İşte Strateji Düşünce ve Analiz Merkezi (SDAM)'ın kamuoyuyla paylaştığı analizi...
2003'te kurulan PKK'nin Suriye kolu PYD, 2011'de BAAS rejiminin kuzeydeki müttefiki olarak belirmiş; Suriye'nin kuzeyinde doğuda Cezire, ortada Kobani, batıda Afrin kantonlarını kurmuş, bu kantonlarda PKK'nin kurucusu Abdullah Öcalan'ın ideolojisi doğrultusunda bir yönetim oluşturmuş, geleneksel Kürt yapısından uzaklaşmış yeni bir toplum kurma yoluna gitmiştir. Kobani vakasıyla (Ekim 2014) PYD'nin faaliyetleri Batı'da daha da dikkat çekmiş ve bu süreç, Suriye'de daha aktif bir varlığı hedefleyen ABD'nin, PYD'yi kontrolü altına almasıyla neticelenmiştir.[1]
PYD'nin Suriye'nin kuzeyini BAAS rejiminin müttefiki olarak ele geçirmesi, Türkiye'yi ilk günden rahatsız etse de Türkiye, “Çözüm Süreci” olarak adlandırılan süreçte (Temmuz 2014) PYD'nin kazanımlarını etkileyecek bir tepkide bulunamadı; Suriye'nin seküler kalmasında anlaşan uluslar arası güçlerin de talepleriyle uyumlu olarak PYD'nin Suriye'nin kuzeyinde etkinliğini artırma sürecini engelleyemedi. Ancak PYD'nin Menbiç üzerinden Fırat'ın batısına uzanması, Türkiye'nin kaygılarını artırdı ve Türkiye'de duruma fiilî olarak müdahalede bulunma düşüncesine güç kazandırdı.
Türkiye, PYD'yi güdümüne alan ABD'yle karşı karşıya gelmemek için Menbiç'e müdahalede bulunmamışsa da meşruiyetini Suriye sahasında faaliyet gösteren DEAŞ karşıtı uluslar arası koalisyonun hedefleri üzerine bina ederek Fırat Kalkanı Harekâtı'nı gerçekleştirdi (Ağustos 2017); El-Bab kasabasını müttefiki Özgür Suriye Ordusu'nun denetimine vererek PYD'nin denetimindeki Menbiç ile Afrin arasına engel koydu, İran ve Rusya ile birlikte başlattığı Soçi süreci'yle (Kasım 2017) daha güneydeki İdlib'e de uzandı ama ABD desteğindeki PYD'nin Afrin'den Akdeniz'e uzanma ihtimalini bertaraf edemedi.
Türkiye, bu kaygı etrafında uzun süredir Afrin için operasyona hazırlanmakla birlikte, ABD'nin “Suriye Sınır Güvenlik Gücü” adı altında PYD'nin ana gücünü oluşturduğu Suriye Demokratik Güçleri'nden 30 bin kişilik bir askeri yapı kuracağını ilan etmesi,[2] harekâtın başlamasında tetikleyici bir işlev görmüştür.
Harekâtın başlamasıyla ABD, Savunma Bakanlığı Pentagon üzerinden Türkiye'nin meşru güvenlik endişelerinin farkında olduğunu belirtti. Pentagon sözcüsü Eric Pahon, "Terörle mücadelede Türkiye'nin yanındayız" ifadeleriyle birlikte kurulmak istenen gücün yeni bir “ordu” veya “konvansiyonel sınır muhafız gücü” olmadığını, ABD'nin Birleşmiş Milletler (BM) Cenevre Sürecine destek sağlayacak bir güvenlik gücü olacağını ifade etti. Ama sözcüsünün "Bu güvenlik güçleri içeride DEAŞ savaşçılarının Suriye'den kaçışını engellemeye ve kurtarılmış bölgelerdeki yerel güvenliği sağlamaya odaklıdır. Bu güçler yerel halkı koruyacak ve Cenevre'de Suriye iç savaşının uzun dönemde çözümünü beklerken DEAŞ'ın ABD'ye, müttefik ve ortaklarına karşı yeni saldırı gerçekleştirmelerini engelleyecek."[3] şeklindeki yoruma açık beyanatı, Türkiye'nin ABD'nin hedefleri ile ilgili kaygılarını artırdı ve harekâtı gerçekleştirme kararlılığını pekiştirdi.
