Allâhu Te‘âlânın, “Şükrederseniz, nimetimi artırırım” (İbrahim s.7) emrindeki şükür, bilindiği gibi, «Yâ Rabbi şükrederim.» demek değildir. Belki Allah`ın (c.c.) kendisine lütfettiği nimetlerin hepsini yaratılış maksadına uygun olarak kullanıp sarf etmek manasınadır.

Şükrün en makbûlü ise sâri olan, yani ihvân-ı dînin faydalandığı ibâdetten ibarettir. Nitekim Peygamber (s.a.v.): “Hayra delâlet eden onu işleyen gibidir.” (Keşfü`l-hafâ, 1/480) ve: “Kim hayırlı bir iş başlatırsa, o hayırlı iş devam ettikçe ona ecir vardır.” (Keşfü`l-hafâ, 11/335) buyurmuştur.

Şunu da ifâde edelim ki, Cenâb-ı Hakk`ın gerçek cemâline aşk ve muhabbet iddiasında bulunmayan hemen hemen yok gibiyse de bunu fiilen ispat zordur. Birçok kimse bu hususta kendilerini aldatmış oluyorlar. Bir insan muhabbetinin ma`nâsını öğrenmek isterse onu, mal ve evlâda karşı olan muamelesinden öğrenmelidir. İnsan nasıl vakitlerinin çoğunu onları düşünmeye sarf ediyor, hatırından çıkarmıyor, onlara her türlü fedakârlıkta bulunuyor, her sebebe tevessül ediyor (sarılıyor) ve tahsili yolunda rahatını huzurunu terk ediyorsa, işte ma`nevi muhabbet de böyle olmalıdır. Ve aslında vakitlerin büyük bölümü Halik-ı Azîm Hazretlerine ayrılmalıdır. Çünkü O, Bâkîdir, ikram edip vericidir, Rezzak`tır, besleyip yetiştirendir. Nitekim:

“Allâh`ın size olan nimetlerini saymaya kalkarsanız sayamazsınız.” (İbrahim s. 34) buyrulmuştur.

Mâsivâya verilen emek zayi`dir. Bazen de zararlıdır. En azından fânidir, yok olup gidecektir.