TARİHTE BUGÜN/DOĞRUHABER - 19. ŞUBAT. 2018

779: İbrahim Ethem  vefat etti. Bazı tarihçiler vefat tarihini 781 olarak söylerler.

İbrahim bin Ethem, meşhur âlimlerinden ve evliyanın büyüklerindendir. Miladi 714'de, Hicri 96'da Belh şehrinde doğup 779′da Hicri 162'de Şam`da vefat etti. İsmi, İbrahim bin Edhem bin Mansur, künyesi Ebu İshak`tır. Nesebi hazret-i Ömer`e dayanır.
Bağdat, Şam ve Hicaz`da meşhur oldu.Üç kıtanın âlimlerinin çoğundan ilim öğrendi. İmam-ı Azam hazretlerinin sohbetleriyle olgunlaştı. Dinde fakih ve müctehid oldu. Rumlarla yapılan cihadlara katıldı. Arap lisanını çok fasih konuşurdu. Babası Edhem, Belh şehri padişahıydı. Kendisi Şehzade olup, tahtta oturur, avlanmayı severdi.Her türlü imkâna sahip, her istediğini yer, her istediğini giyer, her emri hemen yapılırdı.Bir yola çıktığı zaman, kırk altın kalkanlı asker önünden, kırk altın gürzlü asker arkasından yürürdü. O bütün bunları terk etmiş ve Allah Teâlâ'ya gönül vermiştir.Mübarek sözleri ve kerametleri dilden dile dolaşmış, muhabbeti hep gönüllerde yaşamıştır. Dünya sultanları unutulmuş, fakat O unutulmamıştır.

1878: Thomas Edison fonografın patentini aldı. Fonograf, sesleri kayıt ve tespit ederek istenildiğinde tekrar edilmesini sağlayan makine olup  Amerikalı  Edison tarafından 1877 tarihinde icat edilmiştir. Edison, 1878'de ise makinesinin patentini almıştır.

1932: Halkevleri kuruldu. 8 Ağustos 1951'de Demokrat Parti hükümeti tarafından kapatılan Halkevlerinde amaç; Halkın politik, ideolojik ve kültürel eğitimini sağlamaktı. Cumhuriyet Halk Fıkrası Genel Sekreteri Recep Peker, bu amacı şöyle ifade etti: "Halkevlerinin gayesi ulusu katılaştırmak, sınıfsız katı bir kitle haline getirmektir".

1994: Libya'da göstermelik şeriat uygulamasına geçildi. İslami takvim uygulanmaya başlandı. Kaddafi Yeşil Kitap olarak adlandırılan kendi koyduğu kanunlarda İslam ile Sosyalizm mozaiği bir ucubeye imza attı. Aslında onun İslami bazı uygulamalara izin vermesi göz boyamadan başka bir şey değildi.

1997: İran'ın Ankara Büyükelçisi Bagheri, Sincan'da düzenlenen Kudüs gecesindeki konuşmalarının ardından, artan tepkiler nedeniyle ülkesine döndü.

2001: Milli Güvenlik Kurulu'nun Çankaya Köşkü'nde yapılan Şubat ayı olağan toplantısında Başbakan Ecevit ile Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer arasında Anayasa kitabı fırlatma krizi yaşandı.  Milli Güvenlik Kurulu'nun Çankaya Köşkü'nde yapılan şubat ayı toplantısında, Başbakan Bülent Ecevit, Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer ile yaşadığı tartışma nedeniyle toplantıyı terk etti. Parkinson hastalığının iyice ilerlediği dönemde Ecevit, koalisyon ortaklarıyla kameralar karşısına geçip ağlamaklı bir tonla "Cumhurbaşkanı bana Anayasa kitabını fırlattı" demiş onun devletin zirvesinde olan böyle bir olayı kameralar karşısında anlatması devlet adamlığına yakıştırılmamıştı.

