HABER MERKEZİ - Strateji Düşünce ve Analiz Merkezi`nin (SDAM) yayınladığı Çin raporunun bugün 4. (son) bölümünü veriyoruz. Çin'in tarihi, demografik ve coğrafî özellikleri, kendine has yönetim biçimi, komşularıyla olan ilişkilerinin incelendiği raporda; Çin'de yaşayan Müslümanlar, onların sorunları, karşılaştıkları problemler ve Çin içerisindeki konumları analiz ediliyor. Özetle verdiğimiz “Yeni Dünya Düzeninde Çin Halk Cumhuriyeti” raporunun son bölümünü okuyucularımızın istifadesine sunuyoruz.
-4. BÖLÜM-
SONUÇ VE DEĞERLENDİRME
Çin`in tarih boyunca kapalı bir yapıda kraliyet geleneğiyle idare edilmesi ve dünya ile cennet arasında bir merkezde bulunduğu inancı, onun “Orta Kraliyet” olarak adlandırılması sonucunu doğurmuştur. Bu durum, Çin`in kendi toprakları dışındaki tüm insanlığı barbar olarak görmesine sebep olmuş, Çin`de tüm yeryüzünün kendilerine bahşedildiği anlayışını geliştirmiştir. Bununla birlikte tarih boyunca asimilasyona yanaşmamış, Konfüçyüs öğretilerinin etkisiyle, yayılmak amacıyla Çin dışına çıkmayı düşünmemişlerdir. Doğanın kanunu gereği “gökyüzünün iradesi” anlayışıyla imparatorluklarını yönetmişlerdir. Çok kültürlülüklerini “yeryüzü altındaki her şey” anlayışıyla sağlamış, çok uluslu bir toplum meydana getirmişlerdir.
Çin halkı, topraklarının kuzey kısmını Çin Seddi, güney kesimini Himalayalar ile batısını ise Doğu Türkistan topraklarını tampon bölge olarak kullanarak korumuş; “Barbar saldırılarına” karşı kendilerini güvence altına almaya çalışmıştır. 1900`lerde Milliyetçi Yönetim ve 1949 Komünist Yönetiminin gördüğü eksiklikler ve batıdan gelen saldırılar karşısında edinilen tecrübeler ile hem sanayileşme hem savunmada ciddi adımlar atılmıştır. Yönetimi güçlü kılmak için sosyal hayatta özellikle Komünist Yönetimde asimilasyon politikasına başvurulmuş, Tibet`ten Doğu Türkistan`a, Hong Kong`tan Moğollara kadar her bölgede bu politika kendini göstermiştir. Bugün Çağın projelerinden olan “Bir Kuşak Bir Yol” adıyla anılan Modern İpek Yoluyla Çin bugün, teknolojik üretimini, iş gücünü ve ticaret anlayışını üç kıtadan geçirerek İngiltere`ye kadar uzatmak istemektedir. İpek Yolu`nun geçtiği güzergâhlarda güvenli bir yol ve güvenli bölgeler kurarak lojistik merkezler oluşturmaya çalışmaktadır. Çin, uluslararası kamuoyundaki tepkilere ve engellemelere karşı, bu projenin güçlü ve dirençli olması için içerdeki problemleri minimize etmek istemektedir. Proje ile ekonomiden eğitime, politikadan sosyal hayata her alanda yapılacak yenilik ve değişimlerle tüm dünyada etkin bir süper güç olmaya çalışmaktadır. Çin geleneğinden de anlaşılacağı gibi projeler uzun vadeli olarak düşünülmekte ve dizayn edilmektedir. Çin İmparatorluğu tarihinde ilk elçilik açma girişiminde İngiltere bulunmuştur; ilerleyen zamanlarda Çin`i işgal girişimini de İngiltere gerçekleştirmiştir. İlginçtir ki yüzyılın projesinde bu iki ülke yakın müttefik olarak görünmektedir.
Çin`in tarih boyunca kapalı bir yapıda olmasında coğrafî yapısı da etkili olmuştur. Deniz yoluyla batıya açılmasının oldukça güç olması, kara yoluyla ise yüksek dağların izin vermemesi coğrafyanın çıkardığı engeller olarak zikredilebilir. Bu coğrafî şartlar ülkenin savunmasında etkin unsurlar olarak kullanılmıştır. Afro-Avrasya üzerinde kendisine yapılan kısıtlamaları bir bir kırarak ilerleyen Çin, “Yeni Dünya Düzeni”nde etkin bir rol alarak Afro-Avrasya`da söz sahibi olmak istemektedir. Bu isteği, farklı ülkelerle geliştirdiği ekonomik ilişkilerde, ileriye dönük yatırımlarla kendini göstermekle beraber Çin, ekonomik sıkıntılar yaşayan Avrupa`da büyük yatırımlar yapmaktadır. Çin Araştırmalar Enstitüsü (MERICS) Çin`in, 2000-2006 yılları arasında Avrupa`ya 100 milyar Euro yatırım yaptığını belirtmektedir. Çin, İngiltere, Fransa ve Almanya`da yatırımlara ağırlık vermekte; Afro-Avrasya`da “satılan her şeyi satın alma” politikasını gütmektedir.
