Sigorta ya da Arapça ifadeyle te'minin İslam dünyasına girişi hicri 13. Yüzyıl olarak belirtilmiştir. Yine İslam hukukçuları, sigortayla ilgili olarak ilk görüş belirten âlimin, aynı yüzyılda yaşayan Hanefi mezhebinin en önemli âlimlerinden sayılan ve Ed Dürrül Muhtâr isimli şerhe Reddül Muhtâr adıyla haşiye yazan İbnu Âbidîn olduğunu bildirmektedir. İbnu Âbidîn bu konuya, “Cihâd Kitabında” açtığı “İslam devletinden eman alan zimmiler” kısmında değinmektedir. Sevkere kelimesiyle tarif edilen sigorta söz konusu kitapta şu şekilde geçmektedir; İslam ülkesinde bulunan kâfirlere nakliye yapmaları için ücret veren Müslüman bir kimse ayrıca; yanma, batma, yağma, hırsızlık vb. bir sebepten dolayı, taşınan mallara zarar geldiği takdirde bu malların bedelini garanti altına almak için nakliyeciyle ilişkisi bulunan (İslam devletindeki) bir başka kişiye sigorta adı altında para vermektedir. Öyle ki söz konusu mallara bir zarar geldiğinde malların değeri Müslümana geri ödenecektir. Bu muamelenin caiz olmadığını İbnu Âbidin “zimminin, borçlu olmadığı halde bir şeye borçlanması” gerekçesiyle bildirmektedir.

Özetle sigortayla ilgili olarak ilk görüş belirten âlimden bahsettikten sonra asıl konumuza geçelim;

İslam ülkelerinde ilk olarak 1300'lü yıllarda ortaya çıkan sigorta, 19. yüzyılın başlarından itibaren ulema arasında daha fazla konuşulmaya başladı. Zira bu süreçle birlikte İslam dünyasında gittikçe yayılan bu muamelenin birçok çeşidi de kendisini göstermeye başlamıştı. Hayat sigortasından, şirket sigortasına kadar yaygınlaşan te'min, artık başlı başına bir sektör haline gelmiş devlet ve özel kurumların teşvikiyle Müslümanlar arasında fazlasıyla baş göstermişti.

Hemen hemen herkesin hakkında bilgi sahibi olduğu sigorta akdinin, caiz olmadığını maddeler halinde şu şekilde açıklayalım;

1- Düzenli olarak sigortacıya verilen primler, meydana gelen herhangi bir zarar neticesinde sigorta acentasından fazlasıyla alınmaktadır ki bu açıkça faizdir. Zira verilen para ancak misliyle geri ödenmelidir. Ayrıca ödeme geciktiğinde söz konusu bu faiz daha fazla artmaktadır.

2- İslam dini ğarar yani belirsizlik taşıyan bütün alışveriş çeşitlerini yasaklamıştır. Bununla ilgili birçok muhaddis sevgili peygamberimizden hadis rivayet etmektedir. İslam`da alışveriş akdi kesin şeyler üzerine yapılır. Sigortada ise sadece ihtimal vardır. Yani olup olmayacağı belli değildir. Mesela annesinin karnında olan hayvanı veya havada olan kuşu satmak ğarar sebebiyle haram kılınmıştır. Zira elde edilmesi sadece ihtimallere bağlıdır.

3- Sigortada aldatma ve insanların mallarını haksız yere yeme vardır. Sigorta şirketleri zarar olmadığı takdirde bütün parayı kendi zimmetlerine geçiriyor. Ya da sigorta yaptıranlar şirketten daha fazla para almak adına ne tür hilelere başvuruyor.

4- Sigorta bir çeşit kumardır. Zira şirkete yatırılan pirimler bazen hiç ödenmezken bazen de fazlasıyla ödenmektedir. Kumarda da aynı durum söz konusudur; parayı veren ya kaybediyor ya da kazanıyor. Kumar sadece oyun neticesinde elde edilen veya kaybedilen şeyler değil şansa, ihtimale ve belirsizliğe dayanan bütün karşılıklar kumardır.
5- Şeriatın zorunlu kılmadığı ödeme sigorta şirketine dayatılıyor ki bu, caiz değildir. Şirket, sigorta yaptıranın malına gelen zarara kendisi sebep olmadığı halde ödeme kendisi tarafından yapılmaktadır. Hâlbuki bu haksızlıktır.

