15 Kasım 1935'te TBMM'nin çıkardığı 2845 numaralı kanunda ödenek dışında tutulan cami ve mescitlerin kapatılacağı veya başka bir şekilde istifade edileceği belirtilir.
Söz konusu bu kanundan hemen sonra yüzlerce camii ya kapatıldı ya da başka bir amaçla kullandı. Tokat'taki Kâbe Mescidi uzun bir süre tuz deposu, Diyarbakır Ulu Camii depo, Nebi Camii ise askerler için ambar olarak kullanıldı. Birçok camii ise satıldı.
İsmet İnönü döneminde başka amaçlarla kullanılan ve yıkılan camii sayısı 900'ü buluyor. Bu camilerin önemli bir kısmı depo, samanlık, ahır, CHP ocağı olarak kullanıldı. Bazı camiler de işyeri ve hana dönüştürüldü.
Mardin'in Kızıltepe ilçesinde bulunan 800 yıllık Koçhisar, Dunaysır ve Camîya Xerabe olarak adlandırılan Ulu Camii ise ahır olarak kullanıldı.
Artukoğulları'ndan Yavlak Arslan tarafından 1200'lü yıllarda yapımına başlanan ve kardeşi Artuk Arslan tarafından 1204 yılında tamamlanan Kızıltepe Ulu Cami, bu günlerde tarihi yapısına uygun restore ediliyor. Ahır olarak kullanılan cami, yapılan zulümlerin izlerini duvarlarında taşıyor.
O döneme bizzat şahit olan 86 yaşındaki Hüseyin Kılıçaslan, İLKHA'ya zulümlerin izlerini gösterdi ve son anda yıkılmaktan kurtarılan caminin hikâyesini anlattı.
Caminin içerisinde atların bulunduğunu gözleriyle gördüğünü söyleyen Kılıçaslan, cami kolanlarının delinerek atların bağlandığını ve bu izlerini halen durduğunu belirtti.
Kılıçaslan, caminin içerisinde gezinirken "Hey gidi günler!" diyerek hayıflanan Kılıçaslan, "Eskiden buranın içinde hayvanlar dolaşıyordu ve askerlerin atları bağlıydı. Allah, bu camiyi restore edenlerden razı olsun. Camilere sahip çıkanlar, camileri onaranlar, camileri yaptıranların yeri cennettir inşallah. Atların bağlandığı yerler hâlâ duruyor. Duvarları, kirişleri delerek atlarını bağlıyorlardı." diye konuştu.
"Caminin taşlarıyla karakol yapıldı"
Kılıçaslan, "Benim dedem Kızıltepe'ye geldiği zaman sadece 6 hane vardı, 7'nci hane olarak biz buraya yerleştik. O zaman buraya Koçhisar deniliyordu. Bir köy gibiydi. Sonra Nahiye olunca babam da muhtar oldu. Babam, 1960 yılına kadar buranın muhtarlığını yaptı. Bir dönem geldi insanlar koyunlarını camiye bırakıyorlardı, asker de atlarını bağlıyordu. Aslında camiyi yıkacaklardı. Caminin taşlarıyla jandarma karakolu yaptırıldı. Eski kaymakamlık yeri de caminin taşlarından yapılmıştır. Onu bu şekilde biliyoruz, çünkü görmüşüz." diye konuştu.
"Uzun bir süre ibadete kapatıldı"
Ahır olarak kullanılan caminin daha sonra ibadete kapatıldığını ifade eden Kılıçaslan, şunları söyledi: "Bir gün Fevzi Çakmak'ın buradan geçeceği söylendi. Babam da muhtar olduğu için yola çıktı ve bekledi. Çakmak'ın aracı geçince babam ona caminin durumunu anlattı. Anlattıktan sonra Çakmak, camiyi görmek istedi. Babam ile camiye geldiler. Sonra emir verdi ve caminin önü duvar ile kapatıldı, kimse girmesin diye. Ondan sonra kimse camiye giremiyordu, bayramdan bayrama gelip namaz kılıyorduk. Hatırlıyorum, sadece bayram sabahı camiye gelip namaz kılar ve sonra da çıkardık. Tabi o dönem kimse konuşamıyordu, insanlar korkuyordu. Benim bir takkem vardı. Süvari Mir Alayı gelmişti buraya, Ali Komutan vardı. Başımdaki takkeyi çıkartıp yere atıp vurmaya başlamışlardı."
"İçimiz yanıyordu fakat elimizden bir şey gelmiyordu"
Çocukken sürekli camiye geldiğini ve o denim Ulu Camii'den başka bir caminin de olmadığını söyleyen Kılıçaslan, çocukluk yıllarını cami etrafından geçirdiğini söyledi.
Kılıçaslan, "Allah rahmet etsin, Hoca İhsan adında bir imam vardı ama camide Kur'an dersi bile veremiyordu. Camide Kur'an okumak yasaktı. Savcı vardı, babamın yanına gelerek, 'Çocuklar camiye gitmesin, Kur'an okumasın.' derdi. Ben de bunun üzerine yakın köylere giderek, Kur'an dersi almaya başladım. Sabah köye gidiyordum, akşam dönüyordum. Bu şekilde Kur'an-ı Kerim'i bitirdim. Camide namaz kılınmıyor ve Kur'an dersi verilmiyordu. Camiyi ahıra çevirmişlerdi. İçimiz yanıyordu fakat elimizden bir şey gelmiyordu." diye konuştu.
"Restorasyonun yapılmasına çok sevindik"
Şu an camide restorasyon çalışması başlatıldığını, bunun da sevindirici olduğunu kaydeden Kılıçaslan, "İnşallah camiyi eski haline getirecekler ve amacına uygun olarak kullanılacak. Biz bu camilerin sayesinde yaşıyoruz. Bütün dünyaya meydan okumamızın sebebi bu camilerdir. Okunan ezanlar ve kılınan namazlardır. Ölümden korkmayan bir millete karşı tüm dünya birleşse ona bir şey yapamaz." dedi.
"Zulümler anlatılırken insanın ağlamaması mümkün değil"
Yaşadıklarının yanında kendisinden büyük olanların kendilerini yapılan zulümleri anlattıklarını dile getiren Kılıçaslan, özellikle Ermenilerin yaptıkları zulümlerin tarifsiz acı olduğunu söyledi.
Kılıçaslan, son olarak şunları söyledi: "Büyüklerimiz bize Ermenilerin yaptığı zulümleri anlatırken hüngür hüngür ağlıyorduk. O zulümleri anlatırken insanın ağlamaması mümkün değildi. Ermeniler, Ruslarla beraber bütün köyleri, kazaları basıp insanlarımızı katlediyorlardı. Hamile olan kadınlara önce tecavüz ediyorlardı sonra da karınlarını deşip bebeği de iki parça yapıp atıyorlardı! Öyle zulüm yapmalarına rağmen Fransa utanmadan 'Ermeni katliamı yapıldı!' diyor. Ermenilerin bizzat kendileri katliam yaptı." (M. Salih Keskin, Mehmet Aslan - İLKHA)