Büyük ve derin bir tarihî geçmişe sahip olan İran, M.Ö. 625 yılına kadar uzanan Pers ve Med imparatorluklarının günümüzdeki varisleri olma özelliğini taşır. Hem köklü bir geçmişe dayanması hem de coğrafî konumu itibariyle tarihte sürekli kritik bir rol oynamıştır.

İran milattan önce (M.Ö.) 550 yılında Pers imparatorluğu adıyla kurulur. M.Ö. 330 yılında ise Makedonyalı Büyük İskender ya da bazı rivayetlere göre Hazreti Zülkarneyn tarafından fethedilir. İskender'in ölümünden sonra İran, İskender'in generallerinden Seleucus'un kurduğu devletin yönetiminde kalır, daha sonra yerini Part imparatorluğuna bırakır. Part imparatorluğu döneminde İran'la Roma arasında uzun yıllar süren savaşlar yaşanır.

637- 641 yılları içerisinde süren savaşlar sonunda İran, İslam orduları tarafından fethedilir

M.S. 220 yılına gelindiğinde Sasani imparatorluğu kurulur ve bu dönemde de Roma imparatorluğu ile on yıllardır süren savaşlar aynen devam eder. 637- 641 yılları içerisinde süren savaşlar sonunda İran, İslam orduları tarafından fethedilir. O yıllarda İran'da dini inanış Zerdüştlük'tür.

Kâdisiye Savaşı, Hz. Ömer'in hilâfeti zamanında gerçekleşir ve İslâm tarihinin en önemli zaferlerinden biridir. Müslümanlara büyük bir moral ve üstünlük hissi veren bu zaferle Irak'ın kapıları açılmış, İran'ın düşüşünün başlangıcı hazırlanmış, Sâsânîler'in başşehri Medâyin'in fethi sağlanmış ve diğer fetihlere hız kazandırılmıştır. Kâdisiye Savaşı'na yüz civarında Bedir Gazvesi'ne katılan sahabe, üç yüz on küsur Bey'at-ür Rıdvân'da hazır bulunan ve daha sonra Müslüman olan sahabe, Mekke'nin fethine iştirak eden üç yüz sahabe ve yedi yüz sahabe çocuğu katılmıştır.

750 yılına gelindiğinde Abbasi hanedanı Emevileri ortadan kaldırarak yönetimi ele alır. 1040 yılında Selçuklular, Dandanakan Savaşı'nda Gaznelileri yenerek önce Horasan'ı, daha sonra tüm İran ve ön Asya'yı fetheder. 1220 yılına gelindiğinde Moğollar İran'ı fethetmiş ve bir süre sonra İlhanlı devletini kurmuştur. İran'da 1393'te Timur devleti, 15. yüzyılda ise Karakoyunlu ve Akkoyunlu hâkimiyeti sürer.

1501'de Şah İsmail'in Tebriz'i fethiyle birlikte İran'da Safevi hâkimiyeti başlar. Bu dönemde, İran'da Caferilik mezhebi halk arasında yaygınlaşır. Öte yandan Osmanlı ve Safevi devletleri arasında politik, stratejik ve ideolojik mücadele başlar. 1514 yılında yapılan Çaldıran Savaşı ile birlikte 1639 Kasr-ı Şirin anlaşmasına kadar, zaman zaman İran ve Osmanlılar arasında savaşlar yapılır. Kasr-ı Şirin anlaşmasından sonra Osmanlı-İran sınırı değişmez.

1901 yılında ülkede petrol bulunmasıyla birlikte, İran üzerindeki İngiliz-Rus rekabeti yoğunlaşır

1720 yılında İran'da Afgan istilası dönemi başlar. 1736-47 yılları arasında Nadir Şah, Afşar Hanedanı'nı kurarak 1738'de Kuzey Hindistan'ı istila eder. 1794'te Aga Muhammed Han, 1921 yılına kadar hüküm sürecek olan Kaçar Hanedanı'nı kurar. XIX. yüzyılda İran, Afganistan ve Rusya karşısında büyük toprak kayıplarına uğrar.

