İnsanların yemek zamanlarını gözetip o zamanda yemeğe gitmek sünnete aykırıdır. Bu bakımdan tam yemek zamanında bir eve girmek, ansızın girişten sayılır. Bu ise yasaklanmıştır.

Nitekim Allah Teâlâ şöyle demiştir:

Ey iman edenler, (rastgele) peygamber'in evlerine girmeyin. Ancak yemek için size izin verilir de girerseniz (erkenden gelip) yemeğin pişmesini beklemeyin. Çağrıldığınız zaman girin; yemeği yeyince dağılın, söze dalmayın. (Ahzâb/53)

Ayette geçen 'Onun kabını (yemeğini) beklemeksizin' ifadesi; 'yemeğin ne zaman pişeceğini beklemeyin' demektir.
Nitekim Hz. Peygamber şöyle demiştir:

Çağırılmadığı bir yemeğe giden kimse, fâsık olarak gitmiş ve haram yemiş olur.

Yemek zamanını gözetmeden girip de onların yemeklerine tesadüf ettiği takdirde, kendisine izin verilmeden yememesi gerekir. Ne zaman ki kendisine 'ye' denirse, incelemelidir. Eğer onların iç-ten gelen bir teklif yaptıklarına ve yemek yemesini istediklerine inanırsa, onlarla beraber yemelidir. Eğer kendisinden utanarak bunu söylüyorlarsa, yemesi uygun değildir. Bahane bulup yemeğe ihtiyacı olmadığını ileri sürerek imtihan etmelidir.

Fakat aç olduğu zaman, kendisine yedirmek için dostlarından birisinin yemek vaktini beklemeksizin evine giderse, bu takdirde yemesinde bir sakınca yoktur. Çünkü Hz. Peygamber (s.a), Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer'le beraber Ebu'l-Heysem ve Ebu Eyyûb el-Ensarî'nin evlerine yemek için teklif olmaksızın yemek yemeye gitmişlerdir.39

Böyle bir durumda müslüman kardeşinin evine gitmek, ona yedirme sevabını kazandırmaya yardım etmektir. Bu âdet, selef-i salihînin âdeti idi. Avn b. Abdullah el-Mes'udî'nin üçyüz altmış arkadaşı vardı. Senenin her gününde bir dostunun evinde yemeğini yiyerek o seneyi geçirirdi. Başka birisinin de otuz dostu vardı. Bir ayda herbirine bir gün gitmek suretiyle dolaşırdı. Başka birisinin de yedi dostu vardı. Haftanın her gününde birisinin evinde olurdu. Onların dostları çalışmalarında kendilerine yardım ederlerdi. Dostlarının bu zâhid ve âbid kimselere yedirdikleri kendileri için ibadet sayılır. Eğer kişi eve girip ve sâhibini içerde bu-lamazsa, ev sahibinin dostluğuna güveniyorsa, izin almaksızın dostunun yemeğini yiyebilir. Zira izinden gaye; yemek sahibinin razı olmasıdır. Hele yemeklerde... Çünkü yemekler hususunda daha da genişlik vardır. Çok kişi var ki, açıkça izin verir ve izin verdiğine dair yemin eder. Oysa buna rağmen karşısındakinin yemesine razı değildir. Bu bakımdan böyle bir kimsenin yemeğini yemek mekruhtur. Hazır bulunmayan çok kimseler de vardır ki, izin vermediği halde onun yemeğini yemek güzeldir.

Yahut sâdık dostlarınızın evlerinde yemenizde size bir günah yoktur. (Nûr/61)

Hz. Peygamber (s.a), Berire'nin (Hz. Âişe'nin azâdlı câriyesi) evine girdi. Kendisi hazır olmadığı halde sadakadan olan yemeğini yedi. Rasûlullah yemeği yedikten sonra 'İşte sadaka tam yerini buldu'40 buyurdu.

Rasûlullah'ın böyle yapması, Berire'nin (r.a) buna sevineceğini bildiğinden kaynaklanmaktadır. İşte bu sırra binaen ve sahibinin izin vereceğini bilmekle yetinerek izinsiz eve girmek câizdir. Eğer böyle bir şeyi bilmezse mutlaka önce izin almalı, sonra içeri girmelidir.

Muhammed b. Vâsık ve arkadaşları Hasan Basrî'nin evine girerler, izin almaksızın gördüklerini yerlerdi. Hasan da eve gelir, onların böyle yaptıklarını görünce sevinir ve 'Biz de böyle yapardık' derdi..

Hasan Basrî çarşıda bir bakkalın kuru meyvelerinden ayakta durarak 'şu sepetten bir incir, öbüründen bir hurma alır yerdi'. Hişam kendisine 'Ey Ebu Sâid! Acaba takvâ konusunda sana ne görünmüş ki, adamcağızın izni olmaksızın yemişlerinden yiyorsun?' Hasan 'Ey Lehim (Cimri!) Yemek hakkındaki ayeti bana oku'. Bunun üzerine Hişam ayeti 'veyahut da dostlarınızın' (Nûr/61) cümlesine kadar okudu. Oraya varınca Hişam sordu: 'Ey Ebu Saîd! Âyetteki dost kimdir?' Hasan (r.a) 'Ayetteki dost, o kimsedir ki, nefis ona meyleder, rahata kavuşur, kalp de onunla sükûnet bulur...'

Bir topluluk Süfyan es-Sevrî'nin evine gitti. Süfyan'ı evde bulamadılar. Kapıyı açıp, sofrasını indirip yemeye başladılar. O esnada Süfyan içeri girdi ve 'Siz bana selef-i sâlihînin ahlâkını hatırlattınız. İşte onlar böyle yaparlardı' dedi.

Bir topluluk, tâbiînden birini ziyaret etti. Ziyaret edilen zâtın yanında onlara ikram edecek bir şey yoktu. Bunun üzerine ziyaret edilen, dostlarından birinin evine gitti. Fakat onu evde bulamadı, onun pişirdiği çömleğine baktı. Bir de ne görsün yemek pişmiş ve ekmek de hazırdır ve diğer gereken şeyler de mevcuttur. Hepsini aldı, ziyaretçilere takdim etti ve 'Yeyiniz!' dedi. Evin sahibi geldi. Evde hiçbir şey görmeyince, kendisine 'Filân zat geldi, hepsini toparlayıp götürdü' denildiğinde, 'Çok güzel etmiş' dedi. Daha sonra
yemeği götüren zatla karşılaştığında şöyle dedi: 'Ey kardeşim! Misafirlerin ikinci bir defa geldikleri takdirde ikinci bir defa aynı şeyi yapabilirsin'.
İşte yemeğe katılmanın âdâbı bunlardır. (İhya-ı Ulumid-Din)