Çocukta yedi yaşına kadar görsel düşünce ön planda olduğu için dinî eğitiminde sözlerden çok davranışlar etkilidir. Çocuk neye inandığımıza değil, ne yaptığımıza dikkat eder. Çocuk bizi severse, namazımızı da sever. Bizi taklit etmekten zevk alır. Çocuklarımızı eğitirken her konuda olduğu gibi namaza alıştırma konusunda da yumuşak huylu ve kolaylaştırıcı olalım.

Namaz, Allah inancıyla ilgili bir ibadettir. Çocuğa niçin namaz kıldığımızı anlatmadan önce Allah’ı anlatmamız gerekir. Allah’ın varlığını anlatırken çocuğun zihinsel gelişimini hesaba katmamız gerekir. Çocuk yedi yaşına kadar somut (görsel) düşüncenin etkisinde olduğu için soyut kavramları anlayamaz. Allah inancı soyut kavramlar içerdiğinden, biz ne kadar anlatmaya çalışsak da çocuk Allah’ı güçlü bir insana veya masal kahramanına benzetmekten kurtulamaz. Çocuğa Allah’ı anlatırken onun anlayacağı basit bir dil ve somut kavramlar kullanmalıyız. (Allah’ı Merak Ediyorum, Özkan Öze; Çocuğun Manevi Eğitimi, Ali Çankırılı)

Çocukta Allah inancı oluşmasında bilinçaltının etkisi çok büyüktür. Embriyo üzerinde yapılan son araştırmalar, ana rahmindeki embriyonun 8. haftadan itibaren dış dünyadan gelen sesleri işittiğini, sinirler yoluyla annenin psikolojik durumunu algıladığını gösteriyor. Anne adayı, namaz kılan, Kur’an okuyan, dua eden, ilahi dinleyen inançlı bir bayan ise; ana rahmindeki embriyonun bilinçaltı hafızası annenin hareketlerini ve duyduğu sesleri kaydediyor. Doğduktan sonra kulağına okunan ezan, dualar ve verilen isim de bilinçaltı hafızaya kaydediliyor. Bilinçaltındaki bu kayıtlar çocuk için ruhsal ve dinî bir altyapı oluşturuyor. Anne-babayı ve aile büyüklerini Kur’an okurken, namaz kılarken ve dua ederken gördüğünde duydukları ve gördükleri tanıdık geliyor. Bu çocukları namaza alıştırmak daha kolay oluyor.

Çocuklarımızı eğitirken her konuda olduğu gibi namaza alıştırma konusunda da yumuşak huylu ve kolaylaştırıcı olalım. Resul-ü Ekrem Efendimiz (a.s.m.) de öyle dua ediyor: “Ya Rabbi, kim ümmetimin bir işini üzerine alır da onlara nezaketli ve yumuşak davranırsa sen de ona yumuşaklıkla ve merhametle muamele et.” (Müslim, İmare, 19)

Bir çocuğa namazı anlatırken uygulayacağımız yol ve yöntemler genel başlıklar altında şöyle olmalıdır:

Çocuk, namazı oyun olarak algılar

Çocukta yedi yaşına kadar görsel düşünce ön planda olduğu için dinî eğitiminde sözlerden çok davranışlar etkilidir. Çocuk neye inandığımıza değil, ne yaptığımıza dikkat eder. Taklit ve oyun çocuk için güçlü iki öğrenme aracıdır. Çocuk büyükleri taklit ederek yeteneklerini geliştirir. Çocuk oyun ve arkadaş yoluyla sosyalleşir. Çünkü kuralsız oyun yoktur, oyun sırasında kurallara uymayı öğrenir.

Yarışmalı grup oyunlarında yardımlaşma ve işbirliği vardır. Santra çizgisinden aldığı topu kimseye pas vermeden kaleye kadar süren ve gol kaçıran çocuğa arkadaşları kızarak, “Neden paslaşmıyorsun, bu takımda bir sen mi varsın!” derler. Grup oyunlarında rolünü beğenmeyen, kurallara uymayan, bildiği gibi hareket etmek isteyen çocuğa “mızıkçı” derler, oyuna almak istemezler. Oyun, çocuk için sıradan bir oyalanma değil, onun en önemli işidir. Oyuna daldığı sırada takındığı ciddiyete bakarak bunu görebilirsiniz. Sevdiği bir oyundan ayırıp başka bir işe yönlendirmeniz çok zordur.

Çocuğun namazında ciddiyet aranmaz. Çünkü çocuk namazdaki hareketleri de oyun olarak algılar. Bizi namaz kılarken gören 5 yaşındaki bir çocuk önümüze dikilecek, bizi gözlemleyecek, bizim gibi namaz kılmaya çalışacak, bizi taklit edecektir. Kimi zaman sırtımıza çıkacak, boynumuza sarılacak, canı sıkılınca komiklikler yaparak dikkatimizi çekmek isteyecektir. Bütün bu durumlarda surat asmadan, kızgınlık belirtisi göstermeden namaza devam etmeliyiz. Çocuk kimi zaman önümüze yatacak, kimi zaman sırtımıza çıkacak, boynumuza sarılacaktır. Kendisiyle meşgul olmamızı başaramadığını ve namazdan çıkaramadığını görünce ciddi bir iş yaptığımızı anlayacaktır.