1901 yılında ülkede petrol bulunmasıyla birlikte, İran üzerindeki İngiliz-Rus rekabeti yoğunlaşır. 1907'de İran, İngiliz-Rus anlaşmasıyla nüfuz bölgelerine bölünür. I. Dünya Savaşı'nda İran toprakları İngiliz, Rus ve Osmanlı kuvvetlerinin harekât sahası olur.

1920'lerde Pers devleti zor bir dönemden geçer. 140 yıldır ülkeyi yöneten Kaçar hanedanı Birinci Dünya Savaşı'nda İngiliz ve Rus askerlerinin işgal hareketlerini takiben iyice zayıflar. Ordu saflarında yönetimde değişim talepleri ile hareketlenme iyice artar. Bunun için en uygun durumdaki unsurlardan birisi ülkenin tek düzenli ordu birimi olan Kazak Tugayı'dır. O yıllarda tugay komutanı hakkında komünist olduğu yolunda söylentiler yayılıp Rusya'ya sürgüne gönderilince yerine Rıza Han komutan olur. Rıza Han yükselmek isteyen, ihtiraslı bir kişiliğe sahiptir. Bu nedenle İngilizlerin darbe önerisini hemen kabul eder ve 21 Şubat 1921'de birliğinin başında Tahran'a girerek bütün politikacıları tutuklar. Bu arada başkanlık görevini üstlenir. 1926 Nisan ayında taç giyerken çok eskiden İran'ı yönetmiş olan Pehlevilerden esinlenerek Pehlevi adını alır ve böylece Pehlevi Hanedanlığı kurulur.

Rıza Şah Pehlevi, çarşafı yasaklar, askerlere sokakta çarşafla gezen kadınların çarşaflarını yırtma emri verir

Rıza Pehlevi Atatürk'ü de örnek alarak önce yüzünü batıya döner. Atatürk gibi, din ve devlet işlerini birbirinden ayırmak ister. Çeşitli devlet liderleri ile yakın ilişkiler kurar. Ülkeyi modernleştirmek adına, Türkiye'deki gibi kılık kıyafet reformu başta olmak üzere bazı devrimlere yeltenir ama yaptıkları halkın tepkisini çekince bu kez baskı yoluna başvurur.

Ülkenin geri kalmışlığının nedeni olarak gördüğü İslam dinine karşı son derece düşmanca duygularla hareket eder. O güne kadar kimsenin çiğnemeye cesaret edemediği İslami geleneklere aykırı davranmaktan çekinmez. Çarşafı yasaklar ve askerlere sokakta çarşafla gezen kadınların çarşaflarını yırtma emri verir. Camide namaz kılan erkeklerin secde ederken alınlarının yere değmemesi için ağızlık takmaları koşulunu getirir. Kum'da verdiği bir hutbede Ayetullah Bekfi kendisini kötüleyince bizzat Kum'a giden Şah, türbeye botlarıyla girer ve Ayetullah Bekfi'yi önce halkın gözü önünde kamçılar, sonra da tutuklatır.

Batı ile ilişkilerini uzun yıllar onların istekleri doğrultusunda sürdüren Rıza Şah Pehlevi yönetimindeki İran, 2. Dünya Savaşı sırasında Almanya ile yakınlaşır ama savaşın sonunda bunun bedelini ağır öder. Almanya savaştan yenik ayrılınca uzun zamandır İran'da gözü olan SSCB ve Birleşik Krallık, İran topraklarını işgal eder. Rıza Şah Pehlevi, işgal güçlerinin denetiminde olması kaydıyla oğlunun iktidarı sürdürebilmesi için 1941'de ülkeyi terk ederek Güney Afrika'ya sürgüne gitmeye razı olur ve böylece bir dönem daha kapanır.