Zeytin Dalı Harekâtı, bu atmosfer içinde 20 Ocak 2018'de PYD'nin Afrin kantonuna yönelik olarak başladı.
Zeytin Dalı Harekâtı'nın Sebepleri
Zeytin Dalı Harekâtı, Başbakanlık Kamu Diplomasisi Koordinatörlüğünce;
“1. 10 bin kilometrekarelik bir alanın, ÖSO nüfuzuna geçmesini sağlamak.
2. Doğu Akdeniz'e ulaşmayı hedefleyen PKK kuşağını tamamen engellemek.
3. Türkiye'nin Arap dünyasıyla coğrafi irtibatının kesilme ihtimalini ortadan kaldırmak.
4. Suriye ile olan sınırlarımızın güvenliğini sağlamak.
5. PYD/PKK'nın Amanos Dağları üzerinden Türkiye'ye yaptığı sızmaları önlemek.
6. Terör örgütünün Akdeniz'e ve buradan dünyaya açılmasını engellemek.
7. Fırat Kalkanı'nın güvenliğini ve devamını sağlamak.
8. Tel Rıfat bölgesinin kontrolünü ele geçirerek sivillerin evlerine geri dönmesini sağlamak.
9. ABD'nin terör örgütlerine desteğini önlemek.
10. Türkiye'nin sınır illerinin güvenliğinin sağlanmasında ve Fırat Kalkanı'nın korunmasında Afrin kritik önemdedir.
11. Terör örgütlerinin Afrin'de bulunması demek, Kilis ilinin tamamının ve Hatay ilinin büyük bir kısmının terör örgütlerinin ateş menziline girmesi demektir.
12. Türkiye, Afrin ile Kobani'nin birleşmesini ‘Kürt koridoru' projesinin en önemli ayağı olarak görüyor.”[4]
şeklinde 12 nedene dayandırılmıştır.
Söz konusu sıralanan nedenler incelendiğinde birinin doğrudan Türkiye'nin sahadaki müttefiki Özgür Suriye Ordusu (ÖSO); birinin mülteciler problemi, beşinin PKK'nin faaliyetleriyle ilgili olarak sınır güvenliği ve birinin PKK'nin Doğu Akdeniz'e açılması ile ilişkilendirildiği görülmektedir.
Nedenlerin en dikkat çekicileri ise, Fırat Kalkanı'nın güvenlik sahası, Türkiye'nin Arap coğrafyası ile irtibatı, ABD'nin bölgedeki faaliyetleri ve “Kürt koridoru” değinmesiyle son dönemde bölgedeki Kürt aksiyonuna yönelik olanlarıdır. Türkiye, bu nedenleri beyan ederek, Arap coğrafyası ile irtibatı ve “Kürt koridoru”nu göz önünde tutarak bölgenin bütününe (Ortadoğu) yönelik bir projeye karşı durduğunu duyurmakta; Fırat Kalkanı güvenlik sahasına yönelik tehditlere karşı operasyon hakkını ifade ederek ise bu projeye karşı mücadelesinin sürekliliğini beyan etmektedir. Zira Fırat Kalkanı sahasına yönelik tehditten sonra Türkiye'nin bu kez başarıya ulaşması durumunda Zeytin Dalı Harekâtı sahasına yönelik tehdidi gündeme getirmesi ve bunun bölgenin tamamındaki kararlarda etkin bir güç konumunda görülüp dikkate alınıncaya kadar sürmesi mümkündür. Dolayısıyla Türkiye, bu harekâtla kendisini uluslar arası güçlerden bağımsız olarak bölgesel bir güç olarak gördüğünü ve bundan sonra bölgedeki olaylara aktif olarak müdahale edebileceğini duyurmaktadır.
Analizimizde, bu hususlar dikkate alınarak konu dört boyutta irdelenecektir: Kürt koridoru boyutu, ABD ile İlişkiler Boyutu, Rusya-ABD/Rusya-Türkiye ilişkileri Boyutu ve Avrupa Birliği (AB) Boyutu.