6- Hayat sigortasında da olduğu gibi sigorta yaptıran ve sigorta şirketinin birbirlerine ne kadar para vereceği belirsizdir. Çünkü adamın ne kadar yaşayacağı ve bu vesileyle ne kadar ödeyeceği belirsiz olduğu gibi ne sebeple vefat edeceği de bilinemeyeceğinden şirketin ödeyeceği miktar da belirsizdir. Öyleyse her iki taraf da bilinmeyen bir şey üzerine akit imzalamıştır ki fıkıh ilminde buna cehalet/bilinmezlik denmektedir.

7- Sigorta toplum içerisinde, Allah ve resulünün en fazla buğzettiği yalanın yaygınlaşmasına vesile olmaktadır. Çünkü sigorta şirketinden fazlasıyla para almak adına her türlü gayri meşru fiil işlenerek insanlar arasında güvensizlik artmaktadır.

Bu zikredilenlerin dışında sigortanın haram olmasına sebebiyet veren epey bir illet vardır ki yukarıdaki maddelerin altına sığdırılabilecek özellikte olduğundan zikredilmesine gerek yoktur.

Mal, Hayat ve Zorunlu Sigorta

Başlı başına bir sektör olan sigortanın birçok çeşidi bulunmaktadır. Gün geçtikçe de bu çeşitler giderek artmaktadır. Fakat hemen hemen hepsi mâl ve hayat sigortası altında toplanabilir. Hayat sigortası denildiğinde aklımıza vefat, yaşlılık, hastalık, kaza ve sağlık sigortaları gelmektedir. Yani özetle, konusu insanın kendisidir. Mâl sigortasıyla ise menkul veya gayrimenkul mallara yanma, deprem, yağma ve sel gibi zararların dokunmasıyla sigortacının, müşterisi olan sigortalıya verdiği karşılık kastedilmektedir. Aynı şekilde vasıtalara yapılan sigortalar da malî kısma dâhildir.

Mâl ve hayat sigortasının, bütün çeşitleriyle haram olduğu açıktır. Fıkhî kaynaklara baktığımızda bu şekilde bir ticareti meşru kılan hiçbir delil bulunmazken aksine delalet eden çok sayıda sebep yer almaktadır. Mesela genel itibariyle hayat sigortasına baktığımızda ihtimaller üzerine bina edilen bir akit görmekteyiz. Vefat etme, yaşlılık, kaza ve sıhhat Allah'u Teâlâ'nın takdiriyle gerçekleşebilecek durumlardır. Ölüm kesindir ama vaktini sadece yüce yaradan bilir. Öyleyse nasıl olur da içerisinde faizin, kumarın, belirsizliğin, aldatmanın yer aldığı bir muamele meşru görülür! Aynı şekilde mâl varlığı bulunan kimselerin yaptığı sigortalarla ilgili durum da böyledir. Nasıl olur da sigortaya yeni başvuran bir kimsenin malına herhangi bir zarar dokunduğunda sigorta şirketi kendisine azımsanmayacak miktarda karşılık verir. Ya da nasıl olur da yıllarca sigorta şirketine düzenli olarak prim yatıran birinin malına zarar dokunmadığı takdirde ödenen bu primler olduğu gibi sigortacıya kalıyor. İşte âlimlerimizin sigortayı meşru görmemesinin sebebi bu belirsizlik ve aldatmacadır.

