır'da kalıp yandaşlarını uzaktan yönlendirmeyi sürdürdü. Şartlar dönüşü için müsait olunca 1947'de Libya'ya döndü ve Aralık 1951'de kral diye Libya Halkının başına geçti. 1969 yılında ise Albay Muammer Kaddafi tarafından devrildi. Birinci İdris bir süre Yunanistan'da kaldıktan sonra siyasi mülteci olarak Mısır'a gitti. 1974'te Libya'da yolsuzluk suçlamasıyla hakkında dava açıldı ve gıyabında yargılanarak mahkûm edildi. Ama ülkesine dönmeyerek Kahire'de sürgün yaşamını sürdürdü.

1990: Hava Kuvvetleri'nden, 'irtica' nedeniyle 146 subay ve astsubayın daha ordudan ilişiği kesildi.

1992: Erzincan`da 6.3 şiddetinde bir deprem meydana geldi. 498 kişi hayatını kaybederken, 100.000'e yakın kişi, evsiz kaldı.

1995: Bir gün önce meydana gelen olayın akabinde binlerce kişi Gazi Mahallesinde protesto gösterisi yapmak üzere toplandı. Sol örgütlerin yönlendirmesiyle ile harekete geçen halk ve karşılıklı ateş açınca ortalık bir anda savaş alanına döndü. Olaylarda 17 kişi hayatını kaybederken, onlarca kişi yaralandı. Olayların giderek tırmanması üzerine Valilik, Gazi Mahallesi'nde sokağa çıkma yasağı koydu. Bir gün önce Alevilerin yoğun olarak yaşadığı Gazi Mahallesinde bir kahvehane taranmış, bir alevi dedesi öldürülmüştü. Saldırganlar gasp ettikleri taksiyle kaçtıktan sonra taksicinin de boğazını keserek öldürmüştü.

1996: İskoçya'nın Dunblane kasabasındaki Dunblane İlkokulunda okulu basan silahlı bir kişi 3 dakika içinde sınıf öğretmeni ve 5-6 yaşlarındaki 16 çocuğu öldürdü. Saldırıdan sonra saldırgan kendi kafasına kurşun sıkarak yaşamına son verdi. Haksız yere cana kıymak, insan hayatına son vermek Kur'an'ın şiddetle men ettiği bir şeydir. İnsan öldürmek tabi ki, hoş bir durum değildir. Lakin insan öldürmenin, cinayetin sebeplerine göre ayrı ayrı değerlendirilmesi gerekir. Bu manada Doğu'da da insan öldürmek cinayettir, Batı'da da.. Ama yıllar önce geçen bir araştırmada İslam ülkelerinde yaşanan cinayetlerin bir sebebe dayandığı, bir kızgınlık anında veya kimi gerekçelerle işlendiği Batı'da ise, modernizmin yetiştirdiği insan tipinde cinayetlerin sapıkça ve psikopatça işlendiği, zevk tatmini yapıldığı gözler önüne seriliyordu. Gerçekten de eskiden insanları bazı gerekçelere dayanarak öldüren katil tiplemesi günümüzde insan kanını donduracak bir şekle büründü. Bu da vicdani değerler üzerinden insan üzerinde kontrol kuran etkenlerin modernizm ile yok edilmesiyle bu hale geldi. Bahçesine giren ineğin sahibini öldüren katil profilinin yerini kravatlı, tahsilli katiller aldı ki, bunların işledikleri cinayetler daha sapıkça ve psikopatça. Hem cinayetin niteliği de tüyleri diken diken edecek bir hal aldı. Bu cinayet şekillerine Batıda sıkça rastlanmakla beraber seri katil cinayetleri veya toplu katletmeler Batı cinayetlerinin korkunç yönünü oluşturuyor. Ya Batının ürettiği katil ruhlu adam gidip bir yerde toplu cinayet işliyor ya da yakalanıncaya kadar ardıl ve seri cinayetler işliyor. Dediğimiz gibi, insan hayatını sonlandırmanın haklı tarafı olmaz ama Doğu toplumlarında cinayetler bu kadar vahşiyane boyutlara varmıyor.

