Günahların bir diğer cezası da dünyada ve berzah âleminde sıkıntıl-dar bir yaşam, ahirette de azaptır.
Yüce Allah:
"Ama kim beni anmaktan yüz çevirirse, onun içinde dar bir geçim vardır. Kıyamet günü onu kör olarak hasrederiz." (Tâhâ, 124)
Âyetteki dar-sıkıntılı bir geçim-yaşam Kabir azabıyla tefsir edilmiştir. Şüphesiz kabir azabı da sıkıntılı bir yaşamdır. Fakat ayet daha kapsamlıdır. Gerçi bu kelime olumlu cümlede gelen nekire bir kelimedir (ve ancak olumsuz cümlede gelen nekire kelime genellik, ifade eder) ama bunun genelliği anlam itibariyledir.
Zira Yüce Allah dar yaşamın zikrinden yüz çevirmenin, sonucu olduğunu zikretmiştir. Öyleyse ondan yüz çevirene, dünyada türlü türlü nimetlerden nimetlense de, yüz çevirmesine göre dar bir yaşam vardır. Kalbinde kalpleri parçalayan ıssızlık, zillet ve pişmanlıklar, boş temenniler vardır ve hali hazırdaki bu azap yeterince büyük azaptır. Fakat şehvet, aşk, dünya sevgisi ve şöhret sarhoşluğu bu azabı ona gizler. Bunlara içki sarhoşluğu eklenmese bile, bunların sarhoşluğu içkinin-kinden daha fazladır. Çünkü içki içen bazen ayıkır, kendine gelir, fakat heva ve dünya sevgisinin sarhoşu sadece öldüğünde ayıkır. Öyleyse dar-sıkıntılı bir yaşam Allah'ın peygamberine indirdiği "Zikir"den yüz çeviren kimseden hiç ayrılmaz; dünyasında da, berzah âleminde tekrar diriltildiğinde de onunla olur. Gözün aydınlanması, kalbin durulması, nefsin tatmin olması ancak ilâhıyla ve hakiki mabuduyla (kulluk ettiği zat) -ki onun dışındaki tüm mabudlar batıldır- mümkündür. Gözü Allahla aydın olmayan kimsenin nefsi dünyaya hasret kalır, hasretten parçalanır.
Yüce Allah hoş yaşamı sadece iman edip salih amel işleyenler için kılmıştır:
"Erkek ve kadından her kim inanmış olarak iyi bir iş yaparsa, onu (dünyada) hoş bir hayatla yaşatırız, onların ücretlerini yaptıklarının en güzeliyle veririz" (Nahl, 97)
Bu âyette Allah, iman ve salih amel sahibi kimselere dünyada hoş bir yaşamı, ahirette ise en iyi ödülü garanti etmiştir. Öyleyse iki hayatın en hoşu sadece onlaradır, onlar her iki dünyada da (hakiki) yaşayan kimselerdir. Bunun benzeri şu âyetlerdir:
"Dünyada güzel iş yapanlara güzellik vardır, (onlar için) ahiret yurdu ise daha hayırlıdır. Takva sahiplerinin yurdu ne güzeldir." (Nahl, 30)
"Ve Rabb'inizden mağfiret dileyesiniz, sonra O'na tevbe edesiniz ki, sizi belirtilmiş bir süreye kadar güzelce yaşatsın ve her lütuf sahibine lütuf (ve kerem) ini versin."(Hûd, 3)
Böylece takva sahipleri ve muhsinler dünya ve ahiret nimetlerini kazanmışlar, her iki dünyada da hoş hayatı elde etmişlerdir. Zira hakîki nimetler; nefsin hoş ve rahatlığı, kalbin haram şehvet ve zevkleri, şüpheli boş şeyleri terkten dolayı elde ettiği sevinci, neşesi, lezzeti, mutmainliği, genişliği, nurluğu, açıklığı ve afiyetidir. Hakiki nimetler budur ve bedenin nimetlerinin ve zevkleri buna kıyas edilemez.
Bu zevki tadan birisi şöyle diyor:
"Krallar ve prensler bizim içinde bulunduğumuz mutluluğu bilselerdi, bizimle kılıçlarla savaşırlardı."
Başkası:
"Kalbim, bazen öyle (hoş) anlar yaşıyor ki o vakit "Eğer cennettekiler böylesi bir yaşamdaysalar hakikaten çok hoş bir yaşam içindeler" diyorum der.
Bir başkası ise şöyle der:
"Dünyada bir cennet vardır ve o dünyada, ahiretteki cennet gibidir. Buradaki cennete giren ahiret cennetine de girer, buradakine girmeyen ahiretteki cennete de giremez."
Rasûlullah da (Sallallahu aleyhi ve sellem) bu cennet şu hadisleriyle işaret etmiştir.
O (Sallallahu aleyhi ve sellem):
"Cennet bahçelerinden geçerseniz hemen orada otlanın" buyurdu.
"Cennet bahçeleri nelerdir?" dediler.
"Allahın anıldığı halkalar" buyurdu. Yine:
"Evim ile minberim arası cennet bahçelerinden bir bahçedir" buyurdu.