Almanya Kuka Robot üretim şirketini yüksek meblağlarla satın alması, İpek Yolu için yatırım ve yapay zekâda tekelciliğe doğru atılan bir adım olarak değerlendirilebilir. Yine Ortadoğu ve Afrika`da enerji ve madenler üzerinde büyük yatırımlar yapması, bu alanları satın almaya çalışması veya buralara ortak olmaya çalışması, Çin`in ticaret ile dünyada etkin olmaya çalıştığını göstermektedir. Ticari bahanelerle 19. yüzyılda Batı tarafından işgal edilen Çin, 20. yüzyılda ticaret ile dünyada etkin olmaya çalışmaktadır. ABD, Çin`i Güney Çin Denizi ve Doğu Çin Denizi üzerinden sıkıştırmaya, alanını daraltmaya çalışmaktadır. Karadan da aynı politikasını son zamanlarda özellikle Afganistan üzerinden uygulamaya çalışmaktadır. ABD, Afganistan`a yaptığı askeri yığınakla hem Çin`i hem de Pakistan`ı kontrol altında tutmaya; Pakistan`ı “teröre destek” söylemi üzerinden istikrarsız hâle getirmeye çalışmaktadır. Pakistan`ın istikrarsızlığı, Çin`in Malakka Boğazı`nda yaşadığı güvenlik sorununu Batıya açılan kapısında da yaşaması anlamına gelmektedir. Çin ve Pakistan`ın işbirliğinde başarılı olmaları ve muhtemel tehditleri bertaraf etmeleri ise iki ülkeyi güçlü kılmakla birlikte nükleer teknolojiye sahip bu iki ülkenin teknolojide daha güçlü olması anlamına gelebilecektir.
Çin Devlet Başkanı Şi Cinping`in Komünist Partinin 19. Ulusal Kongresinde tekrar başkan seçilmesi ve Komünist Parti tüzüğüne kendi fikirlerini koyması, Mao`dan sonra yapılan bu denli ilk büyük değişiklik olarak ifade edilmekte; bu değişiklik de Çin`in Yeni Dünya Düzeni`ne entegrasyonu olarak yorumlanmaktadır. Bu değişiklikler, Şi`nin “Modern Sosyalizm” söylemi, katı sosyalizmi yumuşatma ve onun kapitalizme uyumunu sağlama hamleleridir. Genelde Çin, özelde ise Şi Cinping üzerinden “Yeni Dünya Düzeni” şekillendirilmeye çalışılmaktadır. Şi, Çin`i üretim merkezi hâline getirerek Afro-Avrasya`nın talebini karşılamaya dair iddialı bir politika yürütmektedir. Rothschild, Lee ve Russel aileleri Çin ekonomisini ele geçirmiş durumdadır ve küresel hamlelerini Çin üzerinden yapmaya çalışmaktadır. Rothschild ailesine bağlı The Economist dergisinin Ekim 2017`de dünyanın en güçlü lideri olarak Şi Cinping`i seçmesi, hazırlanan projelere algı oluşturma çabalarıdır. Çin, ABD ile çatışmadan uzak bir politika yürütürken rekabeti şimdilik ticaret üzerinden yapmaya özen göstermektedir fakat Ortadoğu`dan gelen enerjiyi güvenli hâle getirmek için ilk defa Cibuti`de 10 bin kişilik bir askerî üs kurmuş, bu girişim Amerika ile olan rekabetin ticaret dışına çıktığının göstergesi olmuştur. Çin`in kurduğu bu askeri üs ABD`ye karşı üs yarışı haline getirmesi sonucu oluşacak kaos ortamının yeni bir dünya savaşına yol açacağı muhtemel öngörülerdir.
