TARİHTE BUGÜN / İSTANBUL / DOĞRUHABER / 13 ŞUBAT

1258: Hülagû, Bağdat'ı işgal etti. 200 bin Bağdatlı öldü. Moğollar 13 Şubat 1258'de şehre girdi ve şehir bir hafta boyunca yağmalandı, halk katledildi. Hülagü evler, camiler, medreseler namına ne varsa yakıp yıktırdı. Milyonlarca kitap bu talanda yakıldı.

1926: Konya`da Mevlana Celaleddin-i Rumi Türbesinin müze haline getirilmesine karar verildi. Atatürk, Cumhuriyetten sonra tekke ve zaviyelerin kapatılmasında, Mevlana türbesini kapatmayarak, o zamanın Başbakanı İsmet İnönü`ye müze olarak kalması için emir vermiştir. Yakın dönem tarihçileri buna özellikle değinerek, tüm tekke ve zaviyeleri kapattıran Atatürk'ün Mevlana'nın türbesini kapattırmamasını Atatürk'ün Mevlana sevgisine bağlarlar. Buna göre Atatürk Konya'ya geldiği dokuz kez Mevlana'yı ziyaret etmeden ayrılmamıştır. Buna inanmak biraz zor. Zira Mevleviliği yasaklayıp, Mevlana'nı türbesini de müzeye çevirmek sevgiyle ifade edilmese gerek. Bunun altındaki sebeplerden biri Atatürk'e karşı iki kez ayaklanan Konya ahalisine karşı en kıymet verdikleri bir değer üzerinden politika yapmaları olabilir.

1960: Fransa, BM ve ABD'nin itirazlarına rağmen Büyük Sahra'da atom bombası patlattı.

1975: Kıbrıs Türk Federe Devleti kuruldu. Devlet Başkanlığı'na Rauf Denktaş getirildi. Rauf Denktaş, uzun yıllar Kıbrıs'ın lideri olarak kendine Cumhuriyet'in ilk yıllarını örnek aldı. Kıbrıs'ta dini eğitimi, Kur'an Kurslarını, İslamın asli ve sosyal her amelini yasaklayarak maneviyattan uzak bir nesil yetiştirdi. Öyle bir hale geldi ki, Kıbrıs gençliği bugün Türkiye'ye işgalci gözüyle bakıp Rumların bayrağı altında Kıbrıs Rum Devletini istemekte ve boyunlarına haç takarak gezmektedirler. Rauf Denktaş, medyada "Buna bir anlam veremiyorum. Türk gençlerimiz haç takıp Rum Devletini istiyorlar" demişti. Azıcık olsun kendisini sorgulayıp nesillerin bu hale gelmesinde hata aramadı. 13 Ocak 2012'de ölen Denktaş'ın niçin ısrarla İslamdan uzak bir millet profili çıkarmak istemesinin emareleri bir ara Ergenekonla beraber adının zikredilmesiyle anlaşılır gibi oldu. Zira bazı medya kuruluşları Denktaş'ın Ergenekonla bağlarının olduğunu hatta gözaltına bile alınacağını konuşmuştu. Sonuçta o da her nefis sahibi gibi emanetini asıl sahibine teslim etti ve zerre miskal iyiliğin de zerre miskal kötülüğün de karşılıksız bırakılmayacağı bir beldeye gitti.

1985: Kapatılan Milli Selamet Partisi yöneticileri hakkında açılan kamu davası sona erdi. Partinin Genel Başkanı Necmettin Erbakan ve 22 arkadaşı beraat etti.1981 şubatından 1985 şubatına kadar geçen bütün bu süre içinde Necmettin Erbakan toplamda 10 ay tutuklu kaldı.