Çocuk bizi severse, namazımızı da sever. Bizi taklit etmekten zevk alır. Çocuk psikolojisi bilmeyen bazı yaşlı insanlar namaz kılarken, namazın ciddiyetini bozuyor diye onlara kızar, odadan dışarı çıkarırlar. Çocukluğumuzun Ramazan günlerini hatırlayın. Anne-babamızla veya dedemizle teravih namazına gittiğimizde arka sıralarda nasıl birbirimizi güldürür, yaşlı insanlardan azar işitirdik. Çocukluğumdan hatırlıyorum. Bazı yaşlılar azarlamakla yetinmeyip bizi camiden dışarı atardı. Bizi camiden atan bu yaşlı insanlara haklı olarak çok kızardık.

Yeri gelmişken bu konuda bir hatıramı sizinle paylaşmak istiyorum: Bir akşam, yaşlı bir aile dostumuzu ziyarete gitmiştik. Namaz kılarken o sıralarda dört yaşlarında olan kızım, alışık olduğu üzere geldi sırtıma çıktı, boynuma sarıldı. Boynuma sıkı sarıldığı için secde sırasında düşmüyordu. Bizi bu şekilde namaz kılarken gören yaşlı aile dostumuz hemen gelip kızımı sırtımdan aldı. Çocuk korkudan neye uğradığını şaşırdı. Bana da kızgın bir sesle:

- Kalk, dedi, böyle namaz olmaz, yeniden kıl, dedi.

Kalkmadım, namazıma devam ettim. Namazı bitirince, tebessüm ederek:

- Amca, dedim, Peygamberimizin namazını bozmayan bir şey neden benim namazımı bozsun?

Ne demek istediğimi anlamadı. Açıklamak zorunda kaldım. Peygamberimizin Mescid-i Nebevî’de namaz kıldırırken bazen torunlarından birinin gelip sırtına çıktığını, Efendimizin de bu şekilde namaza devam ettiğini anlattım.

Namazı anlatma metodu

Anne-babalar ve aile büyükleri çocuk eğitirken ve çocukların sorularına cevap verirken farkında olmadan konuya yetişkin gözüyle bakarlar. Özellikle iki konuda, cinsiyet ve din eğitiminde çocuklara bir şey anlatırken veya sorularına cevap verirken olaya yetişkin gözüyle yaklaştığımızda çocukta kafa karışıklığına yol açabiliriz. Resul-ü Ekrem Efendimiz (a.s.m.) bir hadisinde, “Çocuğu olan onunla çocuklaşsın” buyuruyor. Bunun bir psikolog için anlamı empatidir. Efendimiz, bu hadisinde, çocuğa bir şey anlatırken veya sorusuna cevap verirken kendimizi onun yerine koymamızı, onun anlayacağı basit bir dil kullanmamızı tavsiye ediyor.

Çocuğumuzun bizi namaz kılarken gördüğünü, gelip bizimle birlikte namaz kıldığını ve namazdan sonra niçin namaz kıldığımızı merak edip şöyle bir soru sorduğunu varsayalım: “Baba (anne/dede/büyükanne), neden namaz kılıyoruz?” Olaya yetişkin gözüyle yaklaşan bir anne, baba veya bir aile büyüğü –büyük ihtimalle- “Allah emrettiği için” veya “Her Müslüman’ın üzerine farz olduğu için” cevabını verecektir.

Cevap doğru mu? Doğru. Üstad Bediüzzaman, “Her söylediğin doğru olsun, ama her doğru her yerde söylenmez” der. Konuya çocuk gözüyle baktığımızda, çocuğa namaz farz olmadığı için yetişkinler için doğru olan o cevaplar çocuk için doğru değildir. Çocuğun seviyesine inen bir anne-baba veya aile büyüğü, diyalog tarzında basit ama doğru olan şöyle bir cevap verebilir:

- Birisi sana bir çikolata verse veya bir oyuncak hediye etse, ne yaparsın?

- Teşekkür ederim. Sevinirim.

- Evet. Birisi bize bir yardımda veya bir iyilikte bulunduğunda ona teşekkür ederiz. Allah bizi en üstün varlık olarak, insan olarak yaratmış. Görmemiz için göz, duymamız için kulak, yürümemiz için ayak, başkasına muhtaç olmadan kendi işimizi görmemiz için el vermiş. Bütün bu verdikleri için O’na teşekkür etmemiz gerekmez mi?

- Gerekir.