İktidarını İngilizlere borçlu olan Muhammed Rıza Pehlevi, petrol paralarını İngilizlere akıttı

O zamanlar daha 21 yaşında olan ve Güney Afrika'ya sürgüne giden babasının yerine geçen Şah Rıza'nın hükmünün ilk 20 senesi ise nispeten daha sakin geçer. Muhammed Rıza Pehlevi, basına yönelik sansürü kaldırmak, siyasal ve toplumsal örgütlenmelere izin vermek gibi faaliyetleri nedeniyle daha rahat bir saltanat sürer.

İktidarını korumasını İngilizlere borçlu olan Muhammed Rıza Pehlevi, adeta bir diyet borcu gibi kendi hazinesindense, İran petrollerini, bugünkü BP adı altında faaliyet gösteren İngiliz petrol şirketine para olarak akıtınca, kamuoyu ve parlamentodan şiddetli tepki görür.

Takvimler 1951'i gösterdiğinde İran'ın önce Savunma Bakanı daha sonra yeni Milliyetçi Başbakanı olan Muhammed Musaddık bu petrolün İran'ın hakkı olduğunu dünyaya ilan eder. Şah'ın İngiltere'nin yanında yer almasına rağmen Musaddık, İran petrolünü ulusallaştırmayı başarınca İngiltere bu karardan hiç de memnun kalmaz.

İngiltere Başbakanı Churchill, ABD Başkanı Eisenhower ile konuşarak onu Musaddık'a karşı darbe yapmaya ikna eder. Amerikan Merkezi Haberalma Teşkilatı (CIA) 2 milyon dolar dağıtarak Musaddık'a karşı kamuoyu oluşturmak için toplumda kendine yakın bazı liderleri satın alır. Sonuçta darbenin dışarıdan yapılıyormuş gibi değil, doğal durması gerekmektedir. Buna rağmen ilk denemede Musaddık'ı deviremezler. Planın meydana çıkması Şah'ın Roma'ya kaçmasına sebep olur. Ama ABD ve İngiltere pes etmez, 3 gün sonra ikinci darbeyi yapıp bu sefer Musaddık'ı yakalar ve ömür boyu ev hapsine mahkûm ederler. 1953'te Milliyetçi Başbakan Musaddık'ın batılı istihbarat kuruluşlarının planladığı şekilde devrilmesi ile 20. yüzyılda bir kez daha dış müdahale İran siyasetinin çehresini belirlemiş olur.

Musaddık iktidarının bitiminden sonra Şah'ı koltuğuna iade eden Amerika, ondan modernleşme adına bazı adımları atmasını ister. Bu anlamda önce kadınların özgürlükleri(!) çoğaltılır, kadın ve gayrimüslimlere seçme ve seçilme hakkı verilir, dini vakıfların mülklerine el konulmasının önü açılır. 1967 yılında Muhammed Rıza Şah Pehlevi, Farsça'da "Kralların Kralı" anlamına gelen Şehinşah unvanını alır.

İran batılıların kuklası olan böyle bir yöneticinin eliyle asli değerlerinden koparılmaya çalışılırken, o güne kadar mücadelesini meydanlara çıkmadan sürdüren İmam Humeyni, ilk defa bu reformlara karşı çıkması ile gündeme gelir ve bu durum Şahlık rejimini rahatsız eder.

İmam Humeyni ve İslam devrimi birbirine bağlı oldukları ve birbirinden bağımsız ele alınamayacağı için İslam devrimine giden yolu İmam'ın hayatı ile birlikte irdelemek gerekir.

