TARİHTE BUGÜN / DOĞRUHABER HABER MERKEZİ/  8 MART

1403: Osmanlı padişahı Yıldırım Beyazıd öldü. Yıldırım Beyazıd 1. Murad'ın oğludur. Babası Kosova savaşında öldürüldüğünde Yıldırım Beyazıd savaş alanındaydı. Hemen babasının öldürüldüğü haberi verilerek kendisine biat edildi. Yıldırım Beyazıd biat töreni biter bitmez düşmanla savaşmakta olan kardeşi Yahya Çelebi'yi "Baban seni çağırıyor" diye çağırtarak çadırda boğdurttu. Ancak asker buna, zamanın tarihçilerinin tabiriyle "Yahya'nın öldürülmesi o gece askeri ızdıraba düşürdü" denilerek ciddi bir şekilde tepki göstermiştir. Yıldırım Beyazıd, bu tepkiden kurtulmak için Yahya Çelebi diğer adıyla Yakup Çelebi'yi umera ve ulemanın onayı ve baş vezir Ali Paşa'nın buyruğu gereği idam ettirildiği propagandasını yaydı. Ancak bu hoşnutsuzluk tarihçilerin yorumuna göre devam etti ve Yıldırım Beyazıd'ın Timurlenk karşısında yenilmesinin sebeplerinden biri oldu. Zira Beylikler intikam almak için Timur'a destek verdi.

Yıldırım Beyazıd, Ankara Savaşında Timurlenk karşısında yenilgi alarak esir düştü. Timurlenk gibi bir zalim ona olmadık aşağılayıcı muamelelerde bulundu. Örneğin bir keresinde onu tahtının önünde yere sererek sırtına basıp tahta çıktı. Yıldırım Beyazıd, Timur'un tahtının önünde yere seriliyken Beyazıd'ın haremindeki tüm kadınlar ve hizmetçi bayanlar salona getirildi. Bu, Yıldırım Beyazıd'a akşam onlara ne yapılacağının haber verilmesiydi. Bu şekilde esarete dayanamayan Yıldırım Beyazıd, Tarihin en büyük zalimlerinden biri olan Timur'a esir düştükten 7 ay sonra öldü. "Yıldırım Beyazıd'ın boğdurttuğu kardeşi Yakup Çelebi, Osmanlı tarihinde saltanat hırsı nedeniyle öldürülen ilk şehzadedir" bilgisini insan aklında tutunca Beyazıd'ın sonunu için "mazlumun aheste aheste çıkan ahı" demek içten bile değil.

1857: ABD'nin New York kentinde 40.000 dokuma işçisi daha iyi çalışma koşulları istemiyle bir tekstil fabrikasında greve başladı. Ancak polisin işçilere saldırması ve işçilerin kendilerini fabrikaya kilitlemesi, arkasından da çıkan yangında işçilerin fabrika önünde kurulan barikatlardan kaçamaması sonucunda çoğu kadın 129 işçi can verdi. ABD'de kadın işçilerin bu katledilişi nedeniyle, Kopenhag'da 1910 yılında toplanan Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansı'nda 8 Mart, Dünya Emekçi Kadınlar Günü olarak belirlendi. 8 Mart, 1975'te ise BM tarafından Dünya Kadınlar Günü ilan edildi.

1906: Moro Krateri Katliamı: ABD askerleri Filipinlerde bir kraterde saklanan silahsız erkek, kadın, çoluk çocuk demeden 900 müslümanı şehid etti.

1924: Şer'i ölçüler içinde hüküm veren ve yetkin kadıların yürüttüğü dini mahkemeler kaldırıldı.

1963: Suriye'de, bir darbe sonucu Baasçılar ve Nasırcılar iktidarı ele geçirdi. Baasçı subaylar, Şubat ayında, Irak'ta da yönetimi ele geçirmiş ve Başbakan Kasım öldürülmüştü.

1979: Philips şirketi, hayatımıza CD olarak giren Compact Disc'i  ilk kez halka tanıttı.

1983: Ronald Reagan, SSCB'yi "Şeytan İmparatorluğu" şeklinde adlandırdı. Allah kendisinden razı olsun İmam Humeyni de literatürümüze "Büyük Şeytan" tabirini kazandırmıştı. Amerika'yı Büyük Şeytan ilan eden Humeyni'nin ne kadar haklı olduğunu Amerika'nın her icraatında gördük de Amerika, kendi şeytanlığını unutmuş, Rusya'yı şeytan ilan etmiş.