1998: Başbakanlığa bağlı kurulan Sivil Çalışma Grubu hazırladığı raporda; “Kamu görevlileri ile öğrencilerin, devlet daireleri ile okul ve üniversitelerden oluşan eğitim kurumlarının kapalı mekanlarına türbanla girmesi disiplin suçu oluşturur” denildi. "Sivil Çalışma Grubu" 28 Şubat sürecinde askere istihbarat sağlamak amacıyla dönemin başbakanı Mesut Yılmaz tarafından oluşturulmuş istihbarat ağıdır. Siviller üzerinden toplanan istihbarat burdan askere aktarılıyor ve askerin getirdiği uygulamaların uygulanıp uygulanmadığı kontrol ediliyordu.

2006: Amerika'da 11 Eylül saldırılarının tek sanığı olan Fas asıllı Fransız Zekeriya Musavi davasında tanıkların yalan söylemeye yönlendirildiği ortaya çıktı. Yargıç, tanıklıkları iptal etti ve duruşmayı askıya aldı. 1968 doğumlu Zekeriya Musavi,  Fas kökenli Fransız vatandaşıdır. 11 Eylül 2001 Saldırıları'na yol açan planlara karıştığı iddiasıyla Amerika'da yargılanan tek kişi olup4 Mayıs 2006 hayat boyu hapis ile cezalandırılmıştır.

2009: Irak'ın Ebu Garib cezaevinde Amerikan askerlerinin Iraklılara yaptığı işkenceleri ortaya çıkaran araştırmacı-gazeteci Seymour Hersh, (Seymur Herş) katıldığı bir panelde; "11 Eylül'den sonra ki, daha bunu yazmadım. CIA, "devlet düşmanı" oldukları düşünülen insanları hiçbir yasal izin almadan infaz ediyordu. Bunlar bağımsız hareket özel bir kanat. Kimseye hesap vermezler. Bush döneminde sadece eski başkan yardımcısı Dick Cheney'e (Dik Çenêy) bilgi verirlerdi. Kongre'nin de araştırma imkanı yoktu. Bu bir suikast infaz timiydi ve hala da devam ediyor. Bush döneminde çeşitli ülkelere gidiyor, büyükelçi veya CIA istasyon şefleriyle konuşmuyor, listedeki insanları buluyor, hepimiz adına onları öldürüp dönüyorlardı. Bu çok iyi eğitilmiş kişiler bunu Amerika'yı korumak adına yaptıklarını düşünüyor ve bunları cinayet olarak görmüyorlar" diyerek CIA içinde ABD ve dünyada "devlet düşmanlarına" suikastlar düzenleyen "İnfaz Timi" olduğunu iddia etti.

2009: Ergenekon soruşturmasını yürüten savcılar tarafından hazırlanan 1909 sayfalık ikinci iddianamede Anayasa Mahkemesi Başkan Vekili Osman Paksüt'ün eşi Ferda Paksüt'ün yanı sıra AK Parti eski Milletvekili Turhan Çömez de yer alıyor. İddianamede "yakalamalı şüpheli" olarak yer alan Çömez, Ak Parti Genel Başkan Özel Kalem Müdürlüğü ve Danışmanlığı da yapmıştı. Ergenekondan tutuklanması çıkan birinin, Ergenekon'un en büyük hedefi olan Erdoğan'a bu kadar sokulmuş olması şaşkınlığa sebep olmuştu.

2011: Japonya'yı önceki gün vuran depremde ölü ve yaralı sayısı her geçen dakika artıyor. Resmi rakamlar, ölümlerin doğrulanmış olması şartını öne sürerek ölü sayısı hâlâ yüzlerle ifade ediliyor, ancak sadece Miyagi bölgesindeki küçük bir kasabada 9 bin 500 kişiye ulaşılamadığı açıklandı. Sadece Sendai kentinde limanda 300 kişinin cesedi bulundu. Deprem ve ardından gelen tsunaminin etkilediği alan gözönüne alındığında facianın boyutları tahminlerin ötesine taşınıyor. Hükümetin ilan ettiği ölü sayısı henüz 700'e ulaşmadı. Gayri resmi rakamlar da ölü sayısını 1700 civarında gösteriyor. Ancak kurtarma çalışmalarının devam ettiği yerlerden yeni bilgiler geldikçe felaketin büyüklüğü ortaya çıkıyor.

2012 : Türkiye, Milyonlarca Müslümanın Kanında Eli Olan Abd İle Konya`da Ortak Hava Tatbikatı Başlattı.

Büyük Tepki Alan Ve Bu Tatbikat Kime Karşı Dedirten Girişime Başka Bir Ülke Alınmadı.