1995: F–4 uçaklarının modernizasyon işini ihaleye çıkarmadan İsrail'e veren Hükümet, TAİ ve Genelkurmay Başkanlığı'nın uyarısı üzerine kararını gözden geçirmeyi kabul etti. Kamuoyuna hep "Tankların modernizasyonu, uçakların modernizasyonu" deyip ihaleleri İsrail ve Amerika'ya veren hemen hemen tüm hükümetler resmen Türkiye'ye arkalarını çevirmiş ve geleceğiyle oynamışlardır. Öncelikle bu ihaleler, özellikle İsrail ekonomisine katkı sağlaması açısından önemlidir. Geniş bir platformda geriye dönerek bir tarama yapılacak olursanız İsrail ekonomisinin sıkıştığı yerde illa ki İsrail'e bir ihale kotarıldığını göreceksiniz. Bunun ötesinde İsrail ve Amerika'nın modernize ettiği tank, uçak vb. savaş araçlarının kodları İsrail ve Amerika tarafından Türkiye'ye verilmemektedir. Böylelikle olur da Türkiye, Amerika veya İsraille savaşa girecek olursa onlara karşı bir mermi bile sıkamayacaktır. Zira silahlarının modernizasyonunu yapan bu iki ülke anında kodları girip uçakları ve tankları kilitleyebilmektedir. bundan vahimi ileriye dönük tüm stratejilerinizi bu iki ülkeye göreceli belirleme gibi bir bağlayıcılık da söz konusudur. Örneğin, Amerika veya İsrail, sizin "A Ülkesiyle" savaşmanızı istemiyorsa savaşamazsınız. Zira siz o ülkeye karşı uçaklarınızı havalandırıp tanklarınızı yürüttüğünüz anda isterlerse Türkiye'ye vermedikleri kodları girip silahlarınızı susturmaktadır. Bu bahsettiğimiz politikalarda son yıllarda Türkiye lehine düzenlemeler yapıldı. İsrail ile arasının açılması özellikle son dönemde daha duyarlı davranmaya mecbur etti. Ama bundan önceki hükümetler bu durumu bilmelerine ve açıktan gizliden bazı çevrelerce uyarılmalarına rağmen neden böyle davrandılar? Bu davranışlarına ülkeyi satmak denmez mi?

2004: Kuş gribi salgını, milyonlarca kümes hayvanının itlaf edilmesine rağmen 10 kadar Asya ülkesinde can aldı.

2004: Çeçenistan'da Cahar Dudayev'in 1996'da şehid edilmesinden sonra kısa bir süre devlet başkanlığı görevini yürüten Selimhan Yandarbiyev, aracındaki patlama sonucu şehid edildi. Rus askerlerinin 1999'da Çeçenistan'ı işgal etmeleriyle çekilen ve Katar'da 3 yıldan uzun bir süredir sürgün hayatı yaşayan Yandarbiyev, başkent Doha'da, namaz kıldığı camiden ayrıldıktan sonra aracında meydana gelen patlama sonucu 52 yaşında şehid oldu.  Yandarbiyev'in hastaneye getirilirken şehid olduğu açıklanırken beraberindeki bir kişinin de ağır yaralı olduğu belirtildi.

2004: İşgalci İsrail polisi, genellikle otobüsleri hedef alan Filistinli şehadet komandolarını caydırmak için otobüslere domuz yağı dolu torbalar yerleştirmek için Hahamlardan fetva istedi. Maariv Gazetesi`nin haberine göre, bu torbalarla patlayıcı dolu kemerini infilak ettirecek şehadet komandolarının üzerine Müslümanlar için haram sayılan domuzun yağının bulaşması amaçlanıyor. Museviler için de domuzun haram olduğu belirtilen haberde, İsrail polisinin bu yeni silahı kullanmak için hahamlarla görüştüğü ve hahamların domuz yağı torbalarının kullanımına fetva verdiği belirtildi.
Kudüs'teki bir dini eğitim enstitüsünün başında bulunan haham Eliezer Moshe Fisher, yayımladığı fetvada, ‘‘halka açık alanların korunması için domuz yağı torbası kullanılması meşrudur, çünkü söz konusu olan insan yaşamıdır`` ifadesini kullandı.