Devletin vatandaşlara zorunlu kıldığı sigortaya gelince; bu tür sigortalara baktığımızda karşımıza sosyal güvenlik, sağlık ve araç sigortaları gelmektedir. Sosyal güvence denildiğinde sadece sağlık sigortası değil emeklilik süresinde devletin vatandaşlarına ödediği maaşlar da kastedilmektedir. Devlet tarafından zorunlu kılınan ve işveren, işçi ve devletin ortaklaşa yaptığı bu çeşit sigorta ticaret değil de hizmet amacı güttüğünden muasır âlimlerce caiz görülmüştür.

Devlet sağlık, yaşlılık ve acil musibetler neticesinde vatandaşlarına bakmakla yükümlüdür. Bunu da sosyal güvence gibi vesilelerle değil de sadece kendi imkânıyla yapması oldukça zordur. Zaten devlete ödenen sigorta primleri fazlasıyla halkın kendisine geri dönmektedir. Sigortalının yatırdığı parayı, devletten fazlasıyla alması ise faiz değil, bir çeşit devlet hibesidir. Zira bu para yatırılmasaydı dahi devlet yine bu vatandaşına başka gerekçelerle bakmakla yükümlü olacaktı.

Müslüman Âlimler Konferansı 1972'de gerçekleştirdiği yedinci toplantıda devlet tarafından zorunlu kılınan sosyal güvenlik sigortasının caiz olduğu hususunda görüş beyan etti.

Devletin araçlar için vatandaşlarına zorunlu kıldığı özel sigortalarla ilgili mesuliyet yaptırana değil zorunlu kılana aittir. İhtiyari bir şekilde olduğu takdirde haram olan araba sigortaları zaruretten ötürü caizdir. Fakat kişilerin inisiyatifine bırakılan kasko zorunlu olmadığından haramdır.

Sigortayı Caiz Gören İslam Âlimleri

Yaklaşık bir asırlık bereketli ömrüyle islam fıkhına hizmet eden ve şuan hayatta olan birçok değerli âlimin, görüşlerine itibar ettiği Halep doğumlu Şeyh Mustafa Ez Zerkâ (1907-1999) sigortayı caiz gören âlimler arasındadır. Şeyh Zerkâ 1955 yılında konuyla ilgili kendisine reddiyeler yazan Şeyh Abdülaziz Hamâdeh'e El Fetâvâ adlı kitabında şu şekilde cevap vermektedir:

Sigorta geçmiş âlimler zamanında var olan bir akit çeşidi değildir. Dolayısıyla hakkında herhangi bir hüküm de verilmemiş. Konuyla ilgili ilk fıkhî açıklama İbnu Âbidîn'in Reddül Muhtâr adlı kitabının Cihad Bölümünde yapılmıştır. İbnu Âbidîn; islam beldesinde, eman alarak yaşayan gayri müslim tüccarlardan çeşitli sebeplerle para alınmaması gerektiğini söyleyerek sigortaya da değinir ve caiz olmadığını ifade eder. Ben bu konuda İbnu Âbidîn'in sergilediği görüşün zıddını beyan ediyorum. Zira bu akit, İslam âlimlerinin caiz gördüğü Kefalet konusuyla eşleşmektedir. Kefalet; birinin diğerine “şu yoldan git, güvenilirdir. Eğer sana bir zarar gelirse ben bunu tazmin ederim” şeklindeki beyanıdır ki söz konusu zarar meydana geldiğinde kişi verdiği bu sözü tutarak meydana gelen zararı tazmin eder. Her ne kadar fukahâ bunu “aldatma tazmini” olarak isimlendirse de aslında bu, yol tehlikesi nedeniyle verilmiştir.

Söz konusu bu akit müvâlât akdiyle aynı özellikleri taşımaktadır. Müvâlât; nesebi belli olmayan birinin bir başkasına “sen benim velimsin. Vefat ettikten sonra benim mirasım sanadır. Bana zarar verildiğinde benim diyetimi sen alırsın” demesidir ki miras hukukunda da bu şekilde yapılan söze itibar edilir. Velayeti kabul eden kişiye, sırası geldiğinde miras düşer. Sigorta da bundan farklı bir şey değildir. Eğer sigortayla ilgili belirsizlik haram olsaydı müvâlâttaki belirsizlik de haram olacaktı.