2001: MGK toplantısında Cumhurbaşkanı ve Başbakan arasında yaşanan gerginlik, krizin ilk işaretlerini verdi. Borsa yüzde 14,6 düştü, repo faizleri yüzde 760'a vurdu. Merkez Bankası'ndan yaklaşık 7,6 milyar dolarlık döviz çıkışı olduğu iddia edildi. G–20 toplantısı yapılırken, Fischer ve Deppler Başbakan Ecevit ile görüştü. Az önce bahsettiğimiz Sezer'in Anayasa kitabını MGK toplantısında Ecevit'e fırlatması olayının ardından gelen ekonomik krizi, kitap fırlatmanın tetiklediği iddia edilmişti. Gerçekte ise 2001 Ekonomik krizi Türkiye'nin iflası gibi ağır idi. Ve bunun sebebi kitap fırlatma değil 28 Şubat'tan itibaren rahmetli Erbakan'ın doldurduğu hazinenin, 28 Şubatçılarca boşaltılmasıydı. 2001'de bardak son damlayla dolmuş ve kriz patlak vermişti.

2002: Ana muhalefet Partisi DYP'nin Genel Başkanı Tansu Çiller, önce Abdullah Öcalan ile ilgili dosyanın gereğinin yapılmasını, ardından idam cezasının kaldırılmasını önerdi. Tansu Çiller bunu söylerken AB'nin dayattığı "idamı kaldırın" baskısının Öcalan'ı idamdan kurtarmak için olduğunu çok iyi biliyordu. O "Önce asın, sonra idamı kaldırın" demekle sadece oy avcılığı yapmaktaydı. Zira idamı kaldıran Koalisyon içinde Öcalan'ın en nefrin zıt kutubu Bahçeli de vardı. Ama Öcalan'ı ipten kurtaran Bahçeli sonraki yıllarda seçim meydanlarında ip sallayarak "Alın siz asın" diyecek, Türkiye'de siyasi arsızlığın nasıl işlediğini bir kez daha gösterecekti.

2009: Türk Basını, Robert Wexler`i ABD Kongresi'nde Türkiye'yi destekleyen az sayıdaki vekilden biri olarak tanıtıyor. Florida'dan Demokrat Temsilciler Meclisi üyesi olan Wexler, aynı zamanda Kongre'deki Türk grubunun da başkanlığını yapıyor. Amerikalı bu vekil, Ankara ziyareti çerçevesinde bir TV kanalının sorularına verdiği yanıtlarda, “ABD'nin ne olursa olsun, İsrail'in yanında yer alacağı” mesajını verdi. " Washington her zaman İsrail'in yanında durmaya devam edecek" diyen Türk dostu vekil, ayrıca Erdoğan'a da nasihat ederek Davos'u arkada bırak dedi.. Türk Medyasının Türk dostu dediği Amerikalı vekil, Türklere şu duayı yaptırmalıydı; "Dostu böyle olursa düşman olanından Allah'a sığınırım" Bu konuda bir  atasözünü de hatırlamak lazım; "Böyle dost düşman başına" Bir de şu atasözü üzerinde ufak bir oynama yapacak olursak; Çok af buyrun; "Köpekten post, Amerikalıdan dost olmaz"

2010: İnternete düşen ve skandalları deşifre eden ses kayıtlarına bir yenisi eklendi. Birçok komutanın ardından Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ'un da ses kaydı internete düştü.  “Şimdi değerli arkadaşlar. Adamlar hataları istismar ediyorlar. Bu önemli. Burada hata var" sözleriyle başlayan Başbuğ, ses kaydında "İçimizdeki çürükler yüzünden bilgi sızıyor" diyor ve "her şeyin zamanı var! zannetmeyin ki olayları uzaktan seyrediyoruz..." diye tehditvari konuşuyor. Genel Kurmay Başkanı olarak TSK'nın başındaki adamın ses kaydına dair Genel Kurmay başkanlığı bir açıklama yaparak “Bazı internet sitelerinde bugün bir ses kaydına dayalı olarak yapılan  bir haber yer almıştır. Yapılan ilk incelemede, söz konusu ses kaydının, Sayın Genelkurmay  Başkanı'nın yurt dışında askeri personele yapmış olduğu bir konuşmadan  yararlanılarak düzenlendiği anlaşılmıştır” denildi. Başbuğ'un 26 ve 27 Ocak'ta Brüksel'de olduğunu hatırlatan basında TSK'nın nasıl olur da üst düzey sımaları dahi önleyemediği sorgulandı. Öyle ya TSK'nın zirvesi dinleniyor, sesleri kayda alınıp internete yayılıyor. Bunun haricinde askerin sır olması gerek bilgileri nerdeyse tablacılara kadar düştü. Bu, yıllarca sadece İrtica adı altında İslamla uğraşan bir yapının geldiği nokta olarak ders alınmalıdır. Zira İslamı tek ve gerçek düşman bilenler asıl tehdit ve düşmanları görmemiş, bir ülkenin değerlerini dinamitlemiştir. Emekli olduktan sonra Ergenekondan tutuklanan Başbuğ başta olmak üzere TSK ve diğer devlet organları "İrtica İrtica" dedikleri kadar devletin sırlarına dönüp baksalardı koskoca bir genel Kurmay Başkanının 27 Ocaktaki konuşması 19 Şubatta daha üzerinden bir ay bile geçmemişken kayd altına alınıp dünya aleme dinletilmezdi.