2005: Bir dergiye açıklamalarda bulunan eski Başbakan Bülent Ecevit, ‘ABD olmasa Abdullah Öcalan`ı alamazdık.CIA ve MİT arasında iyi ilişkiler olmasa Apo`yu Türkiye`ye getiremezdik' dedi. Ecevit, Başbakan olmasının hemen ardından Apo`nun Kenya`da yakalanış sürecini de şöyle anlattı: ‘Tabii, ilk olarak MİT bana konuyu söyledi. MİT Müsteşarı, Amerikan istihbaratından öyle bir teklif geldiğini bildirdi. Bunu o aşamada açıklamadım. Biz de büyük bir gizlilik içinde bu konuda izin verdik. MİT özel bir uçak kiraladı. Cavit Çağlar`ın uçağı. Afrika`da ve muhtelif ülkelerde oradan oraya dolaşmaya başladı. Çünkü bir hamlede yapılacak bir şey değil ve nihayet Kenya`da sonlandı.` Ecevit, tam bir gizlilik içinde yürütülen operasyondan, sadece dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Genelkurmay Başkanı Hüseyin Kıvrıkoğlu ve MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun`un haberdar olduğunu belirtti. Ecevit, ‘Bu konunun tam bir gizlilik içerisinde yürütülmesi gerektiğinde hemfikirdik. Aksi takdirde hem Amerika güç durumda kalabilirdi, hem de olay akamete uğrardı` dedi. Aynı dergiye konuşan eski Milli Savunma Bakanı İsmet Sezgin ise PKK'nın Belarus'a önerdiği 10 milyon dolarlık rüşveti önlediklerini anlattı.

2006: Diyarbakır'da Mustazaflar ile Dayanışma Derneğinin öncülüğünde 11 sivil toplum örgütünün organize ettiği 'Hz. Muhammed'e Saygı Mitingi'ne yüz binin üzerinde müslüman katıldı. Kadınıyla, çoluk çocuğuyla İstasyon Meydanında toplanan yüz binler Karikatürcüleri telin ederek Peygamberlerine olan bağlılıklarını gösterdiler.

2007: TBMM Genel Kurulunda, Türkçenin bozulma ve yabancılaşmasına ilişkin meclis araştırması açılması kabul edildi.

Bir mahalle görseniz, herkes çöplerini sokak ortasına atıyor sonra da "Mahallemizden kötü kokular geliyor. Buna çareler arayalım" diyorsa ne düşünürsünüz? Türkiye de öyle. Allah'ın yarattığı fıtrattan uzaklaştırıp ferdlerden başlayıp toplumun dengelerini alt üst eden uygulamaları hayata geçirip sonra da bunların sonuçlarından şikayet etmek ve çaresini aramak..! Örneğin televizyonlarda, gazetelerde, dergilerde, söylenen şarkılarda dili yozlaştırmanın önü her şekilde açılıyor, sonra da bunun hal çaresi aranıyor. Bataklık inşa edip sivrisinekten şikayetçi olmak gibi bir şey..! Şayet mahalleden çıkan kötü koku var deniliyorsa işe herkes çöpleri gelişi güzel atmayarak başlanmalı. Sivrisinekler rahatsız ediyorsa bataklık inşasına son verilmeli.

2010: Foto muhabiri Şefik Dinç, Vakıfbank-TFMD yılın basın fotoğrafları yarışmasında yılın basın fotoğrafı ve yılın haber fotoğrafı ödülünü kazandı. Ödül alan fotoğrafta Mavi Marmara Gemisindeki aktivist grubun ele geçirip silahlarını aldığı ve biraz da patakladığı İsrail'in seçkin birliklerinden bir komandonun ağlamaklı ve korku dolu hali var.