Türkiye, Çin ile ilişkilerine Modern İpek Yolu üzerinden bağlı bulunduğu batı yakasından bakmaktadır ve Batı`nın bugüne kadar izlediği politikalara duyduğu tepkiden dolayı Atlantik`ten Avrasya`ya açılmaktadır. Çin ile ilişkileri Doğu Türkistan`a rağmen iyi durumda olan Türkiye, Modern İpek Yolu`nu önemsemektedir. 30 Ekim`de açılışı yapılan Bakü-Tiflis-Kars demir yolu bunun ön hazırlığı olmuştur. Modern İpek Yolu`nun Kars`tan İstanbul`a oradan da Avrupa`ya hızlı tren ve Marmaray aracılığıyla bağlanması düşünülmektedir. Türkiye`nin bu proje için altyapısını hazır hâle getirmesi kaçınılmazdır ve projenin dışında kalmamak için hazırlık olarak değerlendirilebilir. Türkiye`nin, teknolojinin sınır tanımayan büyümesine karşı alacağı tedbir hayati derecededir. Türkiye`nin Çin ile İngiltere arasında kalıp, ticaretle yetinerek ticaret dışındaki -yeni teknolojik ürünler gibi- alanlarda herhangi bir yatırımda bulunmaması, uzun vadede dikkate alınıp tedbir geliştirilmesi gereken olumsuz bir durumdur. Modern İpek Yolu Projesi`nde küresel dizayn, teknolojik üretim, ulaşım, kanton yapılanmalar ve tüketiciye en yakın nokta oluşturmak için lojistik merkezler kurmayı düşünen küresel aklın projede en temkinli yaklaştığı ülkeler, Türkiye ve Rusya`dır. İki ülkenin stratejik yaklaşımları projenin “dünyayı dizayn ayağını” sekteye uğratabilir. Çin, tüm Avrupa`da yatırım ve satın almalar ile etkisini arttırmaya çalışırken Türkiye ve Rusya`da yatırımları sınırlı kalmaktadır. Zaman zaman Türkiye`nin Doğu Türkistan politikasına Çin aleyhine yaklaşımı ve Doğu Türkistan`dan göç edenlere kapılarını açması iki ülke arasındaki ilişkileri germektedir.
Uzun ve değişken bir süreç yaşayan Çin halkı her tür değişime ayak uydururken değişime en çok direnen, kültür ve dininden taviz vermeyen Müslümanlar olmuştur. Bu durum imparatorluk, milliyetçi yönetim ve Maoist yönetim zamanında Müslüman nüfusun baskılara, sürgünlere, asimilasyon politikalarına maruz kalmasına sebep olmuştur. Şu an için Çin nüfusunun %71`inin herhangi bir dine bağlı olmadığına bakıldığında entegrasyon politikasının ne boyutta olduğu daha iyi anlaşılabilmektedir. Çin, İslâm ülkeleri ile birebir yaptığı anlaşmalara, Doğu Türkistanlıların yaşam, eğitim ve seyahat özgürlüğünü kısıtlayıcı maddeleri de dâhil etmektedir. Çin`in dünyanın en büyük petrol ithalatçısı olması ve büyümeyle doğan büyük enerji ihtiyacı onun enerji zengini İslâm ülkeleriyle karşılıklı olarak özel bir ilişki geliştirmesini sağlamaktadır fakat yapılan anlaşmalarla Uygur Müslümanları yalnızlaştırılmaya çalışılmaktadır. İslâm ülkeleri, yapılan anlaşmalar gereği, mültecilerin iadesinden, okuyan öğrencileri teslim etmeye kadar her türlü kısıtlamaya gitmekte; teslim edilenlerden bir daha haber alınamamaktadır. Özellikle petrol ülkesi Araplarla yapılan anlaşmalar sadece petrol ile sınırlı kalmamakta; bu ülkelerde büyük projeleri Çin üstlenmekte ve kendi çalışan kadrosuyla söz konusu ülkelere gidip bu projeleri gerçekleştirmektedir. Uzun yıllar süren Komünist Yönetimin katı asimilasyon politikalarına rağmen Çin Müslümanları dinlerine bağlılıklarını sürdürmekte, Çin`de dikkat çekici bir İslâmî yaşam gözlenmektedir; bu da küresel bazda Müslümanları takip eden uluslararası yapıların dikkatini Çin Müslümanlarına yöneltmektedir. Çin`in kendi vatandaşları olan Müslümanlarla ilgili tutumunda bunun da payının söz konusu olduğu söylenebilir. Çin kendi içindeki ve egemenliği altındaki Müslümanlara yönelik haksız uygulamalarda bulunurken İslâm ülkeleriyle ilişkilerini de geliştirmek istemektedir. İslâm ülkelerinin, bu istekten Çin Müslümanlarını rahatlatma yönünde yararlanmaları mümkündür.
