İşte akıllı kişinin düşünce ve hayalleri bunlardan ötesine tenezzül etmez şeriat da bunlarla gelmiştir, dünya ve ahiretin maslahatları bundadır ve onların sağlıklı yürümesi de ancak bununla olur.

Fikir ve hayallerin en yücesi, en değerlisi ve faydalısı Allah ve ahiret günü için olanıdır. Allah için olanı beş çeşittir:

Bir: Yüce Allah'ın indirdiği Kur'an'ın âyetlerini, bunlarla ilintili şeyleri tefekkür etmek, yüce Allah'ın muradını, ne demek istediğini anlamaya çalışmak. Zaten Yüce Allah onu asıl bunun için indirmiştir. Sadece okumak için değil. Hatta okumak buna bir vesiledir.

Seleften bir zat: 

"Kur'an kendisiyle amel edilmek için indirilmiştir. Öyleyse okumasını da bir amel edinin (terakki edin o babdan yapın)" demiştir.

İki: Kainatta müşahede edilen, görülen (varlığının ve yüceliğinin) âyetlerini tefekkür edip onlardan ibret almak, onlarla isimlerine, sıfatlarına, hikmetine, ihsanına iyiliğine ve cömertliğine ulaşmak. Nitekim Yüce Allah da kullarını âyet ve nişanelerini tefekkür ve tedebbür etmeye ve zihni ona takmaya teşvik etmiş, bunlardan gafil kalanı yermiştir.

Üç: Yüce Allah'ın yaratıklarına iyiliklerini, ihsanlarını yağdırdığı nimetleri ve rahmetinin, bağışlamasının ve sabrının genişliğini tefekkür etmek.

Bu üç kısım kalpte Allah'ı tanıma, Allah sevgisi korkusu ve ümidini doğurur.

Zikirle (dille anmayla) birlikte sürekli biçimde bu düşünce içerisinde olmak kalbi iyice Allah bilgisine ve sevgisine boyar.

Dört: Nefsin kusurlarını, felaketlerini ve yapılan amellerin kusurlarını tefekkür etmek. Bu düşünce çok faydalıdır, her hayrın kapısıdır. Nefs-i emmareyi (kötülüğü emreden nefis) kırmada etkilidir. O kırılınca mutmain (Allah'ın zikriyle tatmin olup durulmuş) nefis yaşama geçer, dirilir ve hakimiyet onun eline geçer. O da kalbi diriltir. Memleketinde artık onun sözü geçer, valilerini ve komutanlarını kendi yararına dört bir yana gönderir.

Beş: İçinde bulunduğu vaktin gerektirdiğini, anın vazifesini düşünüp tüm gayretini onda yoğunlaştırmak. Çünkü arif vaktinin adamıdır. Onu zayi ettiğinde bütün maslahatları zayi olur. Çünkü tüm maslahat ve yararlar ancak vakitten doğar. Kişi içinde bulunduğu vakti değerlendirmeyince onu ebediyyen telafi edemez.

Şafiî (r.a.) derki: Sofilerle arkadaşlık yaptım, onlardan sadece şu iki cümle kazandım/ istifa ettim. 

Birisi: "Vakit kılıçtır. Sen onu kesersen ne âlâ, kesmezsen o seni keser" idi. 

İkincisi: "Nefsini hak ile meşgul etmezsen, o seni batıl ile oyalar" idi.

İnsanın zamanı hakikatte onun ömrüdür. Zaman insanın ebedî nimetler içinde cennetteki yaşamının da maddesi / kaynağıdır, elem verici azaptaki (cehennemdeki) sıkıntılı yaşamında o buluttan daha hızlı geçer. İnsanın hangi vakti Allah için ve Allah'la geçmiş ise, işte onun hayatı ve ömrü odur. Onun dışındaki ömründen sayılmaz, onun dışındaki hayatı hayvanlar hayatıdır. Kişi vaktini gaflet, eğlence ve ütopik hayaller de harcıyorsa, en hayırlı vakti uyku ve boş oturma / hiçbir şey yapmama ile geçirdiği vakitse... Onun ölümü yaşamından hayırlıdır.

Kul namazda iken namazından kendisine sadece ondan aklettiği ve şuurunda olduğu kadarı kaldığına göre, kendisine ömründen sadece Allah için olanı ve Allah'la geçirileni vardır.

Saydığımız kısımların dışındaki fikir ve hayaller ya şeytanî vesveseler, ya ütopik hayaller, ya da yalancı aldatmacalardır. Bunlar sarhoşlar, uyuşturucu kullananlar ve psikolojik rahatsızlığı bulunan şüpheciler gibi sağlıklı bir akla sahip olmayanların hayal ve düşünceleri gibidir. Hakikatler ortaya çıktığında bunların lisan-ı hâlleri şöyle der:

Mahşerde benim makamım şu gördüğüm şey ise 

Hakikaten günlerimi boşa harcamışım. 

Nefsimin bir süre yaşadığı sadece hayal-temenni 

Şimdi onu "saçma sapan rüyalar" gibi sanıyorum.

İyi bil ki fikrin (hatır, akıldan gelip geçen düşünce) akla gelmesi zarar vermez. Asıl zararlı olan onu çağırmak, onunla sohbet etmektir. Zira hayal, yoldan geçen gibidir. Ona dokunmazsan seni bırakıp gider. Ama onu çağırır, davet edersen seni konuşmaları ve aldatmalarıyla büyüler. Bu boş ve âdî bir nefis için en basit ve önemsiz bir şey, mutmain, yüce ve şerefli bir nefis için ise en ağır şeydir.