1984: Sekiz ilde olağanüstü hal uygulanmasıyla ilgili Olağanüstü Hal yürürlüğe girdi. 20 yıla yakın süren bu Olağanüstü Hal uygulaması ile Doğu ve Güneydoğu halkına birçok baskı ve dayatma gayri meşru bir şekilde meşrulaştırıldı. Kırsalda asker, şehir merkezlerinde polis, Olağanüstü Hal diyerek keyfi ve zalimane uygulamalarda bulundu. İstediğine istediği şekilde muamele etmeni hakkını da Olağanüstü Hal'den alanlar, bu uygulamanın uzaması için bölge halkını tümden terörize etmek için ellerinden geleni yaptılar.

1985: Ayetullah Hüseyin Fadlullah`a suikast girişimi oldu. Beyrut'ta bir caminin önünde patlayan bomba, 85 kişinin ölümüne 175 kişinin yaralanmasına yol açtı.

2000: 30 yılı aşkın siyasi geçmişinde ilk kez Necmettin Erbakan'a karşı bayrak açılarak, Fazilet Partisi'ne genel başkan adayı çıkarıldı. Kayseri Milletvekili Abdullah Gül, adaylığını ilan etti. Kayseri Milletvekili ve Genel İdare Kurulu üyesi Abdullah Gül,14 Mayıs'ta yapılacak FP Büyük Kongresi'nde genel başkanlığa aday olduğunu açıkladı. Abdullah Gül, Genel başkanlık seçimini kaybedince Bülent Arınç, Tayyib Erdoğan gibi ağır topların da aralarında bulunduğu bir grup Faziletten ayrılarak AK Partiyi kurdu.
2003: Recep Tayyip Erdoğan, Siirt'te yapılan yenileme seçimlerinde milletvekili seçilerek Meclise girdi.

2004: Ebu Abbas, Filistin Kurtuluş Cephesi lideri öldü. Muhammed Ebu Abbas, 1948'te bugün İsrail sınırları içinde bulunan Hayfa yakınlarındaki Tirat köyünde dünyaya geldi. Filistinli yarı askeri grup Filistin Kurtuluş Cephesi'nin kurucularından ve liderlerindendir. Bu örgüt daha sonra Arafat'a katıldı. Filistin Kurtuluş Cephesi üyesi 4 militan, 7 Ekim 1985'te bir İtalyan gemisini 450 yolcusuyla kaçırmış, İsrail cezaevlerindeki bazı Filistinlilerin serbest bırakılmasını istemişti. Bu gemi kaçırma eylemi sırasında tekerlekli sandalyede felçli bir Yahudi öldürülerek denize atılmıştı. Bu eylemin planlayıcısı olarak Ebu Abbas Amerika tarafından aranmaktaydı. Ebu Abbas Saddam devrildikten sonra Nisan 2003'te Amerikan güçleri tarafından Bağdat'ta yakalanmıştı. Yakalandığı tarihten itibaren Amerikalılar tarafından cezaevinde tutulan Ebu Abbas'ın 8 Mart 2004'de öldüğü açıklanmıştı. Ama Filistinliler Ebu Abbas'ın Amerika tarafından cezaevinde öldürüldüğünü söylemişti.

2005: Çeçen lider Aslan Maşadov şehid edildi. 21 Eylül 1951 Büyük Çeçen Sürgünü yıllarında doğan Maşadov Çeçenistan Bağımsızlık Mücadelesinin lideriydi. Rus ordusundayken albaylığa kadar yükselen Aslan Maşadov 1992'de SSCB dağıldıktan sonra Çeçenistan'a dönmüş ve Genelkurmay Başkanı olmuştu. Maşadov'un 1996 yılında büyük oranda sonlanan Birinci Rus - Çeçen Savaşı'nın kazanılmasında büyük payı olmuştu.Dudayev'in şehid edilmesinden sonra Çeçenistan Devlet Başkanı olan Aslan Maşadov, Çeçen cihadını devam ettirmişti. 1999'da Rusların başlattığı ikinci Çeçen savaşında devlet başkanlığını bırakarak gerilla savaşı başlattı. Mashadov 8 Mart 2005 tarihinde, Rus özel birlikleri Spetnaz komandolarının Tolstoy - Yurt kasabasına düzenlediği bir operasyonda bazı Çeçen komutanlarıyla birlikte şehid edildi.