2011: İran Meclis Başkanı Ali Laricani, ABD'yi, Mısır'da yaşanan devrimi çalmak ve İsrail'in çıkarlarına yormaya çalışmakla suçladı. İRNA haber ajansının haberine göre, Laricani, “ ABD'li politikacılar Mısır'daki devrimin kontrolünü ele geçirmeyi ve onu çamurda boğmak istiyor” dedi. Amerika Mübarek'in yıllarca halkına diktatörlük yapmasına göz yummuş, onu korumuş ve kollamıştı. Amerika menfaatlerine sadık bire hizmetkar olan Mübarek, hizmetlerinin karşılığını Amerika desteğiyle almıştı. Lakin Mısır Halkı ayaklanıp Mübarek'i hem de Amerika için sürpriz olacak şekilde devirince ABD çark etmiş, Mübarek'i anında satmıştı.

2017: Filistin İslami Direniş Hareketi Hamas'ın Gazze'deki yeni sorumlusu İzzeddin el-Kassam Tugayı'nın kurucularından Yahya Es-Sinvar oldu

MERCEK

13 ŞUBAT 1258: Hülagû, Bağdat'ı işgal etti. 200 bin Bağdatlı öldü. Moğollar 13 Şubat 1258'de şehre girdi ve şehir bir hafta boyunca yağmalandı, halk katledildi. Hülagü evler, camiler, medreseler namına ne varsa yakıp yıktırdı. Milyonlarca kitap bu talanda yakıldı.
Hülagü'nün Moğol ordularının başında Bağdat'a girip taş üstünde taş, omuz üstünde baş bırakmadığı bu katliam Moğol İstilalarının sadece bir tanesidir. Zira Moğollar Çin, Kore, Rusya, Anadolu, İran, Suriye, Trakya, Mynmar da dahil olmak üzere tarihe geçmiş 33 büyük istila yapmış ve bu istilalarda girdikleri beldeleri hayalet kentlere çevirmişlerdir. Ne yazık ki, bugün bile o katliamları yapan hanlar sırf aynı ırktan oldukları için bazılarınca övgüyle anılır, kutsanır. Oysa zalimin milliyetinin olmaması gerçeği kim olursa olsun zalimden buğz etmeyi gerektirmeliydi.

Biz Hülagü Han'ın Bağdat'ı istila edip yaptığı kıyıma gelirsek;

Bağdat ilk defa 766'da Abbasi Sultanı Ebu Cafer el-Mansur tarafından eski bir Sasani köyünün yerine Darusselam adıyla kuruldu. Daha sonra Medinet-us-Selam adını alan şehir, en son Bağdat adını alarak gelişimini devam ettirdi.Harun Reşid devrinde büyük bir kültür merkezi ve Abbasilerin başkenti oldu. Bundan sonraki dönemlerde de Bağdat kültür ve ticaret merkezi olarak önemini sürdürdü. Bağdat'ın tarihindeki ilk felaket 1258'de Moğol İlhanlı hükümdarı Hülagû Han'ın istilasıyla geldi. Hülagü şehri yakıp yıkarken buradaki halifeyi de öldürttü. Moğol İstila hareketlerinin neticesi olarak Abbasileri yıkıldığı biliniyor.

Hülagû Han İlhanlıların kurucusudur. Cengiz Han'ın torunu, ve diğer Cengizli Büyük Han'larından Mengü Han ve Kubilay Han'ın da kardeşidir. Hülagü, 1255 yılında ağabeyi Mengü Han tarafından Orta Doğu'da henüz ele geçirilmemiş toprakların fethini tamamlamak üzere görevlendirildi. Görevleri, güneydoğu İran halklarından olan Lurları hakimiyet altına almak, Haşhaşi tarikatını ortadan kaldırmak, Abbasi Halifeliği'ni yıkmak, Eyyubi ve Suriye topraklarının istilası ve son olarak da Mısır'daki Memlük Devleti'ni yıkmaktı. Mengü Han, Hülagü'ye teslim olanlara iyi davranmasını, karşı koyanları ise tamamen ortadan kaldırmasını emretti. Annesi Sorgotani Beki ve karısı Dokuz Hatun dinine bağlı birer nesturi hıristiyandı tıpkı yakın arkadaşı ve komutanı olan Ketboğa gibi. Moğol İmparatorluğu'nun dinlere karşı alışılmış hoşgürüsüne karşın Hülagü'nün müslümanlara olan düşmanlığında bu üçünün etkisi olduğu söylenmektedir.