10 Gün Boyunca F-16 Jetleriyle 400 Sortinin Yapılacağı Tatbikatın Öncelikli Amacının Sözde İki Ülkenin Hava Kuvvetleri Arasındaki Uyumun Artırılması Olduğu Belirtildi.
Suriye İle Gerginliğin Arttığı Bir Dönemde Böyle Bir Tatbikatın Düzenlenmesi Tepkiyle Karşılandı.

MERCEK

13 Mart 624: Bedir Savaşı yapıldı.

Bedir Savaşı, sayıca iki küçük ordu arasında yapılmasına rağmen sadece İslam tarihi açısından değil Dünya Tarihi açısından da önemli bir yere sahiptir. Zira o gün, İslam ordusu yenilmiş olsaydı İslamın günümüze gelişinde değişiklik olacağını farazi olarak varsayabiliriz. Hatta belki böyle bir din olmayabilirdi de..! Tabi, bunu farazi bir kıyasla Bedir Savaşının önemine vurgu yapmak için söylüyoruz. Yoksa Alemlerin Rabbi her şeyi zaten takdir etmişti.

Mekke döneminde Kamer suresi  45. ayet nazil olup da "Yakında o cemaat bozulacak, arkalarını dönüp kaçacaklar!" diye buyrulduğunda Hz Ömer, "Bu âyet nazil olduğu zaman, kendi kendime:

'Acaba hangi cemaat bozguna uğratılacak ve kimlere galebe çalınacak?!' demiştim.

Bedir günü gelip de Resûlullah'ın zırhını giyinmiş olduğu halde bu âyeti okuduğunu görünce, anladım ki, Yüce Allah meğer Kureyş müşriklerini bozguna uğratacakmış!" şeklinde bir anısını anlatır.

Bedir Savaşı, iki ordunun iradesiyle yaptığı bir savaş değildir. Bu savaşı, düşmanlarına zilleti tattırmak için Allah Azze ve Celle murad etmişti. Zira müslümanlar Bedir'e çıkarken Mekke'ye giden bir kervanı ele geçirmek için çıkmışlardı. Resulullah onlara yanlarına sadece yol silahlarını almalarını söylemiş, ağır savaş silahlarını bırakmışlardı. Müslümanların niyeti, Mekkeli müşriklerin kervanına el koyup Medine'ye getirmekti. Bunun için de büyük çaplı bir savaşa gerek yoktu. Ancak Müslümanların Medine'den çıktığını haber alan Ebu Süfyan kervanı ani manevrayla müslümanların eline geçirmekten korumuş ve Mekke'ye haber salarak yardım istemiştir. 1000 develik kervanda anlatılana göre sermayesi olmayan Mekkeli yoktur. Kureyş kabilelerinden kadın erkek herkesin sermaye veya mal koyarak katıldığı 50.000 dinar sermayeli, 1000 develik mal yüklü büyük ticaret kervanı yüzünden tüm Mekke'ye bomba gibi şu haber düşmüştür: Muhammed adamlarıyla beraber kervanımızı ele geçirmek için yola koyulmuştur. Başını Mekke ekabirlerinin çektiği müşrik önderlerin de teşvikleriyle sayısı 900 ila 1000 arasında değişen bir askeri birlik oluşturularak yola çıkılmıştır. Mekkeliler hem sayıca hem de teçhizat açısından üstündürler. Bu durum onları kendinden emin yapmakta ve savaşı kazanacaklarına dair kuşku bırakmamaktadır. O sırada müslümanlar da Mekke Müşrik ordusundan haberdar olur. Büyük bir kervanı ele geçirecekleri vaadiyle Allah Resülü ile yola çıkan müslümanlar, ganimetçe büyük bir kervan beklerken karşılarına güçlü bir ordu çıkar. Ama tarih bu durumda bile Allah Resülüne yapılan en ufak bir sitemi, bir endişeyi, bir itirazı kaydetmiş değildir.

"Hani, Allah, size iki taifeden birinin muhakkak sizin olacağını va'd etmişti. Siz ise, kuvveti ve silahı bulunmayanın (ticaret kervanının) size nasip olmasını arzu ediyordunuz. Halbuki Allah, emirleriyle, hakkı açığa vurmayı, kâfirlerin kökünü kesmeyi, hakkı yerleştirmeyi, batılı ortadan kaldırmayı istiyordu-mücrimler hoşlanmasa da!" (Enfal suresi 7 ve 8. ayetlerin meali)

İşte kervan yerine karşılarında büyük ve güçlü bir ordu bulan ashab-ı güzide radiyallahu anhum, bu andan itibaren bir destan yazar.