2011: Balyoz soruşturması kapsamında gerçekleştirilen tutuklanarak Hasdal Cezaevi'ne gönderilen muvazzaf ve emekli general, amiral ve diğer subayların eşleri Ankara'da Anıtkabir'de toplandı. Başta İstanbul olmak üzere Türkiye'nin çeşitli illerinden Ankara'ya gelen sanık aileleri, yakınları ve destek için gelenler tutuklamaları Atatürk'e şikayet etmek amacıyla Anıtkabir'de buluştu. Laik kesimler Atatürk ile övünürken saydıkları bir icraat olarak Atatürk'ün türbeleri kapatmasını gösterirler. Ama başları her sıkıştığında Atatürk'e şikayete gitmekten geri durmazlar.

Kabristanlarda ellerini açıp ölülerine Fatiha okuyanları aşağılayan laik elitler, Atatürk'ün huzurunda eğilip şikayetnameler yazmayı ve Anıtkabiri türbeye çevirmeyi erdem sanırlar. Galiba en güzel cevabı yine Kur'an, İsra suresi 56. ayetin mealiyle veriyor; " De ki: "Allah'tan başka, ilâh olduğunu sandığınız şeyleri çağırın, size yardım etsinler. Onlar, ne sizden sıkıntıyı kaldırabilirler, ne de değiştirebilirler."

2012 : Osmaniye T Tipi Kapalı Cezaevine Sevk Edilen İki Hizbullah Hükümlüsü, Cezaevi Gardiyanlarınca Üst Araması Bahanesiyle Anadan Doğma Soyunmaya Zorlandı.

Bunu Kabul Etmeyince De Şiddet Ve Hakarete Uğrayarak Zorla Soyuldular.

Osmaniye Cezaevi Daha Öncede Benzer Uygulamalarla Gündeme Gelmişti.

Osmaniye Cezaevinde Yaşananlar Günlerce Sivil Toplum Kuruluşları Ve İnsan Hakları Dernekleri Tarafından Protesto Edildi.

MERCEK

19 ŞUBAT 1881: Amerika Kansas'ta tüm alkollü içecekler yasaklandı.

O dönemde Amerika`da kişi başına düşen içki tüketimi 2010 yılı rakamlarıyla kıyaslandığında 3 kat daha fazlaydı.

Bu tüketim bazı dini gurupların dikkatini çekiyor ve dinen içki içmenin kötü hatta günah olduğunu, alkolün insan sağlığına maddi, manevi ve fiziksel olarak zarar verdiğini söylüyorlar.
1840`lara gelindiğinde dini guruplar hareketleniyor ve neticesinde protestanlar ikiye ayrılıyor. İçkinin yasaklanmasını isteyenlere kuru (dry), karşıt olanlara ise ıslak (wet) deniyor.

Kurular, içki içenlerin günahkar, içki içilen yerlerin ise bozuk, kötü yerler olduğunu söyleyerek içkinin devletçe yasaklanmasını istiyorlar, Islaklar ise “Devlet ahlakı tanımlayamaz” diyerek böyle bir yasağa karşı çıkıyorlar.

Devletin bu konuda önlem almaması üzerine kurular, barları basarak içki içenlere zorbalık yapıyor ve barlardaki içki şişelerini kırmaya başlıyorlar.

ABD`de tam bir kaos yaşanmaya başlıyor.

Bunun üzerine ABD tarihinde ilk defa alkol tüketimi politika malzemesi haline gelip, 1880 tarihinde Kansas`da yasaklanıyor. ‘Birinci Dünya Savaşı`nın patlamasıyla birlikte de kuruların argümanı güçleniyor ve arpadan imal edilen içkiler yerine bu ürünlerin gıda malzemesi olarak tüketilmesi ağırlık kazanıyor ve devlet içkiyi yasaklamaya karar veriyor.