2006: Mehmet Ali Ağca, cezasını tamamladığı yönündeki yazı üzerine Kartal Ağır Ceza Mahkemesince tahliyesine karar verildi. Mehmet Ali Ağca, Papa II. Jean Paul'e suikast girişiminden dolayı İtalya'da 24 yıl yatmış ve 14 Haziran 2000'de Türkiye'ye iade edilmişti. O tarihten sonra da bir gasp ve Abdi İpekçi cinayetinden dolayı cezaevinde tutulmaya devam edilmişti. Bu cezalarını da bitiren Ağca, 2006 Martında tahliye edildi.

2006: Adalet Bakanlığı Teftiş Kurulu, Şemdinli olaylarıyla ilgili iddianameyi hazırlayan Van Cumhuriyet Savcısı Ferhat Sarıkaya hakkında inceleme başlattı.

Hatırlanacağı üzere 9 Kasım 2005'de Şemdinli'de bir kitap evine bomba atılmış, bombayı atanlar halk tarafından yakalanarak linç edilmek istenmişti. Polis bombayı atan üç kişiyi kurtarmış ve bu üç kişiden birinin Astsubay Ali Kaya, birinin Uzman çavuş Özcan İldeniz, diğerinin ise PKK İtirafçısı Veysel Ateş olduğu ortaya çıkmıştı. Dönemin Kara Kuvvetleri komutanı Yaşar Büyükanıt, Astsubay Ali Kaya için hemen bir açıklama yaparak "Tanırız kendisini. İyi çocuktur" demişti. Yaşar Büyükanıt hakkında bu şekilde yargıyı etkilemeye çalışmak ayrıca Diyarbakırlı işadamı Mehmet ali Altındağ'ın verdiği ifadeler doğrultusunda "Büyükanıt'ın Diyarbakır 7. Kolordu Komutanı olduğu dönemde suç işlemek için çete kurduğu iddiasıyla dönemin Van Cumhuriyet Savcısı Ferhat Sarıkaya tarafından soruşturma açılmıştı. Genelkurmay hemen bir açıklama yapmış, Kara Kuvvetleri Komutanı Büyükanıt için Genelkurmay başkanının izni olması gerektiğini söylemişti. Bu olaydan kısa bir süre sonra 31 Temmuzda Büyükanıt Genelkurmay başkanlığına getirilmişti. Ferhat Sarıkaya da 20 Nisan 2006'da meslekten men edilmişti. ak partinin yaptığı tarihi hatalardan biri; Yaşar Büyükanıt'ın sivil halkı bombalayan görevli askerlere sahip çıkıp yargıyı etkileyen ve Altındağ'ın ifadeleri doğrultusunda Diyarbakır Kolordusunun komutanıyken 90'lı yıllarda derin ve yasadışı işleri çeteler kurdurtmakla suçlanan Büyükanıt hakkında soruşturma açan Savcı Sarıkaya'yı harcaması olmuştur. Sarıkaya, 2010 Türkiye Anayasa Değişikliği Referandumu ile yapısı değişen HSYK'ya yaptığı başvuru kabul edilerek meslekten ihraç kararı kaldırıldı ve Ankara Cumhuriyet Savcılığına atandı. Bu arada internet üzerinden geriye dönük bir tarama yapılarak eski Genelkurmay Başkanı Büyükanıt'ın Diyarbakır 7. Kolordu Komutanıyken isminin karıştığı işleri de araştırabilirsiniz. Bunlar tabi ki iddia ama bir güne bir gün hesabı dahi sorulmadı. Ama aynı Büyükanıt hükümet karşıtı eylemlere ismi karışınca 2012 Martında ifadeye çağrıldı.

2010: Sabaha karşı 5 kilometre derinden gelip, 6 şiddetinde 1 dakika süren deprem Elazığ'ın Kovancılar İlçesi'ne bağlı 5 köyü vurdu. Kerpiç evler yerle bir oldu. 51 kişi öldü, 74 kişi yaralandı. 1000'den fazla artçı deprem meydana geldi.

MERCEK

8 Mart 1857: ABD'nin New York kentinde 40.000 dokuma işçisi daha iyi çalışma koşulları istemiyle bir tekstil fabrikasında greve başladı. Ancak polisin işçilere saldırması ve işçilerin kendilerini fabrikaya kilitlemesi, arkasından da çıkan yangında işçilerin fabrika önünde kurulan barikatlardan kaçamaması sonucunda çoğu kadın 129 işçi can verdi. ABD'de kadın işçilerin bu katledilişi nedeniyle, Kopenhag'da 1910 yılında toplanan Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansı'nda 8 Mart, Dünya Emekçi Kadınlar Günü olarak belirlendi. 8 Mart, 1975'te ise BM tarafından Dünya Kadınlar Günü ilan edildi.