Sigorta, içerisinde bulunduğumuz bu asırda herkesin ihtiyaç duyduğu bir sözleşmedir. Zira gittikçe büyüyen ticaret hayatıyla, mallar dünyanın bir ucundan bir başka ucuna nakliye edilmektedir. Zararların önüne geçmenin imkânsızlığı söz konusudur. Aynı şekilde hayatları karartan araba kazalarıyla ilgili de aynı durum söz konusudur. Öyleyse böyle bir zamanda sigortadan istifade etmemek imkânsız gibidir. Yukarı bahsi geçen zararları karşılamak belki bir insanın ömrü boyunca elde edeceği kazançla telafi edilebilecek şeylerdir. Peki, bu zararı tek kişiye yüklemektense birçok kişinin pay sahibi olduğu şirketlere yüklemek daha isabetli değil midir? Evet, sigortada herkes için büyük bir maslahat vardır. Dolayısıyla bunu haram kılmak islamın kolaylaştırıcılığı ve verdiği ruhsatları ortadan kaldırmak demektir.

Şeyh Mustafa Ez Zerkâ ile birlikte daha çok Usulul Fıkh adlı eseriyle tanınan Abdülvehhap Hallâf, Ali El Hafîf, Muhammed El Behî, Subhî Es Salîh gibi âlimler de sigortayı caiz görenler arasındadır. Fakat birbirinden değerli bu âlimlerin neredeyse yetmiş, seksen yıl öncesine dayanan bu fetvaları yine aynı asırda yaşayan birçok fakih tarafından kabul görmezken, getirdikleri delillerin yetersizliği açıktır. Ayrıca sigortayla ilgili her türlü hile ve desisenin yapıldığı günümüzü göz önünde bulundurursak bununla ilgili cumhurun görüşünün ne kadar isabetli olduğu görülecektir.

Alternatif Sigortacılık

Sigortanın islam dünyasına girişi iddialı oldu. Bazı devletlerin teşviki bazılarının da zorlamasıyla bu akit kısa sürede birçok ülkede önü alınamaz bir hal aldı. Alışverişi mübah olan malların olmazsa olmazı durumuna geldi. Öyle ki kimi âlimler zaruretten dolayı sigortayı meşru gören fıkhi gerekçeler bulmaya çalıştı. Bulamayanlar da alternatif sigortacılığı tavsiye ettiler.

İslam dini, uzun mesafeyle dahi olsa kullara zarar veren her türlü muameleyi menetmiştir. Genel itibariyle insanların ihtiyaç duyduğu haram olan akitler için ise ulema, söz konusu mevcut zararları defetme yolunu arayarak alternatif oluşturur. Alternatiflerin olduğu durumlarda zaruretler meşru olmaz.

Evet, teavün veya tekafül ya da daha alışkın olduğumuz adıyla katılım sigortacılığı; birçok kimsenin bir araya gelerek oluşturdukları yardımlaşma fonudur. Öyle ki bu kimseler vesilesiyle oluşturulan şirkete ödenen primler zarara uğrayan kişiye yardım etme amacı taşımaktadır. Mesela arabası için katılım sigortası yaptıran bir kimsenin bineğine zarar geldiği takdirde, yardımlaşma adı altında, herkes tarafından oluşturulan fonlarla bu zarar giderilmektedir.

Bu çeşit sigortayla ilgili ilk olarak 1965 yılında Kahire'de bir araya gelen İslam âlimleri ayrıca 1972'de tekrardan bu meseleyi kendi aralarında münakaşa etmiş yayınladıkları bildiriyle teavün/katılım sigortasının caiz olduğu hususunda görüş birliğine varmıştır. Ayrıca bu vesileyle ilgili birçok toplantı gerçekleştirilmiştir.
Katılım sigortasını diğer sigortadan ayıran özellikleri şu şekilde sıralayabiliriz;

1- Mevcut sigortalarda; aylık yatırılan primler, kaza olmaması durumunda sigorta şirketine kalırken diğer sigortada bu para yardımlaşma adıyla diğer üyelerin kazası için kullanılmaktadır.