Mengü Han'ın emriyle her on Moğol erkeğinden ikisi, emrindeki orduya alınan Hülagü, belki de o zamana kadarki en büyük Moğol ordusunun başında sefere çıktı. Lurlar kolayca ele geçirildi. Haşhaşilerden alınması imkânsız Alamut Kalesini normal koşullarda asla ele geçiremeyince Hülagü, bazı bilginlerin de katkısıyla kalenin altı; tüneller açılarak oyuldu ve petrol ile doldurularak kalenin bulunduğu tepe, o zamana kadar görülmemiş gerçek bir bombaya dönüştürülerek belki de Moğolların ele geçirmeyi rüyalarında bile göremeyecekleri bir kaleyi petrol doldurulan tüneller ateşlenerek patlatılmak suretiyle imha edip ele geçirdiler. Bu, o tarihe kadar asla kimsenin aklına bile getiremediği bir yöntemdi. Bu tarihe kadar da pek çok ordu bu kaleyi çok dik ve yalçın kayalar üzerinde kurulduğundan , ayrıca çok müthiş ve sert savunulduğundan ele geçirememişti. Daha sonra Bağdat'a yönelen Moğol ordusu, Abbasi Sultanına yapılan teslim ol çağrısına olumsuz cevap verilmesini, Büyük Han'ın da emrine uygun olarak istila bahanesi olarak kullandı.

Hülagû Han Sultandan teslim olmasını istediğinde, Sultan Mustasım, eğer kendisine saldırırsa Allah'ın gazabına uğrayacağını söyleyerek teslim olmayı reddetti. Birçok kaynak Sultanın saldırıya karşı yeterli önlem almadığını yazıyor, ne ordusunu güçlendirdi, ne de Bağdat'ı çevreleyen surları. Bağdat'a vardığında Hülagü orduyu bölümlere ayırdı. Böylece şehir her taraftan tehdit edilecekti. Abbasi ordusu, batıdan saldıran Moğol kuvvetlerinin bi kısmını geri püskürtmeyi başardı fakat sonraki çarpışmalarda yenildiler. Moğollar Dicle Nehri'ndeki setleri yıkarak Abbasi ordusunu tuzağa düşürdüler, askerlerin neredeyse tamamı kılıçtan geçirildi ya da boğuldu. Daha sonra şehir kuşatıldı ve birkaç gün içinde de şehri çevreleyen surların tamamı Moğol ordusunun kontrolüne girdi. Mustasım anlaşma teklif etti fakat kabul edilmedi. Moğollar 13 Şubat 1258'de şehre girdi ve şehir bir hafta boyunca yağmalandı, halk katledildi.

Moğollar'ın Bağdat'ı istilasıyla karşılaştırıldığında Alaric'in Roma istilası oldukça nazik görünür. Kaçmaya çalışanlar yakalanıp öldürüldü. Ölü sayısı hakkında tahminde bulunmak oldukça güç olsa da değişik yaklaşımlar var. Bazıları yaklaşık 90,000 kadar olduğunu savunurken, müslüman tarihçi Abdullah Wassaf birkaç yüz bin veya daha fazla Bağdatlının öldürüldüğünü tahmin ediyor. Hülagü Han, zamanın Fransa kralı IX. Louis'ye mektubunda ordusunun yaklaşık 200,000 kişiyi öldürdüğünü söylemektedir. Yapımı nesiller boyu süren cami, saray ve hastaneler yağmalandı ve yok edildi. Sultan yakalandı ve öldürülmeden önce halkının katledilmesi ve şehrinin talan edilmesi izletildi. Bozkır kültürüne göre asil kan yere akarsa, tüm alem düşmanınız olur. Bu yüzden Sultan keçeye sarılıp atlar tarafından çiğnetilmişti. Bir oğlu hariç tüm oğulları da öldürüldü.

