28 Şubat darbesi öncesinde Siirt Milli Eğitim Müdürlüğünde şef olarak çalışan Mehmet Tahir Yoğruş, darbenin ardından yaşadığı baskı ve zulümleri İLKHA'ya anlattı.
28 Şubat darbesinin ardından sürgüne yollandığını, ardından gözaltına alınıp işkencelerden geçirildiğini belirten Yoğruş, dönemin Pervari Kaymakamı Resul Kır tarafından da ölümle tehdit edildiğini söyledi.
Siirt'in Şirvan ilçesinde 8 yıl boyunca bir ortaöğretim okulunda kadrolu olarak çalıştığını, daha sonra Açıköğretim Fakültesi'nden mezun olduktan şeflik kadrosuna geçtiğini ve Milli Eğitim Müdürlüğüne atandığını ifade etti.
28 Şubat darbesinin yaşanmasıyla Pervari ilçesine sürgün edildiğini anlatan Yoğruş, "Pervari'ye gittiğimde ilk önce öğle saatinde camiye gittim. Merkez camiinde bulunan imam ile tanışıyorduk. Öğle namazını kıldıktan sonra bana, 'Siirt'te çalkantılar var, sen de sürgün mü geldin buraya?' DİYE sordu. Evet, dedim. O da, 'Bana bak, ben seni tanımıyorum; bana tanışık olma. Senin hastalığın bana sirayet etmesin.' anlamında şakalaştık. Belgelerimi alıp Milli Eğitim Müdürlüğüne gittim. Orada bir seyyar tabur asker bulunuyordu. Bir binbaşının hanımı olan edebiyat öğretmeni müdür olarak atanmıştı. Başı açıktı ama iyi bir hanımefendiydi. Belgelerimi kendisine teslim ettim. Belgelerimi okuduktan sonra bir üst yazıyla hizmetli aracılığıyla Kaymakamlığa yolladı." dedi.
"Gece yarısı seni yatağından alır Botan Çayı'nda öldürürüm!"
Siirt'in Pervari ilçesine sürgün edildikten sonra dönemin kaymakamı Resul Kır tarafından makam odasına çağrılıp ölümle tehdit edildiğini söyleyen Yoğruş, o gün yaşanılanları şöyle anlattı:
"Daha sonra Kaymakamlıktan bir telefon geldi. Telefona bakan müdire konuşurken rengi değişti. Bana, 'Sen ne yapmışsın? Kaymakam senin için çok bozuk çalıyor ve hemen buraya gelsin, diyor.' dedi. Ben de kaymakamlığa gittim. Beni içeri alıp herkesi dışarı çıkardı ve üzerime saldırdı. Bana hakaret ederek şunları söyledi: Ulan köpek! Mevcut düzeni yıkıp şer'i düzeni getirmeye mi çalışıyorsun? Bana Resul Kır derler. Senin gibi nicelerini hizaya getirdim. Rahat dur! İşten eve, evden işe gideceksin. İstihbarat seni takip ediyor. Rahat durmasan gece yarısı seni yatağından alır Botan Çayı'nda öldürürüm ve basına Milli Eğitim Şefi terörist olarak ölü ele geçirildi, dedirtirim."
"Çok sevdiğim insanlarla dahi konuşamıyordum"
Yoğruş, "Beni sürgün ettiklerinde henüz eşim ve çocuklarımı beraberimde getirmemiştim. O günden sonra işten eve evden işe gitmeye başladım. Pervari de bulunan çok değerli kardeşlerim vardı. Fakat onlarla hiç konuşamıyordum. Onlar da birbirleriyle konuşamıyorlardı. Bir gün, bir öğretmen bana, 'Burada çok temiz, senin gibi dindar bir öğretmen var, sizi tanıştırayım.' dedi. Kendisine, ne öğretmeni olduğunu sordum. Bana, felsefeci olduğunu söyledi. Ben de bilinçli olarak kendisine, felsefeden nefret etiğimi söyledim. Tanışmak istemediğimi söyledim. Amacının beni denemek olduğunu anladım. Sağda solda benim hakkımda konuşulduğunu duyuyordum. 'Buralarda müfsit bir örgüt çıkmış, seni aldatmasınlar. Sen, temiz, dindar bir insansın. Senin akideni bozmasınlar.' diyorlardı." diye konuştu.
"Okuduğum dini kitapları delil sayarak beni tutukladılar"
Eşinin kemik erimesi hastası olduğunu, bu nedenle rapor çıkarıp kaydını Pervari'den Siirt ticaret Lisesine getirdiğini söyleyen Yoğruş, okulda olduğu sırada sivil bir polisin odasına gelip çay içtiğini bir süre konuştuktan sonra polislerin odaya baskın düzenlediklerini anlattı.