Uygur halkı, Çin`den bağımsızlık talep etmekte, içeride ve dışarıda bu talebi güçlüce dile getirmektedir. ABD`de yaşayan ve CIA ile yakın bağları olduğu iddia edilen Doğu Türkistan diasporasından, kendisini Uygurların lideri olarak tanıtan Rabia Kadir zaman zaman Uygur halkının acılarını dile getirmektedir. Çin`in yakın takibi ve baskısından dolayı birçok ülke Rabia Kadir`i kabul etmemektedir ki bunların arasında Türkiye de bulunmaktadır.
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi`nin beş daimi üyesinden biri olan ÇHC veto hakkına sahip olduğundan Doğu Türkistan ile ilgili herhangi bir kararın BMGK`dan geçmesini önlemekte; Doğu Türkistan`ın durumunun BM Genel Kurulu`nda tartışılıp Türkistanlıların seslerinin duyulması engellenmekte; her tür talepleri veto edilerek uluslararası kamuoyunda Uygurların sesi kısılmaktadır. Çin`in coğrafi olarak İslâm dünyasından uzak olması ve ülke olarak dışarıya hep kapalı olması, İslâm devletlerinin tarih boyunca bu bölgeye uzak kalmasına sebep olmuştur. Osmanlı, son zamanlarında soydaşları ve dindaşları nedeniyle Çin ile ilişkilerini 19. ve 20. yüzyılda artırmış, özellikle 2. Abdülhamit zamanında eğitim alanında iki taraf arasında açılımlar olmuş, bölgeye âlimler gönderilmiş, Çinli Müslümanların halifeye bağlılığı sağlanmaya çalışılmış ve eğitim ihtiyacını karşılamak için Pekin Hamidiye Üniversitesi açılmıştır. Modern İpek Yolu Projesi`ni hayata geçirmek ve projenin güzergâhı ile beraber kendi topraklarında güvenliği sağlamak Çin`in en önemli önceliği olduğundan dolayı kendi hâkimiyeti altındaki topraklarda güvenliği tehdit edebilecek durumları, baskı ve zulüm ile ortadan kaldırmaya çalışmaktadır. Tarihi İpek Yolu`nda olan Doğu Türkistan da bu sistematik baskıdan ve asimilasyon politikasından payına düşeni ziyadesiyle almaktadır. Bölgenin pamuk üretim merkezi olması, bölgeyi ayrıca gözde yerler arasına koymaktadır.
Çin, son dönemde uyguladığı politikaların tamamında ekonomiyi referans almakta, sahip olduğu ekonomik güç üzerinden bölgesel ve küresel bir ekonomik düzen oluşturmaya çalışmaktadır. Tarihte Çin`in dünya çapında etkili bir aktör olduğu görülmemiş, bunda Çin`in yüzyıllar boyunca izolasyonist politikalar izlemesi etkili olmuştur. Bu yüzden Çin`in günümüzde uyguladığı “ekonomik yayılmacılık” politikası tarihsel referanslardan yoksundur. Çin ayrıca yeni bir paradigma inşa etmek için ihtiyaç duyulan değerlerden, özellikle “medeniyet tasavvuru”ndan yoksundur. İçe kapalı, kendini diğerlerinden üstün gören bir anlayışa sahip olan Çin, diğer kültür ve medeniyetleri bünyesine katmak için gerekli hoşgörüye sahip değildir. Sadece ekonomik refahı paylaşıp çözüm bekleyen problemlerden kaçınmak, konuya ve duruma göre diğer küresel aktörlerin yanında veya karşısında yer almak Çin`in en büyük dezavantajlarından birisidir. Çin`in en büyük açmazlarından birisi de bünyesindeki Müslüman nüfusla yaşadığı kadim sorunlardır. Kendi insanını zor şartlar altında çalıştırarak onlardan güç devşirmek, Çin ekonomisini geliştirmiş fakat insanî değerlerin azalmasına hatta ortadan kaybolmasına sebebiyet vermiştir. Bu noktada Çin`in azınlık Müslümanlarla ilişkilerini düzeltmesi önem arz etmektedir. Müslümanlarla Çinliler arasında barış ve esenlik ortamı sağlanıp etkili bir refah dağıtım sistemi kurulması, ayrıca Müslümanlara uygulanan asimilasyon politikasından vazgeçilmesi, Uygur Müslümanlarının durumunun iyileştirilmesini sağlayacaktır. Uygurların Çin`de etkili olması, başta bölge Müslümanları olmak üzere İslâm dünyasının karşı karşıya kaldığı sorunlarda Çin`in Müslümanlardan yana tavır almasını sağlayabilecektir. SON-
-Raporun tamamına www.sdam.org.tr sitesinden erişebilirsiniz.