A. “Kürt Koridoru” Boyutu[5]
Türkiye'nin hâlen kendi sınırları içinde mücadele hâlinde olduğu PKK'nın Suriye kolu PYD ile ilgili kaygıları, Suriye'de iç savaşın başladığı günlere dayansa da PYD'nin ABD ve Rusya tarafından “laik bir Suriye” için müttefik edinilip[6] Suriye'de “bütün tarafların desteklediği” yegâne güç konumuna çıkmasıyla artmıştır.[7]
PYD'nin Rusya ve BAAS rejimiyle ilişkileri devam ederken ABD, Suriye Demokratik Güçleri[8] (Ekim 2015) adlı yapıyı oluşturmuş ve PYD'yi Irak Kürtlerinin Körfez Savaşı sonrasında üstlendiği role benzer bir rolle bütün Suriye'nin geleceğinde kullanılacak bir güç konumuna çıkarmıştır. SDG'nin Türkiye'nin kabul edilmediği Rakka Operasyonu'nu (Mayıs-Haziran 2017) ABD komutasında üstlenmesi, ABD'nin Suriye'nin bir kısmında veya tamamında PYD'nin öne çıktığı bir yapı kurmayı hedeflediği konusunda Türkiye'nin kaygılarını artırmıştır. Türkiye, bunun yanında ABD'nin İran içlerinden Akdeniz'e uzanan bir Kürt yapılanması oluşturmak istediği endişesini de taşımaktadır.
Türkiye, ABD'nin kendisini Suriye sahasında etkisiz bırakma çabalarına karşı;
1. Fırat Kalkanı Harekâtı'nı gerçekleştirmiş; Suriye coğrafyasının bir kısmına fiilen hükmetmeye başlamış,
2. Suriye İç Savaşından dolayı Rusya ve İran ile bozulan ilişkilerini düzelterek Soçi süreci içinde yer almış,
3. Irak'ta İran'la birlikte hareket ederek muhtemel “Kürt Koridoru”nun önemli bir yanı olarak gördüğü Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi (IKBY)'nin etki sahasını Kerkük ve güneyini dışarıda bırakarak 36. Paralel'in kuzeyi ile sınırlandırma konusunda Irak hükümetinin IKBY Bağımsızlık Referandumundan (Eylül 2017) sonra başlattığı operasyonu desteklemiş,
4. Suriye'de Rusya ile ortaklığını geliştirip İran'ın da onayını alarak İdlib şehir merkezinde söz sahibi olmuştur.
Ancak Türkiye, Irak hükümetinin IKBY'ye karşı başlattığı operasyondan sonra PKK'nin Suriye'yi kuzeyden Irak'ı bağlayan Sincar'a Yezidiler üzerinden hâkim olmasını engelleyemedi. Türkiye, bununla beraber Irak Hükümetinin ABD onayı ile gerçekleştirdiği operasyon sonrasında IKBY başkanlığını sürdürmekten vazgeçen Mesut Barzani sonrasında IKBY'de oluşan ABD ile uyumlu seküler (liberal sağ Neçirvan Barzani-liberal sol Kubat Talabani) yapının kendisini nasıl bir sürece götüreceğinden emin olamamıştır. Bundan dolayı Kuzey Suriye ve Kuzey Irak'ta oluşan yapının önünün kesilmesini Zeytin Dalı Harekâtı ile bizzat engellemeyi hedeflemektedir.
B. ABD ile İlişkiler Boyutu
Türkiye, ABD'nin 15 Temmuz 2016 darbe girişiminin arkasında olduğunu düşünmektedir. ABD, Türkiye'nin bu yöndeki kuşkularını azaltacak bir girişim içinde bulunmadı. ABD, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın liderliğindeki iktidarı “Batılı değerler ve politikalarla uyuşmazlık içinde olmasından dolayı devirmek istediğine dair kuşkuları, Fethullah Gülen'i iade etmemek ve Rıza Zarrab Davası'nı Washington'a taşımak gibi adımlarla daha da artırdı.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, ABD'nin hedefindeki iktidarı sağlamlaştırmak için içeride Milliyetçi Hareket Partisi ve Vatan Partisi ile yakın ilişki içine girerken Arap-İslam dünyasında ABD ile ittifak hâlindeki Suudi Arabistan-Birleşik Arap Emirlikleri-Mısır grubunun Türkiye'nin Osmanlı'yı diriltmek istediği ve bunu engellemek için İsrail'le işbirliği içinde Türkiye ve İran'a karşı Kürt seddinin fonksiyonunun olacağına yönelik söylemleri,[9] Türkiye'nin milliyetçi /yayılmacı bir politikaya ve İran'la ittifaka yöneldiği iddialarına evirilmiştir.