8 Mart Dünya Kadınlar Gününün rivayet edilen böyle bir tarihçesi olsa da başta Komünist oluşumlar olmak üzere bugün istismar ve yanlış kanalize edilmektedir. 8 Mart'ı kadının ruhuna ve fıtratına aykırı, Allah'ın verdiği yaratılışa zıt bir şekilde kadın kullanılmak istenmektedir. Müslüman toplumları yıkıma uğratmak isteyenler toplumun en dinamik kolonlarından biri olan ve ayakta tutan kadını, toplum içindeki yerinden ayırarak koparmak ve bu suretle de yıkmak istiyor. "Kadına Özgürlük", "Kadınlar kimsenin kölesi değildir" gibi kulağa hoş gelen sloganlarla ve "Kadın kimsenin namusu değildir", "Kadının bedeni, kadınındır" gibi şeytani fısıltılarla kadın fonksiyonu topluma karşı bir silah haline getirilmek istenmektedir. Bu saldırıya tabi ki en güzel savunmayı ve cevabı çağın Haticeleri, Zeynebleri, Fatımaları verecektir. Eşinin namusu, evinin muallimi, çocuklarının annesi, babasının kızı, kardeşlerinin ablası/bacısı olarak İslami toplumun başköşesinde ve en muhterem mevkisinde hep kadın olmuştur. Ama kadını evinde çıkarıp sokaklara salmak, namlusu topluma dönük bir silah yapmak, namus mefhumunu hürriyet vermek adı altında yok etmek isteyen sadece İslam değil aynı zamanda halk düşmanı olan sefihler kadına ayrı bir konum biçim sistemli ve zamana yayılan bir süreç içinde dönüştürmek istemektedirler. Bunu yaparken de en büyük malzemeleri toplum içindeki cahillerin kadına reva gördüğü kötü ve gaddar tutumu İslama ve müslümanlara mal etmeleridir. Bir araştırma yapılacak olunursa görülecektir ki; kadına zulüm ile şiddet uygulayan, baskı yapıp aşağılayan, Allah'ın verdiği ihtiramı çiğneyen, kadına değer vermeyen, namusuna sahip çıkmayan kişiler namaz dahil tüm İslami eylemlerden uzak, Allah korkusu olmayan, zihnen cahil ve kara vicdanlı kişilerdir. İslam bile bu kişileri tenkid ve davranışlarını kendisinden beri ederken özellikle sosyalizm ile demokrasi melezleri ısrarla ve alçakça bu durumu İslama mal etmek istemektedirler. Müslümanların tek harfine her şeylerini kurban ettikleri Kur'an'ı Mubin, kadınların haklarını çiğnemedi ki, Kur'an'a tabi olan Hanif müminler kadını aşağılasın..! Müslümanların peygamberi Hz. Resulullah (asv) eşlerine şiddet ve zulüm uygulamadı ki, Selat ve selam üzerine olsun, O'nu takip edenler de eşlerine ve bacılarına gaddarca muamele etsin. Hz. Allah, -hâşâ ve kella- kadını Batı medeniyeti gibi bir mal, bir meta olarak erkeğin önüne atmadı ki, O'na tapanlar da kadına şehvet tatmin edici bir mal muamelesi yapsınlar. Buna rağmen, İslam toplumuyla alakası olmayanların kadına muamelesi inatla İslam hanesine yazılmak istenmektedir. Demek ki, amaç üzüm yemek değil, bağcıyı dövmektir.