2- Caiz olmayan sigortalarda, sigortalıya maddi hasarla birlikte meydana gelen zarardan dolayı tazminat verilirken, meşru olan sigortalarda ise sadece maddi hasarlar onarılmaktadır. Zira zarara uğrayanın sadece zararı karşılanır, kendisine nakit para verilmez.

3- İslam âlimlerinin haram dediği sigortacılık tek kişiye veya ortaklara ait şirketlerdir. Diğer sigortalarda ise şirketin sahibi yine sigorta yaptıranların kendileridir. Dolayısıyla karşılaşılan zararlar da yine kendi aralarındaki bu ortaklık veya yardımlaşmayla giderilmektedir. Üyelerin şirket sahibi olmadığı mevcut sigortacılıklarda ise ne tür aldatmaların olduğu aşikârdır.

4- Arternatif sigortada yılsonunda veya üyelerin anlaşmış olduğu tarihte, toplam paraya ve o sene içerisinde gerçekleşmiş zararlara şeffaf bir şekilde bakılır. Arta kalan para ya geri kendilerine iade edilir. Ya da ittifak ettikleri bir şekilde bir sonraki seneye devredilir. Aynı şekilde bazı İslam ülkelerinde, arta kalan bu para hayır kuruluşlarına hibe edilmektedir. Diğer sigortalarda ise arta kalan para olduğu gibi şirkete kalmaktadır.

5- Takip ettiğimiz kadarıyla haram olan sigortacılıkta oluşturulan fon faiz kurlarında çoğaltılırken alternatif sigortacılıkta toplanan para ise kâr payı ortaklığı adı altında helal ticaretlerle değerlendirilmektedir.

Geçen maddelere binaen alternatif sigortacılığı şu üç şartla özetleyebiliriz; sigortalı, verdiği primleri şirkete hibe edecek, zarar neticesinde şirket masrafları karşılayacak, sene sonunda arta kalan para ise kendilerine iade edilecek veya anlaştıkları şekilde değerlendirilecek. Yani alternatif sigortacılıkla herkes hem sigortacı hem de sigortalı olduğundan kendi aralarında yardımlaşma ve dayanışma vardır.

Burada bir hususa daha değinmek gerekir. Söz konusu tüm bu çalışmaları yürüten bir koordinatöre ihtiyaç vardır. Yani caiz olan sigortayı gerçekleştirmek için bu işle uğraşacak ve bunu idare edecek kişiler gerekmektedir. Dolayısıyla bu işlerle uğraşacak kişilerin kendi iaşelerini sağlamak için sigortalılardan ücret alması yine bu çeşit sigortaya fetva veren âlimler tarafından caiz görülmektedir.

Suudi Arabistan başta olmak üzere bazı Arap ülkelerinde teavün sigortacılığı mevcuttur. Fakat yaşadığımız ülkede, ciddi manada bu çeşit sigortacılığa girişen kimseye denk gelmedik. Belki bunun için devletin teşviki ve desteği gerekmektedir. Bu da ancak Müslümanların gündem ve kamuoyu oluşturmalarıyla mümkün olabilecek bir durumdur.

Hâşiyetû ibn Âbidin, İbn Âbidin, Daru`l Mâ`rife BEYRUT 2015  6/268
Mevsûatü`l Fıkhı`l İslami Ve`l Kadâyâ`l Muâsıra, Vehbe Zuhâyli, Daru`l Fikr DİMEŞK 2013 4/210
Fetâvâ Mustafa Ez`Zerkâ, Daru`l Kalem, DİMEŞK 2010 s.403-406
Vehbe Zuhayli, El Muamelâtul Mâliyye Daru`l Fikr DİMEŞK 2013 s.280
Buhûsu`n Fî Kadâya Fıkhiyye Muâsıra, Muhammed Takî El Osmanî Daru`l Kalem DİMEŞK 2011 2/188, 19

Kaynak: fetvakurulu.com