- Yemeğe başlarken Allah’ın adıyla başlıyoruz, yemekten sonra da verdiği nimetler için teşekkür ediyoruz, değil mi?

- Evet.

- İşte, namaz da Allah’ın bize verdiği bütün nimetler için bir dua ve teşekkürdür.

Cenneti olan Allah’ı anlatmalıyız

Bir hadisinde Efendimiz (a.s.m.) “Buluğa erinceye kadar çocuktan kalem kaldırılmıştır (yani ona günah yazılmaz)” buyuruyor. Bir çocuk psikologu olarak bu hadisten şu sonucu çıkarıyorum: Çocuğa cehennem kapalı olduğuna göre ona önce cenneti olan Allah’ı anlatmalıyız. Çocuk cenneti olan Allah’a korkuyla değil sevgiyle bağlanacaktır. Cehennemle korkutulan bir çocuğa arkadaşı soruyor:

- Allah’ı mı daha çok seviyorsun, Peygamberi mi?

- Peygamberi, diyor. Arkadaşı nedenini sorunca:

- Çünkü Peygamberin cehennemi yok, diyor.

Konuya ışık tutması için sizinle bir hatıramı daha paylaşmak istiyorum:

İstanbul’da oturduğum senelerde, haftada bir akşam komşularımızla sohbet edip çay içiyorduk. Çocuk eğitiminden söz açıldığı sırada dindar bir komşum övünerek beş yaşındaki oğlunun tadil-i erkânla namaz kıldığını söyledi. Ben güldüm.

- Neden gülüyorsun, hocam, dedi.

- Beş yaşındaki çocuk oyun çocuğudur; oyun çocuğunun namazında ciddiyet aranmaz, dedim. Cevabım arkadaşın hoşuna gitmedi:

- Öyle deme hocam, ağaç yaşken eğilir, dedi. Baktım küsecek, bir şey demedim. İçimden, “Zaman en güzel müfessirdir, bekle gör” dedim.

Aradan birkaç ay geçti. Sohbet sırasında beş yaşındaki oğlunun tadil-i erkânla, yani bütün şartlarını yerine getirerek, ciddiyetle namaz kıldığını söyleyen komşumuz:

- Hocam sormayın, bizim Ömer’e nazar değdi, dedi. Ömer namazı bırakmış. “Kılmayacağım!” deyip inat ediyormuş. Babası:

- Namaz kılmayanları Allah cehennemine atar, demiş. Ömer:

- Ben de O’nu atarım! Seni de sevmiyorum, Allah’ı da sevmiyorum, demiş.

Komşuma:

- El-insaf, dedim, çocukları cehennemine atan Allah’a hangi çocuk severek ibadet eder?

Ondan sonra Efendimizin, “Buluğa erinceye kadar çocuktan kalem kaldırılmıştır” hadisini hatırlattım. Çocukların namazdan sorumlu olmadığını, sevdirerek ve özendirerek namaza alıştırmamız gerektiğini anlattım. Bir arkadaş itiraz etti:

- Ama hocam, bir hadiste Peygamberimizin, ”Çocuğu yedi yaşına kadar namaza alıştırın, on yaşında kılmadığı zaman dövün” dediğini duydum.

İtiraz eden arkadaşa daha önce Doğu vilayetlerimizin birinden, bir babadan, bana gelen elektronik mektuptan bahsettim. Mektupta baba on yaşından büyük iki çocuğu olduğunu, namazda tembellik ettiklerini, çoğu zaman kılmadıkları halde kıldıklarını söylediklerini yazıyor, “On yaşında kılmazlarsa dövün” hadisini naklediyor ve dayağın şeklinin ne olacağını bana soruyordu.

Bunun üzerine cevap vermeden önce hadisi değişik kaynaklardan araştırdım. Hadis hocalarına sordum. Bir hocamız, gönderdiği cevapta hadis usulünde Peygamberimizin yaşayışının da hadis sayıldığını, rivayetle gelen bir hadisten şüphe edildiğinde, Efendimizin yaşayışına ve bu konudaki uygulamasına bakıldığını, hiçbir kaynakta Efendimizin çocuklarına ve torunlarına namaz konusunda dayağa başvurduğuna dair bir kayıt bulunmadığını söyledi. Hocamız ayrıca cevabında hadis âlimlerinden Dihlevî’nin ve Beyhakî’nin Hz. Ömer’den nakledilen, “Küçüğün iyilikleri yazılır, seyyiatı yazılmaz” (İbn Abdileber, et-Temhid, I/106) ve Hz. Ali’den nakledilen “Kalem üç kimseden kaldırılmıştır. Küçük buluğa erinceye kadar, uyuyan uyanıncaya kadar ve mecnun iyileşinceye kadar” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, I/116) hadisleri delil göstererek dayakla ilgili hadisin mensuh (geçersiz) olduğu yönünde görüş bildirdiklerini yazmıştı.(Münavî, Feyzu’l-Kadir, IV/327)

Moral Dünyası Dergisi