İran İslâm Cumhuriyeti lideri ve kurucusu İmam Humeynî, 24 Eylül 1902'de Humeyn şehrinde doğar

İran İslâm Cumhuriyeti lideri ve kurucusu İmam Humeynî, 24 Eylül 1902'de Humeyn şehrinde doğar. Asıl adı Ruhullah Mustafavî olan, ancak Musevî-i Humeynî olarak tanınan İmam Humeynî'nin babası, zamanın ulemasından Seyyid Mustafa'dır. İmam, beş aylık iken babasını kaybeder. Çocukluk dönemini Ayetullah Hansarî'nin torunlarından olan annesi Hacer ve halası Sahibe Hanım'ın yanında geçirir. On beş yaşına geldiğinde hem annesini hem de halasını kaybeder.

Çocukluk yıllarından itibaren medreselerde Arap dili ve edebiyatı, mantık, fıkıh ve usul dersleri almaya başlar. 1919 yılında Erak İlmiye Medresesine girer. Burada birçok dersi okuduktan sonra Kum İlmiye Medresesine geçerek felsefe ve ahlak derslerini okur. Fıkıh ve usul derslerinde çok başarılı olduğu için kısa zamanda müçtehitlik derecesine ulaşır.

İmam Humeynî, 1921 yılında Ayetullah Abdulkerim Hairî'nin vefatından sonra Kum'un ünlü ulemasından biri olur. Daha sonraları ise fıkıh ve usul derslerinin de tanınmış hocaları arasında yer alır. O dönemde hükümet karşıtı olan şahsiyetlerle irtibat halinde olan İmam Humeynî, genç yaşına rağmen Şah Rıza Pehlevî rejimine karşı mücadele verir. Ayetullah Hairî'den sonra Kum'un önde gelen ulemasından Ayetullah Burucerdi'ye bir süre güncel meseleler hususunda yardımcı olan İmam Humeynî, Brucerdi'nin vefatının ardından, Kum Medresesi ve ilmî çevrelerde "Ayetullahi'l-Uzma" olarak tanınır.

İmam "Keşf'ul Esrar" adlı eserinde İslâm devletinin kurulması için kıyamın gerekliliğini anlatır

İmam'ın mücadele hayatı gençliğinin ilk yıllarına dayanır. Tahsil hayatı boyunca, sosyal bozulmalar, fikri sapmalar ve ahlaki erozyonlara karşı mücadelesini çeşitli yollarla sürdürür. "Keşf'ul Esrar" adlı eserinde Rıza Şah'ın despotlukla geçen 20 yıllık saltanatını çarpıcı bir üslupla gözler önüne serer. İslâm devleti fikri ve bu devletin kurulması için kıyamın gerekliliği görüşlerini bu kitapta kapsamlı bir şekilde ele alır. İmam'ın Şahlık rejimine karşı aleni kıyamı, İslam'ı günlük hayattan silmeyi amaçlayan "Eyalet ve Vilayet Encümenleri Yasa Tasarısı"na karşı çıktığı 1960'lı yıllara rastlar.

Bu tasarıda seçmen ve adayların Müslüman olma şartının kaldırılması öngörülmekte ve yemin metninin "Kur'an-ı Kerim" yerine "semavi kitap"a yapılması istenmektedir. Tasarıya şiddetle karşı çıkan İmam, Müslüman halkı kıyama çağırır. Kum, Tahran ve diğer şehirlerde kalabalık gösteriler düzenlenir. Rejim tasarıyı lağvederek geri adım atmak zorunda kalır.

1963 baharının son aylarında İmam, siyonistlerle Şahlık rejimi arasındaki gizli anlaşma ve dostluk ilişkilerini ifşa eder. Aynı gece İmam'ın evi rejimin komandolarınca kuşatılır ve İmam tutuklanır. İmam'ın tutuklandığı haberi protestolara neden olur ve yapılan gösterilere rejimin saldırıları sonucu birçok Müslüman katledilir. Tahran'da sıkıyönetim ilan eden rejim, o gün ve ertesi gün yaklaşık 15 bin masum Müslümanın kanına girer. 15 Hordad kıyamı olarak bilinen bu olaylarda rejimin yaptığı katliamın haberi İran sınırlarını da aşar. Rejim, 10 aylık bir hapisten sonra İmam'ı gözaltında tutmak kaydıyla serbest bırakmak zorunda kalır.

