28 Şubat 1997 yılında gerçekleştirilen ve "post-modern darbe" olarak adlandırılan o karanlık sürecin üzerinden tam 21 yıl geçti. İslami şiarlara karşı savaşın ayyuka çıktığı dönemde sırf başörtülü olduğu için birçok memur ve öğretmenin görevine son verilirken, binlerce başörtülü öğrencinin de üniversite öğrenimine son verildi.
Türkiye tarihine "post-modern darbe" olarak geçen, dönemin generalleri tarafından "bin yıl süreceği" belirtilen 28 Şubat sürecinde yaşanan mağduriyetlerin etkisi, aradan geçen 21 yıla rağmen bir türlü hafızalardan silinemiyor.
28 Şubat döneminde başörtüsünden dolayı gördüğü baskı ve zulümler nedeniyle çok sevdiği ve henüz yeni başladığı görevinden istifa etmek zorunda kalan öğretmen Hatice İlhan, darbenin 21'inci yılında yaşadığı mağduriyeti İLKHA'ya anlattı.
"Hain muamelesi gördüğümüzden dolayı psikolojik olarak çok etkilendik"
28 Şubat darbesinin 21 yıl önce yaşanmış bir olay olduğunu ve halen zihinlerdeki yerini koruduğunu söyleyen İlhan, "O dönem mesleğe yeni atılmanın heyecanının yanı sıra özellikle başörtüsü ve inanç konusunda baskı ve zulümlere varan baskılar vardı. Biz o dönem mesleğe yeni başlamış ve mesleğimizi severek yapmanın bir heyecanı vardı. Bunun yanı sıra ikinci plana atılma, hain muamelesi gördüğümüzden dolayı psikolojik olarak çok etkilendik. Biz bazen hem mesleğimizi rahat bir şekilde yapamıyorduk hem inancımız ile sevdiğimiz meslek arasında tercih yapmak durumunda kalıyorduk. Buna benzer olaylar yaşıyorduk. Sürekli soruşturmalar açılıyordu, okullara baskın yapılıyordu, özellikle yetkililer tarafından okullara kılık ve kıyafete uyulması konusunda gönderilen genelgeler ile bir baskı yapılıyordu. Sürekli bu tür baskılar görmek insanı rahatsız ediyordu." dedi.
"Başörtümü inancımın gereği, Rabbimin emri olduğu için takıyordum"
Çok severek başladığı mesleğini başörtüsünden dolayı gördüğü baskılara dayanamayarak görevinden istifa etmek zorunda kaldığını belirten İlhan, "Ben, başörtüsünü herhangi bir siyasi simge veya birinin isteğiyle takmıyordum. Kendi özgür irademle karar verdiğim, inancımın gereği Rabbimin emri olduğu için takıyordum. Başörtüsü bir suç olarak gösterilince büyük bir psikolojik baskılara neden oluyordu. Bende psikolojikmen anlatılması güç yaralar açtı. Ben de o dönem 1997 yılında göreve başladım. 2000 yılında bu baskılara dayanamayarak görevimden ayrılmak zorunda kaldım, devam etmek istemedim. Çok sevdiğim meslek olduğu için bende tekrar mesleğime dönebilme ümidiyle istifa ettim." ifadelerini kullandı.
"Gözyaşlarımı içime akıtarak mutlu ve sevinçli halde dersime devam ediyordum"
O gün yaşadıklarını darbenin üzerinden 21 yıl geçmesine rağmen halen unutamadığını belirten İlhan, şunları söyledi:
"Görevime henüz yeni başlamanın heyecanı ve sevinci ile çocuklara bir şeyler öğretmenin mutluluğu içindeydim. Bir köye öğretmen olarak atanmıştım. Çocukları kucaklamanın sevinci, bu sorun ve baskılar çıkınca o sevincim yarıda kaldı. Bu yaşadığım sorunları çocuklara da yansıtmak istemiyordum. Üzüntünün, acının verdiği buruklukla gözyaşlarımı içime akıtarak çocuklara mutlu ve sevinçli halde dersime devam ediyordum. Fakat dersten çıktıktan sonra o sorun önünüze geliyor. Aşamayacağınız bir şekilde önümüze geliyor. Bir çözüm de yok. Karşımızda 'ya bu deveyi güdeceksin ya bu dünyadan gideceksin' söylemiyle çıkıyorlardı. Bize makul bir çözüm yolu sunmuyorlardı. Biz bu diyardan gitmek istemiyorduk. Görevimizi bırakıp eğitimden ayrılmak istemiyorduk. Bundan dolayı da ne yapacağımızı şaşırmıştık."
O dönem başörtülü olan tüm öğretmenlerin hain ve suçlu gibi gösterildiğini belirten İlhan, milli eğitim müdürlüğü binasına gittiklerinde başörtülü oldukları için çoğu zaman binaya bile alınmadıklarını ve o günlerin kendileri üzerinde unutulmaz acılar bıraktığını ifade etti.
