Nev-i beşerin hayat-ı dünyeviyesinde en cemiyetli merkez ve en esaslı zemberek ve dünyevî saadet için bir Cennet, bir melce’, bir tahassüngâh ise, âile hayatıdır. Ve herkesin hânesi, küçük bir dünyasıdır. Ve o hâne ve âile hayatının hayatı ve saadeti ise, samimi ve ciddî ve vefâdarâne hürmet ve hakiki ve şefkatli ve fedâkârâne merhamet ile olabilir. Ve bu hakiki hürmet ve samimi merhamet ise, ebedî bir arkadaşlık ve dâimî bir refâkat ve sermedî bir beraberlik ve hadsiz bir zamanda ve hududsuz bir hayatta birbiriyle pederâne, ferzendâne, kardeşâne, arkadaşâne münâsebetlerin bulunmak fikriyle, akîdesiyle olabilir.

Meselâ, der: “Bu haremim, ebedî bir âlemde, ebedî bir hayatta dâimî bir refîka-i hayatımdır. Şimdilik ihtiyar ve çirkin olmuş ise de, zararı yok. Çünkü ebedî bir güzelliği var; gelecek. Ve böyle dâimî arkadaşlığın hatırı için, her bir fedakârlığı ve merhameti yaparım” diyerek, o ihtiyâre karısına, güzel bir hûri gibi muhabbetle, şefkatle, merhametle mukabele edebilir. Yoksa kısacık, bir iki saat sûrî bir refakatten sonra ebedî bir firâk ve müfârakata uğrayan arkadaşlık, elbette gayet sûrî ve muvakkat ve esassız, hayvan gibi bir rikkat-i cinsiye mânâsında ve bir mecâzî merhamet ve sun’î bir hürmet verebilir. Ve hayvanâtta olduğu gibi, başka menfaatler ve sâir gàlip hisler, o hürmet ve merhameti mağlûp edip, o dünya cennetini cehenneme çevirir.

SÖZLÜK:
CEMİYETLİ: Kapsamlı, geniş.
MELCE’: Sığınılacak yer.
TAHASSÜNGÂH: Sığınak, kale, korunulacak yer.
REFÂKAT: Arkadaşlık, beraberlik.
SERMEDÎ: Ebedî, sürekli.
PEDERÂNE: Babaya yakışır şekilde.
FERZENDÂNE: Evlâda yakışır sûrette.
HAREM: Âile, eş.
REFÎKA-İ HAYAT: Hayat arkadaşı.
SÛRÎ: Görünüşte; hakîki, ciddî ve samîmi olmayan.
MÜFÂRAKAT: Ayrılmalar, ayrılıklar.
RİKKAT-İ CİNSİYE: İnsanın kendi cinsinden olana acıması.