Öte yandan Türkiye, şikâyetçi olduğu Obama'nın Suriye politikasının Trump döneminde değişeceğine dair umutlarını Trump'ın BAAS rejimi karşıtı muhalefete desteğini tamamen kesip SDG'yi “en etkili müttefik”, “vazgeçilmez müttiefik” tanımıyla tek müttefik olarak desteklemeyi sürdürmesi[10] ve PYD flamaları ile ABD bayraklarının yan yana asılmasıyla[11] yitirmeye başlamıştır. Trump'ın Kudüs'ü İsrail'in başkenti ilan etmesiyle birlikte özellikle Türkiye, Başkan Yardımcısı Pence üzerinden Evanjeliklerin ABD politikaları üzerindeki etkisini daha çok fark etmiş ve dillendirmiştir.[12]
Siyonist Hıristiyanlar olarak bilinen Evanjeliklerin Türkiye topraklarının bir kısmının da içinde bulunduğu Arz-ı Mev'ud'da İsrail hâkimiyetini sağlamak için çalışmaları, 2000'li yıllarının başlarından bu yana Türkiye'nin gündeminde olan konularından biri iken Trump-Pence iktidarı, bu yöndeki endişeleri güçlendirmektedir. Vatan Partisi'ne yakın bir kısım askeri bürokrasi de dâhil önemli bir kesim, ABD'nin bölgedeki haritaları değiştirdikten sonra bölgeyi Evanjelik emeller yönünde düzenleyeceğine inanmaktadır.
Türkiye, bu düşünceler doğrultusunda Kıbrıs Barış Harekatı'ndan (1974) bu yana ilk kez ABD'yi açıkça karşısına alarak Zeytin Dalı Harekâtı'nı gerçekleştirmekte ama harekâtın bölgenin parçalı olmasından yana duran ABD'nin bölge politikasıyla mutlak bir şekilde çeliştiğini düşünmek de isabetli görünmemektedir. ABD, SDG adı altında PYD'ye verdiği destekle, Türkiye'yi bir çıkmaza sürüklemiştir.
ABD ve müttefiklerinin SDG üzerinden gerçekleştirmek istediği proje doğrultusunda PYD, Suriye'nin en önemli gücü veya Kuzey Suriye'nin (Rojava) hâkimi olarak Akdeniz'e uzandığında Türkiye'nin Arap İslâm âlemi ile bağı tamamen kesilecek, Türkiye, bu bölgenin politikası dışına atılacaktır. Türkiye'nin böyle bir operasyona girişmiş olması ise ABD ve müttefiklerine Türkiye'yi içeride Kürt sorunu etrafında; Arap- İslâm âleminde ise Osmanlı'yı yeniden diriltme iddiaları etrafında köşeye sıkıştırma olanağı vermesi olasıdır. Türkiye, bu risklerden ikincisini tercih etmiş; Suriye'de kendi başına amacına ulaşacak bir yerli (Arap) müttefik bulamadığı için de Suriye'nin batısına fiilen müdahale etmiştir.
ABD'nin bütçe görüşmelerinin tıkanmasından dolayı iç politikaya odaklandığı bir süreçte başlayan harekâttan sonra Dışişleri Bakanı Rex Tillerson üzerinden Türkiye'ye Afrin için “güvenli bölge” önerisinde bulunmuş; Türkiye'nin meşru güvenlik kaygılarına saygı duyduklarını belirten Tillerson, hem Ankara ile hem de “sahadaki güçlerle” bölgede nasıl istikrar sağlanabileceğine dair görüşmeler yaptıklarını dile getirmiştir.[13] ABD'nin daha çok “oyalama” amaçlı olduğu düşünülen bu önerisine karşılık Hükümet Sözcüsü ve Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ, operasyonun PKK, KCK, PYD/YPG ve DEAŞ'a yönelik olduğunu ifade etti. “Hedef, terör örgütlerinin, teröristleri, barınak, sığınak, araç, gereç, silahları, lojistik noktaları, üsleridir. Bunun dışında bir hedef bulunmuyor.” diyerek ABD'nin “güvenli bölge” önerisinin kabulü için “silahları vermeyi durdurmak, ondan önce verilmiş olan silahları toplamak” koşulunu öne sürdü.[14]
Türkiye, bölgeye yönelik siyasette yaşadığı deneyimlerle ABD'ye artık güvenmemektedir. Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Sayın Obama döneminde bizim bir de Zeytinlik Harekâtı var. O harekât Menbiç'i teröristlerden temizleme harekâtıydı ama sözünde durmadı, bizi aldattı. Biz üzerimize düşeni yaptık ama onlar yapmadı. Bize söz verdiler, 'Buradaki teröristleri Fırat'ın doğusuna süreceğiz, Menbiç'i gerçek sahiplerine bırakacağız' dediler ama sözlerinde durmadılar” diyerek[15] bu güvensizliği açıkça ifade etmiştir.