Bir de şu sorunun cevabı dürüstçe verilirse başta 8 Mart Dünya Kadınlar Günü dolayısıyla olmak üzere her fırsatta, kadını süslü ama şeytani vecizelerle "Ey Kadınlar! Siz ne evinize tıkanıp kalmışsınız öyle? Haydi sokaklara çıkın. Siz kimsenin namusu değilsiniz. Abinize bacılığı, kocanıza eşliği, babanıza kızlığı, çocuğunuza anneliği bırakın! Bedeniniz sizindir, istediğiniz gibi kullanın!" diye seslenenler kadını neye çağırmaktadır? Anneliği, eş olmayı, namus olmayı terk ettirirken yapılan çağrının sonu oldukça müphem. Kadın toplum içindeki konumunu bıraktığında ona toplum içinde verilecek yeni konum ne olacak? Sizce kadın abisine kızkardeşlikten, babasına kızlıktan, evladına annelikten ve kocasına eşlikten daha muhterem ve daha kıymetli bir konuma mı getirilmek isteniyor? Vallahi hayır! Allah'a kasem olsun ki, kadın, baba, eş, kardeş ve aile kalesinden çıkartılıp erkek şehvetine kurban edilmek, canavarlara peşkeş çekilmek isteniyor. Kalp ve akılı birleştirip meseleye bakınca vicdan şunu söylüyor: Abdest alıp iki rekât namaz kılmak nedir bilmeyen, alnı secde görmemiş, Allah korkusu olmayan ve kendilerini yoktan var edip sayısız nimetlerine gark eden Rablerine isyan edecek kadar nankör olan bu mahlûklar mı kadına vefa gösterecek?

Her şeyin sahibi ve maliki olan, güneşi de karıncanın gözündeki feri de yaratan, hiç bir yaprağın dahi izni olmaksızın sararıp solmadığı, kâinatın dergâhında secde ettiği Hz. Allah mı kadına hak ettiği konumu vermeye elyaktır, yoksa aciz ve ve zavallı şu insanlar mı?

Hayatında tek bir eğri sözü olmayan, ahlakı ile herkesi büyüleyen, vahyin dilinden düşmediği Hz. Mustafa mı kadına gerçek değerini armağan etmiştir? Yoksa şu sosyalist bozuntusu, çağın mimini koparmış medeniyetine tapan çok bilgin cahiller mi?

Allah'ın izniyle ve inşallah; İslam toplumunun yıkılması hedefinde kadını kullanmak isteyen iki ayaklı iblislerin karşısında erkeklerinden önce müslüman toplumun imanlı kadınları dikilecek ve haykıracaktır:

"Ben babamın kızı, kardeşimin bacısı, kocamın namusu ve eşi, çocuklarımın annesiyim! Ben İslam toplumunun kalesi, ailemin şefkat abidesi, neslimin öğretmeniyim! 8 Martta sıkıştırdığınız Kadınlar Gününüzü alın da başınıza çalın. Bana İslamım yeter, bana Peygamberim, bana Rabbim yeter!"
****************************----------------------***************************************

8 Mart 1979: Philips (Filips) şirketi, hayatımıza CD (Sidi) olarak giren Compact Disc'i (Kompakt Disk) ilk kez halka tanıttı.

Compact Disc ya da yoğun disk Philips ve Sony ortaklığı ile geliştirilmiş sayısal optik veri saklama ortamıdır. Sony şirketinde çalışan Norio Ogha tarafından icat edilmiş ve aynı yıldan beri ticari olarak satılmaktadırlar.

Standard CD'ler 120 milimetrelik çapa sahiptirler. Standard bir CD 80 dakikaya kadar sıkıştırılmamış ses verisini saklayabilir bu da 700 Mega bayt demektir. Mini CD'lerin çapları 60 ilâ 80 milimetre arasında değişebilir. Mini CD'ler yaklaşık 24 dakikalık ses verisi depolayabilirler.

CD-ROM'lar ve CD'ler bilgisayar sektoründe çok yaygın bir biçimde kullanılan teknolojiler olarak yerlerini korumuşlardır. 2004 yılında, Dünya çapında satılan CD sayısı yaklaşık olarak 30 milyara yükselmiştir. 2007'ye kadar bu rakam Dünya çapında 200 milyara ulaşmıştır.

CD, 1,2  mm kalınlığında, 15-20 gram ağırlığında ve polikarbonat plastikten yapılmıştır. İçten dışa doğru sırasıyla merkezî delik (15 mm), ilk-geçiş bölgesi, sıkma alanı, ikinci geçiş bölgesi (ayna grubu), program (veri) alanı ve çerçeveden oluşur. İçerdeki program alanı 25 ilâ 58  mm arasında bir yarıçapı kaplar.

Başlıca türleri

• Blu-ray (Bulû)
• CD-ROM (Sidi Ruum)
• CD-RW (Sidi Ar-dabilyu)
• DVD (Di-vi-di)

İlk Aşama: Öncelikle temiz bir ortamda yaklaşık 130  mm çapında, pürüzsüz, dairesel, fotoresist katmanla kaplı, cam hazırlanır. Kaynak materyal bilgisayar kontrolündeki bir makine yardımıyla belirli bir formatta yakılır. Böylece ana cam oluşturulur. Nikel plazma formuna getirilerek cama ince film olarak tutturulur.