Şahlık rejimi 1964'te İmam'ı tutukladıktan sonra Türkiye'ye sürgüne gönderir

İran'daki ABD'li siyasi ve askeri danışmanlara hukuki dokunulmazlık ayrıcalığı tanıyan "kapitülasyon" yasa tasarısıyla birlikte bir kez daha meydanlara çıkan İmam, bu ihanetin affedilemeyeceğini söyler. Tek çözümü sürgünde gören Şahlık rejimi ise 1964'te İmam'ı tutukladıktan sonra Türkiye'ye sürgüne gönderir. İmam, Ankara üzerinden Bursa'ya sürgün edilerek burada Türkiye ve İran istihbarat elemanlarının çok sıkı gözetimi altında sosyal ve siyasi çalışmalardan mahrum bırakılır. Ne var ki şartlar ne olursa olsun yılmak bilmeyen İmam, bu sürgün dönemini de en mükemmel şekilde değerlendirerek cihad, savunma, emr-i bi'l maruf nehy'i an'il münker ve diğer günlük meselelerle ilgili İslâmî hükümleri ele alıp açıklayan "Tahrir'ul Vesile" adlı eserini kaleme alır. Türkiye'deki birkaç aylık sürgün hayatının ardından İmam tekrar İran'a döner.

İmam, 1965'te ikinci sürgün diyarı olan Irak'a gönderilir

Halkı bilinçlendirme çalışmalarına ara vermeden devam eden İmam, bu kez oğlu Seyyid Mustafa'yla birlikte 1965'te ikinci sürgün diyarı olan Irak'a gönderilir. Burada bütün zorluklara rağmen hem İran hem de İslâm dünyasında olup bitenleri yakından izlemeyi ihmal etmeyen İmam, 15 Hordad kıyamında şehit düşenlerin aileleri ve siyasi tutuklularla çeşitli yol ve yöntemlerle irtibat kurar. Siyonistlerin İslâm ülkelerine saldırıları ve "1966 Arap - israil savaşları" sırasında İslâm ülkelerini var gücüyle destekleyerek yoğun çalışmalar başlatır. Filistin direniş hareketleri liderleriyle görüşmeler yapar, Lübnan'a temsilciler gönderir. Siyonistlerin saldırısına uğrayan İslam ülkeleri ile Filistinli mücahitlere hem ekonomik anlamda hem de silah yardımının şer'an farz olduğuna dair fetva yayınlar.

İmam'ın genç yaşta Ayetullah olan oğlu Seyyid Mustafa'nın Şah'ın kiralık katillerince şehid edilmesi, İran'da yeni bir kıyam dalgasına vesile olur. Halk sokaklara dökülür. Bunun üzerine Şahlık rejimi, İmam'ın moralini bozabilmek için yüksek tirajlı gazetelerden birinde İmam aleyhinde iftira dolu bir makale yayımlatır. Rejimin bu çirkin intikam girişimi Müslüman halkı galeyana getirir. Çıkan olaylarda birçok âlim ve medrese öğrencisi şehit olur. Şehitlerin şehadet günleri münasebetiyle düzenlenen anma merasimleri birçok büyük şehirde protestoların dalga dalga yayılmasına neden olur. Şahlık rejimi, yığınlarca insanın suçsuz yere kanını dökmeye devam ettiyse de, halkın giderek kabaran öfkesini bir türlü bastıramaz. 11 ilde sıkıyönetim ilanı, başbakanın değiştirilmesi, önemli görevlerdeki yetkililerin vazifeden alınması gibi girişimlerin hiçbiri kıyamın büyümesini engelleyemez.