Daha önceki örneklere baktığımızda Moğollar sadece dirençle karşılaştıkları şehirlerde, ele geçirdikten sonra halkıyla birlikte büyük bir yağma ve katliam yapıyorlardı. Eğer şehir savaşmadan teslim alınmışsa halkı bağışlanıyordu, Bağdat kuşatmasında da olduğu gibi kısa süren çarpışmalar sonucunda alınmışsa yağma yapılmakla birlikte bu kadar büyük bir vahşet olmuyordu. Bağdat'ın yağma edilirken sergilenen vahşet Moğol tarihinin de en acımasız olayıydı. Bazı Çin şehirlerinin de Bağdatla aynı kaderi paylaştığı söylenir fakat bunlar belgelenmemiştir. Bundan yüzyıllar sonra bile Bağdat terk edilmiş, harabe şehir görünümünden kurtulamadı. Tüm bu anlatılanlar Hülagü'nün Moğol hanları arasında niye en korkulan ve en büyük kan dökücülerden olduğunu açıklamaktadır.

Hülagü'nün Bağdat'a anlaşılmaz bir nefret ve kinle saldırıp yok etmesinin altında bahsettiğimiz gibi annesi, eşi ve en yakın arkadaşı ve komutanı Ketboğa'nın Nesturi Hıristiyanlar olup onların kışkırttığı tezi kuvvet kazanmaktadır.

Hülagü'nün döktüğü kanlardan Dicle nehrinin günlerce kızıl aktığı, kestiği kellelerden ufak bir tepe meydana geldiği, yaktığı büyük Bağdat Kütüphanesinde binlerce ilmin ortadan kalktığı söylenir. Hülagü'nün düşmanlarını öldürmenin yollarından biri de dersini yüzdürtüp tuza bastırmak olduğu yine kayıtlarda vardır.

Moğolların İslam alemine yaşattığı acı kare kare İslam kaynaklarında yerini almıştır. Bu kanlı dönem müslümanları öylesine sindirmiştir ki, şu vaka ne kadar manidardır. Çarşıda bir moğol askeri kendisine baktığı için bir müslümanı yanına çağırıp boynunu vuracakken kılıcını yanına almadığını görür. O müslümana dönerek; "Burda bekle! Kılıcımı alıp geleceğim" der ve gider. Oradakiler o müslümana kaçıp gitmesi için yalvarırlar. Lakin korkudan dolayı o müslüman kaçmaya bile cesaret edemez. Bunu şimdi oturup "Zaten öldürecek, bari kaçsaydı" gibisinden analiz etmek kolay gelebilir. Ama Moğollar öylesine korku salmışlardı ki, Şeyhul İslam İbni Teymiyye en çok tartışılan fetvalarından birini Moğollar üzerine vermiş; "Moğollar içki içebilirler" demiştir. Karşı çıkanlara ise "Onlar içki içince sızıp bir kenarda uyuyorlar. En azından o sırada müslüman kanı dökmüyorlar" demiştir.

Moğolların tek cürümü müslüman öldürmek değildi elbet. İstila ettikleri beldelerde İslamın Kültür birikimine acımasızca saldırmış, bir çok ilimleri ortadan kaldırmışlardır.

Hedefleri sadece bedensel açıdan değil, kültürel ve manevi açıdan da İslamı ve İslam Ümmetini yok etmek olmuştur.