Kalıp Hazırlama Aşaması: Daha sonra ana cam elektro kaplama tekniği ile 0,3 mm kalınlığında nikel ile kaplanarak, damga kalıp üretimi gerçekleştirilir.

Baskılama Aşaması: Her bir damga kalıp bir plastik enjeksiyon makinesinde CD kalıplarına monte edilir. Erimiş polikarbon CD kalıbı içine enjekte edilir ve damga kalıp üzerindeki izler polikarbon materyale aktarılırken yoğun disk de üretilmiş olur. Bu aşamada üretilen yoğun disk şeffaftır ve okuyucularda damga kalıptan aktarılan izlerin okunabilmesi için yansıtıcı alüminyum film ile kaplanır. Son olarak da koruyucu vernik spin kaplama yüksek hızda çevirme) tekniği ile alüminyum filmin üzerine uygulanır.

***********************************--------------*********************************

8 Mart 1906: Moro Krateri Katliamı: ABD askerleri Filipinlerde bir kraterde saklanan silahsız erkek, kadın, çoluk çocuk demeden 900 müslümanı şehid etti.

Takvimin hemen hiç bir yaprağı yok ki, çevirip baktığınızda bir katliamın, bir vahşetin, bir zulmün yıl dönümü olmasın. Zulmü yapanın kim olduğu, zulme uğrayanın kim olduğu çok da önemli değildir. Çünkü gözyaşının rengi olmadığı gibi, zalimin de milleti de yoktur. Ancak tarihe geçmiş her katliamda ekser çoğunlukta mazlum konumunda olup vahşete uğratılanların müslümanlar olduğunu görürüz. Tüm çağlar boyunca zulme uğrayanlar istisnalar kaideyi bozmuyorsa hep müslümanlar olmuştur da zalimler değişen çağlarda isim ve mekan değiştirebilmişlerdir. Bu da hangi çağda hangi zalimin egemen olduğuna bağlıdır. Moğolların egemen olduğu çağda mazlumlar müslümanlar, zalimler Moğollar olmuştur. İspanyollar örneğin egemen olunca engizisyon mağdurlarının müslümanlar olduğunu görüyoruz. Son iki asırda ise zalim tahtında Amerika'yı görürken, mazlumun yine müslümanlar olduğuna tanıklık ediyoruz. Amerikalıların müslümanlara reva gördüğü katliamlardan biri Moro Krateri Katliamıdır.

Emperyalizm Bayrağını 19. yüzyılın sonlarından itibaren devralmaya başlayan Amerika 1899'da Filipinlere saldırır. Filipinler, Güneydoğu Asya'da Malay Takımadaları bölgesinde yer alan adalar ülkesi olup başkenti Manila'dır. Filipinler toplam 7 bin 107 adadan oluşur. Güneydoğu Asya'da Güney Çin Denizi'yle Büyük Okyanus arasında kalan takımadaların oluşturduğu Filipinlerin Güneyinde bulunan Moro, Mindanao ve bunlara bağlı takımadalarda Morolu Müslümanlar olarak tanıdığımız müslümanlar yaşar. Morolu müslümanlar İslamın bu adalara vardığı günden itibaren dinlerine bağlı kalmış, bunun bedelini de ödemişlerdir. Emperyalizm bayrağı el değiştirdikçe İspanyollar, Portekizliler, İngilizler ve Amerikalılar, Moro, Mindanao ve bunlara bağlı takımadalarda yaşayan Müslümanları katletmiş, Hıristiyanlaştırmak için akla gelebilecek her politikayı uygulamışlardır. 900 silahsız kadın çocuk müslümanın katledildiği Moro Krateri Katliamı, ne ilkti ne son. Morolu müslümanlar Filipinler bağımsızlığını kazandıktan sonra da Filipinliler tarafından katliama ve soy kırıma uğratılmışlardır. Bu katliamlarda öldürülen Morolu Müslümanların tam sayısını bilemiyoruz. Ancak size" Moro cihad hareketlerinin başladığı 1970'lerin başından bu yana 126 binden fazla müslümanın Moro, Mindanao ve bunlara bağlı takımadalarda katledildiğini" söylersek zihinlerinizde katliamın korkunç tablosu oluşacaktır.

