Ensâr, lügat itibariyle “yardımcılar” demektir. Mekke`den Medine`ye hicrette, Hz. Peygamber (SAV)`e ve muhacirlere kucak açıp tüm imkânlarıyla yardım eden Medineli Müslümanlar...
Istılâhî/terim anlamı bu olsa da, çok daha geniş bir muhteva içerdiğini görüyoruz. Ensar`ı, Asr-ı Saadet ile sınırlamak meseleyi daraltmak olur. Bu kavramın anlam zenginliğini şu ayette görmek mümkün;
“Ey iman edenler, siz Allah`ın ensarı (yardımcıları) olun. Nitekim Meryem oğlu İsa havarilere; ‘Allah`a giden yolda benim ensarım (yardımcılarım) kimlerdir?` deyince, havârîler demişlerdi ki; ‘Biziz ensarullah (Allah`ın -dininin/yolunun- yardımcıları)` İsrâiloğullarının birtakımı böylece iman etmiş, birtakımı da küfre girmişti. Nihâyet Biz o iman edenleri, düşmanlarına karşı destekledik de böylece üstün geldiler.” (Saff / 14)
İşte tüm Mü`minlere ensar olmaları için çağrı. Hem de Allah`ın yardımcıları şeklinde bir ifade tarzı...
Âciz kulların Samed olan Allah`a yardımı... Anlamakta zorlandığımız incelik...
Kulun, Allah`a yardımcı olduğu mevkiden daha yüce makam olabilir mi?
Nimetleri içinde bundan daha büyük ikram, izzetler içinde bundan daha ileri şeref düşünülebilir mi?
Allah`ın bu sıfatlarla tavsîfi; yani “Allah`ın yardımcıları”; en güzel takdir ve taltif... Yardımdan ve yardımcıdan münezzeh olan şânı yüce Allah, oldukça nazik ve nezih bir çağrı ile teşvik ve tebcil ediyor. O, bizim yardımımıza değil; biz O`na yardımcı olmaya muhtacız. Nusret-i İlâhî ve Rahmet-i Rabbânî ile temasa geçmenin formülü de budur;
“Ey iman edenler! Eğer siz Allah`a yardım ederseniz O da size yardım eder, ayaklarınızı kaydırmaz.” (Muhammed / 7)
Kulluk bilinci ile İslâmî sorumlulukları kuşanmaya bundan daha mükemmel bir teşvik tarzı mümkün mü?
Ne güzel isim; Ensârullah/Allah`ın yardımcıları…
Allah`ın yardımıyla buluşmanın ve O`na kavuşmanın yolu...
Yarsız ve yardımcısız kalmamanın garantisi, yardım üzere olmak. Allah`ın davasını sahiplenmek, Allah`tan bize sunulanı O`nun yolundan esirgememek, ayaklarımızın sabit olması, direniş ruhunun tazelenmesi, çözülmenin ve dökülmenin önlenmesi ancak “yardım ediyor olmak” ile mümkündür.
Yaradan`ın yardımına müstehak olmanın mutlak güvencesi, “ensâr” olabilmek.
O`nun yardımını beklemeden mevcut imkânları O`nun için tahsis edebilmek...
“O verirse veririm” değil; vermiş olduklarını elden çıkarabilme gücünü kendinde bulmak...
Tercihini, yardım beklemekten önce, yardım etmekten yana yapanlara yönelik diğer bir uyarı şu ifadelerde kendini gösteriyor:
Nitekim Meryem oğlu İsa havârîlere; “Allah`a giden yolda benim ensârım (yardımcılarım) kimlerdir?` dedi...” (Saff / 14)
Hz. İsa gibi bir peygamberden böylesi bir soru ve talebin sâdır olması ne demek oluyor?
Bir peygamber buna ne diye ihtiyaç duysun? Vahiyle desteklenen, Allah`ın koruması altında bulunan Hz. İsa (SAV)`nın dudaklarında “men ensârî? / ensârım, yardımcılarım kim?” sorusunu terennüm etmesindeki hikmet ne olabilir?
Bu yolda, bu davada “Ben yalnız yaparım, mücadelemi tek başıma verebilirim” anlayışı esas alınmıyor.
Müşterek sorumluluğa çağrı ve vurgu önceleniyor, onun şahsında cemaat ruhu ve şuuru tescilleniyor.
“Birlikte yola çıkabileceğim kim var?”
Bir yapılanma vurgusu, örgütlenme teması... Allah`a giden yolda bireyselliği aşmak... Kolektif ruhun bireyleri kuşatması... İlâhî iradenin muradı, ferdî iradenin cemaat iradesi ile bütünleşmesi. Ve maksat hâsıl oluyor;
“...Havârîler demişlerdi ki: ‘Biziz ensârullah (Allah`ın -dininin/yolunun- yardımcıları)...”
Tek tek, fert fert değil; birlikte, müştereken ensârullahız. Ben değil, biz. Tekil değil, çoğul zamiri. Ayrıca şu soruya da cevap bulmak gerekiyor;
Hz. İsa`nın “Allah`a giden yolda benim ensârım kim?” sorusunu ve çağrısını onun yaşadığı zaman dilimi ile sınırlamak mümkün müdür? Yalnız o döneme ve o topluma münhasır bir olay mıdır?
“Men ensârî?” sorusunun, bu gün için, bizler için geçerliliği yoktur diyebilir miyiz?
İşte meselenin can alıcı noktası; bulunduğumuz konumda, şartlarımız ne olursa olsun; “Biziz ensârullah” diyebilmek...