1919`da Volstead yasası olarak bilinen kanunla ‘Alkol ve Alkollü içeceklerin üretimi, satışı, ihracat, ithalat ve taşınması` yasaklanıyor.

Ancak bu sırada 1. Dünya Savaşı sona eriyor ve 1920`de 1520 federal polise görev verilerek yasağın tüm Amerika`da uygulatılması başlıyor. 1919-1933 arası yaşanan bu dönem “Asil Deney” olarak adlandırılır. İçki yasağı döneminde Amerikalılar evlerinde içki üretip içmeye başlatıyor. Sınır ülkelerden kaçak yollarla gelen içki ve mafyanın bu işe el atması içkiyi korkunç bir yer altı ekonomisine çeviriyor. Takvimler 1933`ü gösterdiğinde Başkan Franklin Roosevelt (Fıranklin Ruusvelt) mafyayı güçsüzleştirmek ve alkol endüstrisini de ekonomiye kazandırmak için yüzde 3.2 alkol oranında bira ve şaraba yeni bir kanunla izin veriyor.

O yıllarda Rockefeller (Rokfeller) “Yasak başladığında ümidim alkolün şeytani etkilerinin halk tarafından kabul edileceğiydi ancak gördüm ki tam tersi oldu. Yasakla birlikte gizli tüketim arttı ve halkın kanunlara karşı saygısı kalmadı. Suç oranları arttı.” diyor. Şimdi Amerika açık alanlarda, parklarda, kısacası halka açık yerlerde içki yasağını uyguluyor. Büfelerde, marketlerde içki ve sigara satılmıyor. Satın alma yaşı da kısıtlı. Hiç bir spor kulubüne içki firmasının ismi verilmiyor. Benzeri uygulamalar 2010'larda Ak Parti iktidarınca getirilmek istendi de laik çevreler "Laiklik elden gidiyor, Şeriat geliyor" höykürmelerine başladılar. Oysa Allah'ın emir ve yasakları sadece dinsel yönden değil, sosyal, ekonomik, tıbbi, beşeri maslahat gibi pencerelerden de ele alınacak olursa akıl bu yasaklara uymayı gerektirir. yani müslüman dahi olmasa bir insan aklını kullanırsa bu yasaklardan uzaklaşır. Düşünsenize fuhuş, kumar, içki, eroin, faiz gibi yasaklardan hangisi akılla çelişmektedir. Ama gelin görün ki, aklını şehvetinin kalbini iblisin egemenliğine verince insanoğlu akıl ve izan dışı davranabiliyor.

19 ŞUBAT 1932: Halkevleri kuruldu. 8 Ağustos 1951'de Demokrat Parti hükümeti tarafından kapatılan Halkevlerinde amaç; Halkın politik, ideolojik ve kültürel eğitimini sağlamaktı. Cumhuriyet Halk Fıkrası Genel Sekreteri Recep Peker, bu amacı şöyle ifade etti: "Halkevlerinin gayesi ulusu katılaştırmak, sınıfsız katı bir kitle haline getirmektir".

Halkevleri, Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk yıllarında Atatürk'ün düşüncesiyle oluşturulan kuruluşlardır.

Ulus devlet olarak kurulan Türkiye Cumhuriyeti'nde, yeni bir toplum inşa etmek için 19 Şubat 1932'de, ilk olarak 14 merkezde, Afyon, Ankara, Bolu, Bursa, Çanakkale, Denizli, Diyarbakır, Eminönü, Eskişehir, İzmir, Konya, Malatya ve Samsun'da kurulmuştur.

Halk evlerinin kuruluş amacı; Türk halkının sözüm ona çağdaş medeniyetler seviyesine ulaşmasını ve yapılan inkilabların yerleşmesini sağlamaktır. CHP programında da yer alan şu ifadeler da bunu doğrulamaktadır: "Klasik okul yetiştirmesi dışında, yığına, devamlı ve Türkiye'nin ilerleyiş yollarına uygun bir halk eğitimi vermeği önemli görürüz. Bu hizmet için çalışan Halkevlerini devlet, imkân elverdiği kadar koruyacaktır."