Yüce Allah insana iki nefis koymuştur: 

1 - Nefs-i emmâre ve 

2 - Nefs-i mutmainne. 

Bunlar birbirlerinin düşmanıdırlar. Birine ağır gelen diğerine hafif gelir, birine acı veren diğerine zevk verir. 

O yüzden nefs-i emmâreye Allah için çalışmak ve O'nun rızasını kendi arzu ve hevesine tercih etmekten -ki kendisi için bundan faydalısı yoktur- daha ağır gelen bir şey yoktur. 

Nefs-i Mutmainneye ise Allah'tan başkası için çalışmak, heva-hevesin istediği gibi yapmaktan daha ağır gelen bir şey yoktur. 

Melek bu kişiyle birlikte, kalbinin sağında, şeytan da onunla birlikte ve kalbinin solundadır. Savaşlar kişinin dünyadaki süresi bitene kadar devam eder. Batılın tümü şeytan ve nefs-i emmâreden taraf olur, hakkın tümü ise melek ve nefs-i mutmainne tarafını tutar. 

Harp sürekli bir çekişme içinde farklı zamanlarda farklı tarafların galibiyetiyle devam eder gider. Zafer ise sabırladır. Her kim sabreder, direnir, nöbet tutar uyanık olur ve Allah'tan sakınırsa dünya ve ahirette güzel son onun olur. Yüce Allah değişmez bir kural, hüküm koymuştur ki "Güzel son takvanın", "güzel akibet takva ehlinindir."

Kalp boş bir levhadır. Akla gelen hayal ve düşünceler ise oraya çizilen resim ve nakışlardır. Akıllı kişi levhasının yalan, aldatmaca, kandırmaca boş temenniler ve hakikati olmayan hayallerle nakşedilmesine nasıl razı olur? 

Bu süslemeleri ve nakışları yaptıran kişide hikmet, ilim ve istikametten ne vardır? 

Kişi kalbine daha sonra faydalı nakışları yaptırmak istese, bu, faydasız bilgilerin yazılı olduğu bir kağıdın üzerine faydalı bilgiler yazmaya benzer. O yüzden düşük fikirler ve hayaller kalpten arındırılmadığı, boşaltılmadığı sürece onda faydalı fikirler yerleşmez. Çünkü onlar ancak boş yere yerleşirler. 

Nitekim şair şöyle der:

Ben hiçbir aşk tanımadan (o kadının) aşkı uğradı bana 

Boş kalbe denk geldi de iyice yerleşti onda.

Süluk ehli kimselerin pek çoğuda suluklarını "düşünce ve hayallere karşı uyanık olup onları kalplere girdirmeme" üzerine bina etmişlerdir. Böylece kalpleri bomboş ve keşif için kalplerinde yüce hakikatlerin tecelli etmesi ortaya çıkması için müsait hale gelir. Bunlar kalplerini bazı zararlı şeylerden korumuşlar ancak bazı şeylerin farkına varamamışlardır. Çünkü kalplerini her türlü düşünceden uzak tutmuşlar, kalpleri bomboş kalmış, şeytan geldiğinde kalbi boş bulup, ona sahibine uygun düşünceler atmıştır. Düşük-bayağı fikirlerle meşgul edemeyeceğinden kalbini onu "her kulun kurtuluşunun ve selametinin vesilesi olan her türlü istek ve irade" den de boşaltma isteğiyle doldurmuştur. (Yani tek çabası kalbi bomboş tutmak olmuştur.) 

Halbuki Allah'ın bir takım irade ve istekleri vardır ki kulun selameti ancak bunların kalbini istila etmesiyle mümkündür. Bunlar Allah'ın dinî şer'î istekleri ve yapılmasına razı olduğu yararlı şeylerdir. Kalbi onlarla meşgul etmek, uygulamak için detaylarıyla öğrenmeye çalışmak, yapmak, insanlar arasında uygulamak ve halkın arasına girerek gerçekleştirmeye çalışmak Allah'ın istediği ve razı olduğu şeylerdendir. Ancak şeytan onları dünyevî fikirlerden ve onlara sebep olan şeylerden uzak kalma babından bunu terke ve kalbi bomboş bırakmaya teşvik ederek, bu yararlı şeylerden saptırmış uzaklaştırmıştır. Onlara kemallerinin bu "soyutlanma" ve "boşalma" da olduğu vehmini vermiştir. 

Heyhat heyhat! Asıl kemâl kalbi, Rabb'in insanlardan ve kuldan istediği ve razı olduğu şeyleri elde etme düşünce, fikir ve niyetleriyle doldurmada, bu tür şeylere ulaştırıcı yolları düşünmededir. İnsanların en erdemlileri bu tür düşünceler, fikirler ve hayaller taşıyan kimseler, en düşükleri ise düşünceleri fikirleri ve hayalleri haz ve zevkleri yönünde olan kimselerdir. Allah'tan yardım dileriz.

O yüzden Hz. Ömer Rabbinin rızası bulunan bir çok şeyi bir arada düşünür, bunu namazında yaptığı olurdu. Namazdayken (zihninde) orduyu savaşa hazırlardı. Böylece hem cihad hem de namazı birlikte yapardı. Bu birçok ibadetin bir ibadette birbirine geçmesi babındandır. Bu değerli ve nadir bilinen bir husustur. Onu ancak (Allah rızasını) talepte usta ve samimi, ilimde derin, yüksek gayret sahibi kimseler bilir. Bu kişi yapmakta olduğu ibadete bir çok ibadeti girdirir. Bu Allah'ın (c.c.) lütuf ve keremidir, onu dilediğine verir.