Resulullah Ramazan ayının 8 veya 12. günü yola çıkmıştı. Kureyş müşriklerinin kervanlarını korumak üzere gelmekte oldukları haberi alınınca, Peygamberimiz durumu ashabına duyurdu ve Müslümanları müşriklerle çarpışmaya hazırlamak istedi: "Yüce Allah, iki taifeden birisini bana va'd etti: ya kervan, ya Kuneyş ordusu! Kureyş ordusu Mekke'den çıkmış, size doğru geliyor! Ne dersiniz? Size kervan mı, yoksa Kureyş ordusu mu daha iyidir?" diye sordu.

"Hayır! Bize düşmanı karşılamaktan ise, kervanın üzerine düşmek daha iyidir!" dediler.

Peygamberimiz Aleyhisselamın yüzünün rengi değişti ve:

"Kureyş ordusu Mekke'den çıkmış, size doğru geliyor!

Ne dersiniz? Size kervan mı, yoksa Kuneyş ordusu mu daha iyidir?" diyerek, sorusunu tekrarladı ve:

"Kervan deniz sahiline doğru geçti, gitti!

Şu Ebu Cehil ise, üzerinize geliyor!" buyurdu.

"Yâ Rasûlallah! Sen kervana bak! Düşmanı bırak!" dediler.

Peygamberimiz Aleyhisselam kızdı, ayağa kalktı. Hz. Ömer ve Hz. Ebu Bekir orada küçük bir hitabta bulunduktan sonra Mikdat bin Amr kalktı ve "Yâ Resulallah! Allah'ın emrettiği şeyi yerine getir! Biz senin yanındayız!

Vallahi, biz sana, İsrail oğullarının Musa Aleyhisselama dediği gibi, 'Sen ve Rabbin gidip savaşın! Biz muhakkak burada oturucuyuz!' demeyiz.

Fakat, 'Sen ve Rabbin gidip savaşın! Biz de sizinle birlikte savaşıcılarız!' deriz.

Seni hak din ve Kitabla peygamber gönderen Allah'a yemin ederiz ki, sen bizi Birkü'l-gımad'a kadar yürütecek olsan, oraya varıncaya kadar seninle birlikte gider, senin önünde savaşırız!" dedi. Resulullah (asv) ona dua edip Ensarın da görüşünü almak istedi. Çünkü Ensar'ın Resulullah'a yaptığı biat Medine dışındaki savaşları kapsamıyordu. Bunun üzerine, Sa'd b. Muaz: "Biz sana iman etmiş, seni doğrulamış, bize getirdiklerinin hak ve gerçekliğine şehadet getirmiş, bu yolda dinlemek ve itaat etmek üzere sana kesin sözler de vermiş bulunuyoruz!

Ya Resulallah! Sen, istediğini yap! Seni hak peygamber gönderen Allah'a yemin ederim ki, sen bize şu denizi gösterip dalsan, seninle birlikte biz de dalarız, içimizden hiç kimse geri kalmaz!

Senin yarın bizi düşmanımızla karşılaştırmandan da hoşnutsuzluk göstermeyiz.

Savaşta sabır ve sebat göstermek, düşmanla karşılaşınca da sadakatten ayrılmamak, bizim şiarımızdır.

Umulur ki, Allah, sana bizden, gözünü aydın edecek şeyler gösterecektir!

Yürüt bizi Allah'ın bereketine doğru!" dedi.

Sa'd b. Muaz'ın sözleri Peygamberimiz Aleyhisselamı sevindirdi, neşelendirdi ve:

"Haydi, yürüyünüz Allah'ın bereketine doğru!

Size müjdelerim ki; Allah, bana iki taifenin birini va'd buyurdu.

Vallahi, şu anda, sanki o kavmin vurulup düşecekleri yerlere bakıyor gibiyim!" buyurdu

Kureyş müşrikleri Bedir'e daha önce gelerek bir kum tepesinin arkasındaki Yelyel vadisinin Medine'ye en uzak olan kıyısında konaklamışlardı.