Halkevlerinin açılmasının gerisinde yatan pek çok sebep vardır. Bunları siyasal ve kültürel olmak üzere iki grupta toplayabiliriz:

Siyasal Sebepler

Cumhuriyetin ilânından halkevlerinin kurulduğu tarihe kadar geçen yaklaşık 10 yıllık sürede yeni rejimi daha doğrusu iktidar sahiplerinin saltanatını tehlikeye atan veya Cumhuriyet rejimini kökten değiştirmeyi amaçlayan birtakım siyasî hareketler meydana gelmişti. Ayrıca Atatürk`ün teşvikiyle kurulan Serbest Cumhuriyet Fırkası kısa sürede memleket genelinde teşkilâtlanma çalışmalarını tamamlamış ve iktidara aday bir siyasî parti haline gelmişti. Atatürk tarafında göstermelik bir demokrasi olsun diye kukla parti olarak kurulan Serbest Cumhuriyet Fırkasının beklenmedik bir ilgiyle karşılanması ve yeni rejime muhalif unsurların bu fırkanın çatısı altında toplanması Atatürk ve diğer CHP yöneticileri tarafından endişeyle izleniyordu. Diğer bir ifadeyle yapılacak ilk seçimde CHP iktidarı sona erebilir, yeni Türkiye Serbest Cumhuriyet Fırkası iktidara yönetime gelebilirdi. Bunlara ilâveten CHP'nin bir kültür kolu olmakla beraber zaman zaman siyasî çalışmalar da yürüten Türk Ocakları, bazı açılardan CHP ile ters düşüyordu. Bir kısım Türk Ocağı şubeleri ve üyelerinin Serbest Cumhuriyet Fırkasına geçmesi, bazı şubelerde ise doğrudan CHP aleyhine çalışmalar yapılması CHP yöneticilerinde Türk Ocakları aleyhinde bir düşüncenin gelişmesine sebep olur. Hatta Türk Ocağı teşkilâtının bulunduğu yerlerde partinin teşkilât kuramaz hâle geldiğini belirten CHP müfettişleri, raporlarında “Türk Ocakları bu gidişlerinde bırakılacak olursa, çok daha kötü sonuçlar doğabileceğini` söylemeye başlamışlardı”

Devletin ve partinin geleceğini tehdit eden bu tür olumsuz gelişmeler Atatürk ve CHP yöneticilerini yeni ve radikal önlemler almaya sevk etmiştir.

Türk Ocaklarının kapatılarak bir süre sonra halkevlerinin açılmasında dış siyasal sebeplere de dikkat etmek gerekir. Türk Ocaklarına dair bir araştırma yapan Füsun Üstel`in belirttiğine göre, Ocakların kapatılmasındaki dış etkenlerin çoğu “Ocakların ‘Turancı` eğilimlerinin 1930`larda iyi ilişkiler içinde bulunulan SSCB tarafından kendi varlığına karşı bir tehdit olarak algılanması noktasında yoğunlaşmaktadır. 1930-1931 döneminde SSCB`nin Türkiye Büyükelçiliği görevinde bulunan Surits`in, Ocakların kendi ülkesi ile fazla ilgilenmesi ve üyeleri arasında yayılmacı amaçlar taşıyan kişilerin varlığı nedeniyle dönemin Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü`yü uyarması ve Türk Ocakları merkez binasının mimarı Arif Hikmet Koyunluoğlu`nun belirttiğine göre Azerbaycan Elçisi İbrahim Abilof`un ‘Paşam, biz sizinle dostuz. Kurtuluş Savaşında bu dostluğu ispatladık. Para, silah yardımı yaptık. Ancak Türk Ocağında dostluğa yakışmayan bazı olaylar oluyor. Burada Türkistan`ı alacağız, Azerbaycan`daki Türkleri kurtaracağız diye konferanslar veriliyor. Bu dostluğa yakışmaz, bunun önlenmesini istiyoruz.` şeklinde eleştiride bulunması" Turancılığa iyice kayan Türk Ocaklarını kapatma fikrini güçlendirmiştir.

Türk Ocakları kapatılacaktı lakin yerini doldurmak üzere Halk Evleri açılacaktı.