İmam Paris'te, İslâm devleti ve geleceğe yönelik hedeflerini anlatır

İran ve Irak dışişleri bakanlarının ABD'de alelacele görüşmesine müteakip İmam'ın Irak'tan sürülmesine karar verilir. 1978 sonbaharında İmam, 13 yıllık bir sürgünden sonra Kuveyt'e geçmek üzere Irak'ı terk etmek zorunda bırakılır. Ne var ki, Şah'ın nüfuz ve baskısı altında bulunan Kuveyt hükümeti İmam'a bu ülkeye giriş izni vermez. İslâm inkılabının lideri, o günkü şartlar altında İslâm ülkelerinin durumunu gözden geçirip oğlu Hacı Seyyid Ahmed'le istişare ettikten sonra Paris'e hicret etmeye karar verir. İmam'ın Paris'te ikamet ettiği 4 ay boyunca Nofel lö Şato, dünyanın en yoğun ve önemli haber merkezine dönüşür. Dünyanın dört bir yanından kendisini ziyarete gelenlerle yaptığı görüşmeler, konuşmalar ve muhabirlerle yaptığı sayısız röportajlar, İmam'ın İslâm devleti ve geleceğe yönelik hedefleri konusundaki görüşlerinin dünya kamuoyunca daha net anlaşılmasını sağlar.

Şah, 16 Ocak 1979'da, sağlık sorunlarını gerekçe göstererek İran'dan kaçar

Bu arada İran halkı, İmam'ın mesaj ve direktifleri doğrultusunda gösteri ve yürüyüşlerin dozunu artırarak art arda tertiplenen boykot ve grevlerle Şahlık rejiminin idari organlarını felce uğratır. Yeni başbakanların atanması, Şah'ın geçmişte hatalar yaptığını itiraf edip milletten özür dilemesi, bazı yetkililerin bizzat rejim tarafından kurban seçilerek mahkemelerde yargılanması, siyasi tutukluların serbest bırakılması gibi taktik ve girişimlerin hiçbiri Müslüman halkı yolundan alıkoyamaz. Şah, 16 Ocak 1979'da, sağlık sorunlarını gerekçe göstererek İran'dan kaçar. Bu arada İmam'ın İran'a döneceğini açıklaması, halkta büyük bir sevinçle karşılanırken İslâm düşmanlarını bir hayli telaşlandırır. Ne yapacağını bilemeyen rejim, Amerika'nın da direktifiyle İran havayollarını dış uçuşlara kapattığını duyurur.

Bu duyurunun hemen ardından İmam'ı görebilmek için ülkenin çeşitli noktalarından milyonlarca kişi başkente doğru akın eder. İmam 1 Şubat 1979'da Mehrabad havaalanına inerek vatanına döner. İslam İnkılabı Rehberi, Şahlık rejiminin varlığını resmen sürdürüyor olmasına aldırmayarak geçici hükümeti kurduğunu açıklar. 4 Şubat 1979'da bu hükümetin başbakanını da atayarak, bir an önce referanduma gidilmesi ve halkoylamasının gerçekleşmesi için gerekli ortamın hazırlanıp ön girişimlerin tamamlanması direktifini verir. 7 Şubat günü Hava Kuvvetleri subay personeli, İmam'a biat eder. Bu sırada Tahran sıkıyönetim valiliği, Amerikalılar tarafından planlanan bir darbe girişimini gerçekleştirebilmek amacıyla sokağa çıkma yasağı koyar. İmam derhal bir bildiri yayınlayarak halkın sokaklara dökülüp sıkıyönetim kurallarını tamamen çiğnemesini emreder. Bu direktifin ardından halk darbecilerin üs ve karargâhlarını ele geçirir. Böylece Şahlık rejiminin son direniş girişimi de hezimete uğrar ve 11 Şubat 1979 sabahı İran'da İslam devrimi gerçekleşmiş olur. (İLKHA)