Moro, Mindanao ve bunlara bağlı takımadalarını bugün işgali altında tutan ve bağımsızlığını vermeye yanaşmayan Filipinler İspanyol, Portekiz ve İngiliz emperyal işgallerinden sonra Amerika tarafından saldırıya uğrar. 1899'da başlayan Amerika saldırısı 1902'de tamamlanırsa da 1913 yılına kadar çatışmalar devam eder. Bu savaşta Amerika askeri güçlerinin sayısı 126 bin iken Filipinliler 80 bin kişidir. Amerika kaybının 4,196 kişi olduğu savaşta Filipinlilerin askeri kaybı 12 bin ila 20 bin arasındadır. Ama her savaşta olan sivile olur ve bu kaide burada da değişmez. Amerikalıların 4 bin küsur, Filipinlilerin 12 binden fazla olan askeri kaybına karşılık 1,5 milyon sivil hayatını kaybeder. Bu 1,5 milyon sivil arasında öldürülen müslümanların sayısı ne kadardır onu bilemiyoruz.

Morolu müslümanlar Mücahid ve direnişçi duruşlarıyla bilinir. Filipinlerde 2005'de toplam Filipin'in yaklaşık %5'ini oluşturan ve Hıristiyan olmayan başlıca en büyük etnik grup Moro, Mindanao ve bunlara bağlı takımadalarda yaşayan müslümanlardır. 19 ve 20. yüzyıllarda Filipinleri işgal eden emperyalistler, işgallerini zamana yayıp başarılı kılmak ve işgale kaşı direnişleri bitirmek için misyonerler aracılığıyla ele geçirdikleri yerleri Hıristiyanlaştırma politikasını burada da uyguladılar. Filipin toplumları ilk olarak 1521'de Hıristiyanlıkla tanışmışlardı. Bugün 19 ve 20. yüzyıllarda ağırlık verilen misyonerlik faaliyetleri neticesinde % 86'sı Hıristiyan yapılabilmiştir. Morolu Müslümanlar olarak tanığımız ve Filipinlerin Güneyindeki bir kısım adalarda yoğun olarak yaşayan müslümanlar ise dinlerini terk etmediler, kayıtlara göre 14. yüzyılda tanıştıkları İslamdan vazgeçmediler. Özellikle küfrü topluluk olarak bu reddedişlerinden sonra katliam dahil asimilasyonun her çeşidine maruz kalan Morolu müslümanlar için Batı, bugün günah çıkarırken Moroluları Hıristiyanlaştırma gayreti demez de "İki dini topluluğu entegre etme" diye bahseder.

Bugün Filipinlerde 3,5 milyon Müslüman vardır ve ülke nüfusunun % 5,4'ünü oluşturmaktadırlar. Filipinlerdeki Müslümanların çoğunluğu Moro ve Mindanao ve bunlara bağlı takımadalarda yaşamaktadırlar. az önce de bahsettiğimiz üzere 1899 yılında başlayan ve 1902'de tamamlanan Amerika işgali 4 Temmuz 1946'da sona ermiş ve bu tarihte Filipinlere bağımsızlığı verilmişti. Amerikanın bölgeden çıkması demek Moro, Mindanao ve bunlara bağlı takımadalarda yaşayan müslümanların da bağımsızlığını kazanmaları demek olacağında Büyük Şeytan olarak Amerika buna tahammül ve müsaade edemezdi. Filipinlileri kışkırtarak ve her türlü yardımı da yapması sonucu Müslümanların yaşadıkları adalar Filipinler tarafından 1946'da işgal edildi. O gün bugündür de işgal ve asimilasyon politikalarına maruz kalarak Morolu Müslümanların çilesi devam etmektedir. Endonezya'daki Doğu Timor meselesiyle Birleşmiş Milletler yakında ilgilenmişti. Doğu Timor'da Hıristiyan azınlığın bağımsızlık davasına büyük bir hararetle sahip çıkan BM ve ona yön veren ülkeler bu bölgede referandum yapılması için her türlü baskı yolunu kullandılar.