İlhan, "Bütün bu sorunlarla ve sorularla büyük bir sıkıntıyla yola devam ediyorduk. Bu yolda çok hakaretler gördük. İnsan onurunu kırıcı hakaretler ve davranışlar ile karşılaşıyorduk. İnsana öteleyici, ikinci sınıf vatandaş gibi niteleyen özellikler ile karşılaşıyorduk. Sadece başörtüsünden dolayı bizi hain ve suçlu gibi göstermeleri çok zorumuza gidiyordu." diye belirtti.
"Sözlü olarak yapılan hakaretler daha çok yaralayıcıydı"
Sürekli soruşturma, uyarı ve kınama cezası aldığını söyleyen İlhan, "Bizlere başörtümüzden taviz verip başımızı açarak derslere girmemiz söylendi. Biz ya bunu yapacaktık ya da bunu yapmayıp bu görevden uzaklaşacaktık. Bu konuda direnen arkadaşlarımız oldu. Arka arkaya soruşturma geçirenler, görevden atılan, kınama, uyarı ve idari cezalar alan arkadaşlarımız oldu. Bunların yanı sıra sözlü olarak yapılan hakaretler daha çok yaralayıcıydı. Bir idari işlem için milli eğitim müdürlüğüne gitmemiz gerekiyordu. Ama odaya alınmıyorduk. Burada başörtümüze tahammül edemeyen idareciler vardı. Bu tür şeyler gerçekten anlatılmaz yaşanır. İnsanlar empati yaparak aynı şeyleri hissedebilir mi bilmiyorum ama o gün içerisinde bu acılar anlatılmazdı. Hakaretlerin yanı sıra bizde çok ağır hisler uyandırıyordu." diye konuştu.
"Bize, 'Başınızı aç diyorlarsa açacaksınız' şeklinde yaklaşıyorlardı"
İlhan, "Bu sadece kamuda olan bir sorun değil toplumda da bir baskı vardı. İnsanlar bu konuda bize destek olmuyorlardı. Bize, 'Kurallar buysa, kurallara uymanız gerekiyor' şeklinde yaklaşıyorlardı. Biz bir insanla konuşup psikolojik olarak destekte bulamıyorduk. Yakınlarımız, ailemiz, akrabalarımız ve arkadaşlarımız olsun içinde yaşadığınız duyguları anlamıyorlar. Bize 'Başınızı aç diyorlarsa açacaksınız' şeklinde yaklaşıyorlardı. Bu şekilde olunca işiniz daha zor. Çünkü çevrenizde sizi destekleyen insanlar olsa daha kolay yaşarsınız, hakkınızı daha rahat bir şekilde ararsınız. Herkes bir araya gelip bir şeyleri konuşmaya bile korkuyordu. O zulmü maruz görüyorduk. İşte siz tüm bunların arasında kalınca iyice bocalıyorsunuz ve ne yapacağınızı şaşırıyorsunuz. Bu şekilde ikilem arasında kalıyorduk. Ya görevimi devam ettirmek ya da Rabbinin emrini yerine getirmek ikilemi arasında kalıyorduk." diye belirtti.
"O günler çok kötü günlerdi"
28 Şubat sürecinde yaşadıklarını asla unutamayacağını söyleyen İlhan, "O günkü yaşadıklarımız tabi ki aklımıza gelince üzülüyoruz. O günler çok kötü günlerdi. O günü yaşayanlar daha o günü yaşayanlarla beraber olanlar o günleri çok iyi bilirler. O gün gözyaşı dökenler ve geleceği hakkında da ne olacağını bilemeyenler, o günlerde çok kötü olaylar yaşadığımız için 'Bizim geleceğimiz ne olacak, bu işin sonu nereye gidecek, bu böyle mi gidecek ve bu zülüm bitmeyecek mi?' şeklinde üzülüyorduk. İnsan olmanın haklarından birisi de inancını yaşamaktır." dedi.
2014 yılının şubat ayında tekrar görevine döndüğü için çok mutlu olduğunu anlatan İlhan, "O dönem istifa ettikten sonra tekrar göreve başlayıncaya kadar olan süreçte kolay bir süreç değildi. İnsanlarda bizi sorguluyorlardı. 'Neden görevinden ayrıldın, neden çalışmıyorsun?' Tabi o kadar okudum, emek verdim. Ailem o kadar maddi ve manevi olarak emek verdi. İnsanlar bunu anlamakta zorlanıyorlardı. Sürekli biz bu tür sorularla karşılaşıyorduk. Sürekli insanlara bir şeyleri açıklamak zorunda kalıyordum. 14 yıllık bir aradan sonra tekrar göreve döndüm. Tabi bu 14 yıllık süreç kolay geçmedi. Ama yine de görevime döndüğüm için çok mutluyum." ifadelerini kullandı. (İbrahim Koçyiğit- İLKHA)