Halkevlerinin Açılmasında Kültürel Sebepler

Cumhuriyetin ilânından sonra kültürel alanda bir dizi inkilab yapıldı. Ancak yapılan inkilabların halk tarafından benimsenmediği görülmektedir. Bu bakımdan inkilabların halka mal edilmesi, derinleştirilmesi ve halkın eğitilmesi için herkesin rahatlıkla çalışmalarına katılabileceği yaygın bir teşkilâta ihtiyaç vardı. 1929`da halka yeni harflerle okuma-yazma öğretmek amacıyla bir yaygın eğitim kurumu olarak Millet Mektepleri açılmıştı. Fakat, bu kurumlardan pedagojik alanda istenilen verim alınamamış olmalı ki Millet Mekteplerinden daha geniş ve daha kompleks bir kurum olan halkevleri kurulmuştur.

Halkevleri açma düşüncesine dair basında tespit edilebilen ilk haber, halkevleri açılmadan yaklaşık bir sene önce, 2 Ocak 1931`de çıkmıştır. Atatürk 1 Ocak 1931`de İstanbul`da gazetecilere halkevlerinin kurulacağını söyler. 2 Ocak 1931 tarihli Milliyet gazetesinde halkevlerinin açılacağı ve konunun CHP kongresinde görüşüleceği belirtilir Yine Atatürk`ün 1931 yılı Şubatında geniş çaplı bir yurt gezisine çıktığı ve bu gezide halkın inkilâba bakışını değerlendirdiği bilinmektedir. Atatürk`ün gezi programında yer alan Aydın ziyareti, Türk Ocaklarının sonunu getirmesi, buna karşılık halkevlerinin kuruluş sürecini hızlandırması bakımından üzerinde durulması gereken bir gezidir. Atatürk, Aydın gezisinin 3 Şubat 1931 Salı günkü programında Aydın Türk Ocağını da ziyaret eder ve Türk Ocağı mensuplarıyla bir sohbet toplantısı düzenler. Söz konusu toplantıda Ocaklıların inkilâba karşı görev ve sorumluluklarını yeniden hatırlatan Atatürk, vasıtasızlıktan köylere gidip halk ile temas edemediklerinden şikâyetçi olan bir ocaklıya verdiği cevapta, şeyh ve müritlerin köye giderken otomobil masrafını düşünmediklerini, bir mefkureye bağlananların gayeleri uğrunda her türlü zahmet ve fedakârlıktan zevk alacaklarını ilâve eder. Esasen, Atatürk Aydın seyahatinde Türk Ocakları çalışmalardan pek de memnun olmadığını dolaylı bir şekilde ifade etmiştir. Gerek 1 Ocak 1931`de gazetecilere halkevlerine dair beyanat vermesi gerekse yurt gezisinde Türk Ocaklarında yapılan çalışmalardan memnuniyetsizliğini belirtmesi, Atatürk`ün 1931 yılı başlarında Türk Ocaklarını feshedip halkevlerini kurmayı plânladığını ortaya koymaktadır.

Halkevlerine dair ilk araştırmalardan birini yapan Anıl Çeçen, 1931`de halkevleriyle ilgili bir gelişmeye dikkati çeker. Anıl Çeçen`e göre, Cumhuriyet döneminde Avrupa`ya eğitim için gönderilen ve halk eğitimi üzerine özel çalışmalar yapan Vildan Aşir Savaşır, Çekoslovakya`da halk eğitimi alanında faaliyette bulunan Sokol adlı bir gençlik teşkilatını incelemiş ve 1931 yılının sonlarına doğru, bir gün Türk Ocağı binasında Avrupa`daki halk eğitimi uygulamalarıyla beraber bu teşkilata dair bilgi vermişti. Daha sonra konuyu Ankara radyosunda verdiği bir konferansta tekrarlayan Vildan Aşir, ülkede benzer kurumların kurulup kurulamayacağı hakkında bir tartışma başlatmıştır. Çeçen, bu tartışmalardan sonra, Atatürk`ün Vildan Aşir`i telefonla arayarak kutladığını bazı çalışmalar için hazır olmasını istediğini yazmaktadır.

Bu anlatıya göre Türkiye'de yaşayan bütün ulusları Ulus Devlet çatısı altında birleştirmek için kurulan Halk Evlerinin kökeninde yine dışarıdan bir sipariş vardır. Çekoslovakya Sokol gençlik teşkilatı örneği alınarak Halk Evleri kurulmuştur. hatırlayacak olursak, Cumhuriyet Halk Fıkrası Genel Sekreteri Recep Peker, "Halkevlerinin gayesi ulusu katılaştırmak, sınıfsız katı bir kitle haline getirmektir" demişti.