eferanduma herhangi bir hile karıştırılmasını önleyebilmek için gözlemciler ve askeri güçler gönderdiler. Referandumda Hıristiyan halkın bağımsızlığı tercih etmesi üzerine de bu doğrultuda imzalanan anlaşmanın uygulamaya geçirilmesi konusunda çıkacak pürüzlerin önlenmesi amacıyla da hala bölgede asker bulunduruyorlar. Ama yine aynı bölgede yaşanan Morolu Müslümanlar meselesi karşısında hiçbir olumlu adım atmaya yanaşmıyorlar. Oysa Doğu Timor'daki Hıristiyan nüfus sömürgeciler tarafından o bölgeye taşınarak oluşturulmuş yapay bir nüfusken Morolu Müslümanlar baştan beri o toprakların sahibiydi. Müslüman çoğunluk içindeki hıristiyan azınlığın haklarını söke söke alan BM ve Batılı ülkeler, Hıristiyan çoğunluk içindeki azınlık Müslümanlar hakkında aynı hakları dile bile getirmiyor, kılını kıpırtadmıyor. Üstelik zulmün her çeşidine maruz kalmışken..

Biz Moro Krateri Katliamının yıl dönümü olması hesabiyle Morolu Müslümanları tanımak istedik. Bu vesileyle söz konusu katliam hakkında bir kaç cümleyle son verelim;

Moro Krateri Katliamı, Amerikan askerlerinin 8 Mart 1906 günü Filipinlerin güneyindeki Jolo adasında yaptığı katliamdır. Katliamda büyük çoğunluğunu kadın ve çocuklarının oluşturduğu 900 Morolu sivil Müslüman katledilmiştir.

General Leonard Wood komutasındaki deniz kuvvetlerine bağlı 540 asker tabanca ve tüfeklerle Bud Dajo Volkanı kraterinde bulunan bir köydeki savunmasız ve sivil Müslüman köy halkını katlettikleri olay, ABD'nin İspanyol istilasından kurtulan Filipinleri işgal ve ilhak çabalarının arttığı bir dönemde yaşandı. Dönemin ABD Başkanı William McKinley; "HER ŞEYE KADİR OLAN TANRI'NIN, FİLİPİNLER'İ ABD SÖMÜRGESİ YAPMAYI KENDİSİNE EMRETTİĞİNİ" beyan etmiş ve Filipinlere saldırmıştı. On binlerce asker 1,5 milyon sivilin katledildiği bu işgali ABD'li General William Shafter "FİLİPİNLER HALKINI UYGARLAŞTIRMA PROJESİ" olarak takdim etmişti.

Katliam haberleri ve olaya ilişkin çarpıcı bir fotoğrafın yayınlanması büyük yankı uyandırmış, Amerikalı ünlü mizahçı ve yazar Mark Twain, savunmasız Müslümanları hedef alan Moro Krater Katliamı üzerine peş peşe yazılar yazmıştı.
Katliamı yapan askerlerin komutanı General Leonard Wood'un çektiği bir telgrafa göre Amerikan toplarının erişim imkanı olmayan bir yerde onun deyimiyle "Koyu Tenli Vahşiler" olduğu tespit edilmişti. "Bizim askerler dolambaçlı ve zor yollar ile yükseklikleri tırmandı" denilen telgrafta Amerikan askerlerinin sayısı 540 olarak verilirken, sıkıştırılan müslümanların sayısı belli değil denilmekte ve kendi kaynaklarında aralarında kadın ve çocukların olduğu itiraf edilmektedir. General Leonard Wood, askerini "yakalayın veya öldürün" arasında muhayyer bırakarak saldırı emrini verir.

Amerika kaynaklarından ulaştığımız bilgiye göre Amerikalı askerlerin tabanca ve tüfeklerine karşılık sıkıştırılan müslümanlar kendilerini tuğla atarak ve bıçaklarla savunmuştur. Bu yüzden General Leonard Wood'un İngilizcesine ulaştığımız telgrafında " Amerikan silahları için zafer bütünlüğü" şeklinde bir tabir geçer. Öyle sanıyoruz ki, Müslümanların tuğla e bıçaklarına karşılık Amerikan tabancalarının ve tüfeklerinin üstünlüğü vurgulanmıştır. Yine Moro Krateri Katliamının emrini veren General Leonard Wood'un telgrafında geçen; " Bizim altı yüz kahramanların sadece on beş kişi hayatını kaybetti" bilgisinden 15 Amerikan askerinin öldürüldüğünü anlıyoruz.

Moro Krateri Katliamı Morolu Müslümanların uğratıldığı katliamlardan sadece biri olmakla beraber Amerikalılardan bağımsızlığını kazanan Filipinliler de katliamlara devam etmiş, Müslüman kıyımına son vermemiştir.