Su kuyuları ise, Yelyel vadisinin Medine'ye en yakın olan kıyısında bulunuyordu. Peygamberimiz Aleyhisselam mücahidlerle birlikte Bedir'e en yakın olun suyun başına gelip ineceği zaman, Hubab b. Münzir bir edep ile ayağa kalkarak " Yâ Rasûlallah! Burası, konak yeri olmaya elverişli değildir. Sen bizi buradan kaldır!

Kureyşîlere en yakın olan bir suyun başına gidelim ve orada konaklayalım. Başında konakladığımız suyun gerisindeki bütün kuyuları kapatalım.

Başına indiğimiz suyun üzerinde bir havuz yapalım ve içini su ile dolduralım.

Kureyşîlerle savaşırken biz havuzumuzdan içelim, onlar içemesinler (susuz kalsınlar)" dedi. Ve öyle yaptılar.

İki ordu da kendi yerlerini alınca Peygamberimiz Aleyhisselam Hz. Ömer'i Kureyşîlere göndererek:

"Geri dönüp gidiniz! Sizden başkasıyla çarpışmak, bana, sizinle çarpışmaktan daha yeğdir!" buyurdu.

Hakîm b. Hizam:

"Bu, insaflı bir davranıştır! Onu hemen kabul ediniz!

Vallahi, bu insaflı davranıştan sonra, sizin hakkınızda insaflı davranılmaz!" dedi.

Ebu Cehil:

"Allah bize onlardan öç almak fırsatını verdikten sonra, öcümüzü almadıkça, andolsun ki, geri dön¬meyeceğiz; onlara hadlerini bildireceğiz ki, bundan sonra ne gözcü çıkarabilsin ne de kervanımızın önüne geçilebilsin!" diyerek kendi sonunu getirecek olan savaşa hevesini gösterdi.

Bu arada Umeyr b. Vehb müşrikler adına keişf yaparak istihbarat topladı. Müşriklerin yanına geldiğinde "Müslümanların sayısı 700'dür. Bir kaç eksik bir kaç fazla.. 70 develeri, iki de atları var. Öyle bir cemaat gördüm ki; onların yanlarında kılıçlarından başka ne bir savunacakları, ne de bir sığınacakları var. Vallahi, benim gördüğüm şey; bizden bir adam öldürülmedikçe, onlardan bir adam öldürülmeye¬cektir. Onlar sizden sayıları kadar adam öldürdükten sonra, yaşamakta ne hayır kalır?" dedi.
Kureyş müşrikleri, Umeyr b. Vehb'den sonra, süvarilerinden Ebu Üsâme el-Cüşemî'yi de gönderdiler.

Dolaşıp gelince, ona:

"Ne gördün?" diye sordular.

Ebu Üsâme el-Cüşemî:

"Vallahi, ben ne kısır, iri develer, ne atlar, ne de sayıca çokluk ve hazırlık gördüm!

Fakat, vallahi öyle bir cemaat gördüm ki, onlar ailelerine dönüp gitmeyi istemeyen, ölmeyi isteyen bir cemaattırlar!

Kendilerinin kılıçlarından başka ne bir savunakları, ne de bir sığınakları var!

Onlar, sanki, kalkanlar altında parıldayan gök gözler!" dedikten sonra, "Onların gizlenmiş olanları veya yardımcıları da bulunmasından korkarım!" deyip vadiyi tekrar dolaşarak geldi ve:

"Onların ne gizlenmiş olanları, ne de yardımcıları var!

Artık, siz gereğini ona göre düşününüz!" dedi.

Bazı müşrikler iyi niyetle savaşı engellemeye çalışsa da başını Ebu Cehil'in çektiği grup ısrarla savaşta direttiler ve nihayet iki ordu birbiriyle savaşa başladı. Savaş sonucunda Kureyş müşriklerinden 70 kişi öldürüldü ve bir o kadar da esir edildi. Ölülerinin arasında Ebu Cehil, Utbe b. Rebia, Şeybe b. Rebia, Ümeyye b. Halef gibi şirk devletinin önderleri de vardı ve öldürülen müşrikler bir kuyuya atılarak kuyunun üstü kapatıldı. Müslümanların altısı Muhacirlerden, sekizi de Ensardan olmak üzere 14 şehid verdiği Bedir Savaşına katılan tüm zamanlarda övgüyle anılmış Allah Resulü farklı vesilelerle Bedir'e katılanların geçmiş ve gelecek günahlarının bağışladığını bildirmiştir.