Ellerinin bağlanıp gözlerinin kapatıldığını ifade eden Yoğruş, "Odadaki kitapları alıp beni eve götürdüler. Eve geldiğimizde evin bütün etrafının polisler tarafından sarıldığını gördüm. Evin içini didik didik etmişlerdi. Kitaplarımın içerisini karıştırıp arama yapıyorlardı. Bazı belgeler arıyorlardı. Hasan El Benna'nın kitabını belge diye aldılar ve 'Bu zaten bizim için yeterlidir!' dediler. Fizilalil Kur'an ve Tefhimul Kur'an adlı kitapları da aldılar ve beni emniyete götürdüler." dedi.
"Çırılçıplak soyup elektrik vermek sureti ile işkence yapılıyordu"
Gözaltı sürecini anlatan Yoğruş, şunları söyledi: "Emniyetin bir alt katında bulunan bir hücrede 22 gece boyunca gözaltında tutuldum. Her gece bana işkence yapılıyordu. Çırılçıplak soyup elektrik vermek sureti ile işkence yapılıyordu. Bazen, 'arkadaşını söyle, bunu anlat.' gibi sorular soruluyordu. Beni yakaladıklarında evimden 2 ilahi kaseti ve dini kitaplardan oluşan belgeleri almışlardı. Sürekli bunları gösterip bazı parçalar dinletiyorlardı. Bana, 'Ulan biz de Müslümanız. Biz de 5 vakit namaz kılıyoruz. Nice cemaatler var, hocaefendi, şu bu gibi cemaatler var.' şeklinde sözler söyleniyordu. Benim yanımdan ayrıldıktan sonra yanımda bıraktıkları ilahi kasetleri ve dini eserleri koynuma koydum ve beni hücreme götürdüler. Ben de hücremin içindeki kilimi kaldırdım ve kanalların arasında aşağıya attım."
"Mehmet Tahir, bizlere cinleri musallat etme, çoluk çocuk sahibiyiz"
Kaldığı hücrenin en altta olması nedeniyle rutubetli olduğunu ve oluşan toz ve topraktan namaz kılmak için teyemmüm aldığı bir sırada hücre kapısının açıldığını söyleyen Yoğruş, "Ellerimi arkadan bağlayıp bana, 'Sen belgeleri çalmışsın.' dediler. Aradılar fakat bulamadılar. Bana, 'Sen içeri girerken ne yapıyordun duvarla?' diye sordular. İçlerinden biri, 'O cincidir; kesin duvara saklamışlardı.' dedi ve duvarı kırmaya başladılar fakat bir şey bulamadılar. O bağıran, çağıranları büyük bir korku saldı. 'Biz de Müslümanız, namaz kılıyoruz. Sakın, Mehmet Tahir bizlere cinleri musallat etme, çoluk çocuk sahibiyiz. Şerefsiziz sana iyi rapor hazırlayacağız. Seni yarın evine göndereceğiz. Senin 8 çocuğun var. Sen işinde sadık bir insansın, iyi bir devlet memurusun. Bir cemaat çıkmış dini yasaları hâkim kılmak için uğraşıyorlar. Seninle çok uğraşmışlar ama bir şey yapamamışlar. Sen bunlar hakkında konuşur musun?' demeye başladılar. Ben de böyle bir şey bilmediğimi ve böyle insanlarla karşılaşmadığımı söyledim." şeklinde konuştu.
Gözaltı sürecinde ifade verdiği sıralarda, polisin ses kayıt cihazını kapattığını, odadan çıktığını ve "Bu işin içinde bir oyun var." şeklinde bağırdığını anlatan Yoğruş, "Orada paspas yapan bir polis sırtıma birkaç kez vurdu ve içeri aldılar. Ardından 2 gün sonra bizi cezaevine gönderdiler. Birkaç ay kaldıktan sonra DGM'ye gittik, ifademizi aldılar. Hâkimin önünde bir belge vardı ve şunlar yazılıyordu: Sanıkla yüzleştirildi, suçlarını itiraf etmişler. Raporlar hazırlanmış fakat bazı raporlar aceleden imzasız kalmış. Benim de belgeler, kasetler kayıtlarda var fakat onları da bulamamışlar. Hâkimler danışmanları ile fısıldaşıp bizleri dışarı çıkardılar. 15 dakika aradan sonra içeri alıp karar verildi. Yeteri delil bulunmadığından dolayı serbest bıraktılar. Bizden sonra yakalanalar ise zamanın Başbakanın emri ile çocuk yaşta olan 13-15 yaşındaki çocukları yakalayıp ceza evlerine attılar." ifadelerini kullandı. (Murat Orhan- İLKHA)