C. Rusya-ABD, Rusya-Türkiye ilişkileri Boyutu
Trump karşıtı ABD muhalefetinin Trump'ın Rusya'nın desteğiyle ve hatta Rusya'nın seçim hilesi ile iktidara geldiğine yönelik iddiaları ABD ile Rusya arasındaki ilişkileri olumsuz etkiledi, Trump'ın Rusya ile geliştirmek istediği ilişkileri engelledi. Suriye özelinde ise ABD'nin SDG üzerinden Rusya'nın sahasını daraltması ve özellikle petrol yataklarını eline geçirmesi, Suriye'deki savaş zararlarını Suriye petrolleri üzerinden gidermek isteyen Rusya'nın ABD ile Suriye sahasındaki ittifakına zarar verdi, Rusya, ABD'nin öncülük ettiği Cenevre Sürecine karşı Astana-Soçi Sürecini başlattı.
PYD'nin ABD'ye bağlanması, Rusya'nın PYD ile ilişkilerini olumsuz etkilemiş, İran'ın PYD ile ilişkilerini ise bitirme noktasına getirmiştir. Bu durum, BAAS rejimiyle PYD ilişkilerini de değiştirmiş; BAAS rejimiyle PYD'yi karşı karşıya getirmiştir.
Türkiye, Rusya-ABD ilişkilerinin bozulma sürecinde Rusya'ya yaklaştı; bunun yanında Rusya'nın PYD'yi ABD ile ilişkiler yüzünden kısmen de olsa cezalandırma isteğinden yararlanmak istedi; bu denklemde kendisi için oluşan fırsatı değerlendirmektedir.
Harekât başladıktan sonra PYD'nin silahlı kolu YPG'nin başındaki Sipan Hemo, iki yıldır Afrin'de güç bulunduran Rusya'yı “Kürtlere ihanet etmek” ile suçlamış; “Rusya ile bazı anlaşmalarımız vardı. Ama Rusya bir gecede bu anlaşmaları yok sayarak bize ihanet etti. Açık şekilde bizi sattı… Rusya tüccar bir ülkedir. Anlaşılan Türk devleti ile bazı anlaşmalar yapmışlar." diyen[16] Hemo'nun Rusya'nın tutumunu açık bir şekilde satışla ifade etmesi Rusya'nın PYD'den daha kârlı ödünler koparması durumunda Türkiye'nin harekâtına karşı çıkabileceğine dair bir kanaat oluşturmakta, Rusya'nın soruna sadece “kâr” bağlamında yaklaştığı, bölgedeki çatışmalardan bu yönde yararlandığı düşüncesini pekiştirmektedir.
D. Avrupa Birliği (AB) Boyutu
Bölgedeki gelişmelerden genellikle uzak kalan Avrupa Birliği (AB), Suriye'yi I. Dünya Savaşı sonrasında işgal edip II. Dünya Savaşı'ndan sonra terk etmek durumunda kaldıysa da Suriye sahasıyla hep ilgili olan Fransa'nın harekâtın başlamasından sonra BM Güvenlik Kurulu'nu konuyla ilgili acil toplantıya çağırmasıyla[17] sürece müdahil olmak istemiştir. Ancak konuyu basına kapalı görüşmeyi tercih eden BM Güvenlik Kurulu, Türkiye'ye itidal çağrısında bulunmakla yetindi.[18] Fransa'nın konuyla ilgili ne yapmak istediği muğlak kalırken Türkiye ile ilişkileri problemli olan Hollanda'nın Dışişleri Bakanı Ziljstra, “Türkiye'de ve ülkeye karşı açıkça saldırılar oldu. Türkiye'nin kendini savunması için yeterli işaretler var. YPG, masum değil. Hollanda hükümeti YPG'yi hiç bir zaman desteklemedi.” açıklamasında bulunarak Türkiye'ye desteklerini bildirdi.[19]
AB ülkelerinin tutumlarına bakıldığında Türkiye'nin ABD ile problemler yaşadığı ve Rusya ile yakınlaşma sürecinde olduğu bir dönemde bu ülkelerin en azından bazılarının Türkiye ile yakınlaşma yolunu aradıkları görülmektedir. Türkiye, bunun farkında olarak harekâtı başlatmıştır.
Sonuç ve Değerlendirme
Türkiye, PYD'nin yönetimindeki Afrin'e yönelik Zeytin Dalı Harekâtı'nı özelde PKK/PYD ve genelde ise bölge politikaları doğrultusunda bağımsız bir devlet olarak çıkarları açısından gereklilik ve uygun süreç bağlamında gerçekleştirmiştir. Operasyonunun neticeleri zamanla ortaya çıkacaktır ancak operasyonda milliyetçi söylemin öne çıkması, Türkiye'nin ABD'nin bölge ile ilgili politikalarına karşı duruşu konusunda sorunlar içerdiği gibi Türkiye'nin iç siyasetindeki dengeler açısından sorunlara yol açabilir.
İslâm âleminin kadim coğrafyasını etnikçi/ırkçı yaklaşımlarla ele almak, Evanjelik yapıların amaçlarına ulaşmasını kolaylaştırır.
Harekâtın bu söylem üzerine devam etmesi ayrıca Türkiye'de siyaset dengelerini etkiler, harekâtı kendi kararlarının sonucu olarak görenleri siyaset zemininde güçlendirir ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın bundan sonraki süreçte devletin karar mekanizması üzerindeki etkisini olumsuz etkileyebilir.
Batı, tarafların niteliği ne olursa olsun, genel anlamda bölgede sorunların silahlı çatışmalara yol açmasından kaygı duymamaktadır. Hükümetin aksi yöndeki güçlü vurgusuna rağmen Batı'nın bundan sonra Kürtlerle iletişiminde bölge ülkelerinin kendilerine karşı bir tutum içinde olduğunu anlatmakta Türkiye'nin güvenliği için yapılan bu harekâtı da anacak ve güdümündeki grupları daha çok kendine bağlamak için kullanmaya çalışacaktır.
Bölgede atılacak adımların emperyalist güçlerin planlarını bozacak ve onların bölgedeki faaliyet alanlarını daraltacak nitelikte olması önemlidir. Harekât sonrasında bu yönde adımların atılması, sorunların etnik unsurları aşacak boyutta herkes için hak ve adalet bağlamında ele alınması, emperyalist yapıların İslâm dünyasına yönelik girişimlerinin bertaraf edilmesinde etkili olacaktır.
Batı basının, özgürleşmeyi yayın organlarında sakal kesme ve çarşaf yakma görüntüleri ile veren, hâkim olduğu sahada ezanın yüksek sesle okunmasını yasaklayan, bir sekülerizm programından öte, anti teizm programı yürüttüğü görülen[20] PYD'nin İslam karşıtı uygulamalarını PYD'ye verilen desteği meşrulaştırmak üzere sayfa ve ekranlarına taşıması, Batı'daki İslâm karşıtlarının “cihatçı terör”le mücadele adı altında Suriye'ye ilgilerini artırmış, hatta kimi kişilerin Suriye'ye gelip PYD saflarında savaşmalarına yol açmıştır.[21] Harekâtın bir İslâm-küfür savaşı gibi konuşulması, Kürtleri İslâm'dan uzaklaştırmak ve daha çok İslâm karşıtlığı üzerinden Batı desteğini almak isteyen PKK/PYD'nin savaşın bir İslâm-Kürt savaşı olduğu yönündeki propagandasına güç katabilir. Bu doğrultuda Türkiye'nin bölgedeki iç sorunlar karşısında hedeflerine yönelirken milliyetçi söylemi terk etmesi ve mücadelesini İslâm-küfür mücadelesi olarak tanıtmaktan kaçınması daha isabetli olacaktır.
Analizimize PDF Formatında Ulaşmak İçin Tıklayınız.