Partisinin Diyarbakır merkez Kayapınar ilçe Teşkilatı 2'nci Olağan Kongresine katılan HÜDA PAR Genel Başkanı Zekeriya Yapıcıoğlu, burada gündeme ilşikn önemli açıklamalarda bulundu.
Cegerxwîn Kültür Merkezi Konferans Salonunda düzenlenen kongre, Kur'an-ı Kerim tilavetiyle başladı.
Kongrede konuşan Zekeriya Yapıcıoğlu, salonda bulunanlara "Kardeşlerim, dava arkadaşlarım!" şeklinde seslenerek, "5 yıl önce yola çıktık, önce 'adalet' dedik. Adaletin yeniden tesis edilmesini birinci öncelikli hedefimiz olarak ilan ettik. İnsanımızı ideolojilere kurban olmaktan ve kula kulluktan kurtarıp hakiki manada hürriyetine kavuşturmak için yola çıktık." dedi.
Konuşmasında özellikle "adalet" vurgusu yapan Yapıcıoğlu, Arakan'daki Müslümanların yaşadığı insani dram, gündemdeki seçim barajı tartışmaları, İslam coğrafyasında Suudi merkezi yaşanan gelişmelere ilişkin açıklamalarda bulundu.
Yapıcıoğlu şöyle konuştu:
"Nedir adalet?"
Adalet herkese hakkını tastamam teslim etmektir. Adalet her şeyi yerli yerine koymaktır. Madem adalet herksin hakkına kavuşmasıdır, madem adalet herksin hak ettiğini bulmasıdır, öyleyse her şeyden önce hakkın tanımında anlaşmamız gerekir.
"Allah Teâlâ'nın isimlerinden birisi de "Hakk"tır ve O, hakkı tarif etmiştir"
Şu anda mevcut haliyle hakkın ne olduğunu günümüz insanına sorarsanız pek çoğu Batı'da yazılmış olan metinlere müracaat edecektir. Ya da kendileri gibi bir beşerin kaleminden çıkmış olan metinleri referans verecektir. Hâlbuki inandığımız, kendisine ibadet ettiğimiz ve yalnızca O'nun huzurunda eğildiğimiz Allah Teâlâ'nın isimlerinden birisi de "Hakk"tır ve O, hakkı tarif etmiştir.
O yüzden biz hakkın kaynağının Hak olduğuna inanan kişiler olarak gelin en azından ehli kıble insanlar olarak Türküyle, Kürdüyle, Arabıyla, Farsıyla, Lazıyla, Çerkeziyle, Berberisiyle, Peştunuyla şu hakkın tanımında bir anlaşalım. Madem Cenab-ı Hakk'ın huzurunda el bağlayıp O'na yönelip O'na secde ediyoruz, o zaman O'nun getirdiği hak tarifine göre hareket edelim. O zaman onun bizim için çizmiş olduğu kardeşlik sınırlarını değiştirmeyelim.
"Kardeşliği laftan ibaret bir kardeşlik olarak görmeyelim"
Kardeşliğin ölçüsü aynı kıbleye yöneliyor olmamız olsun. Kardeşliğin ölçüsü inanç esaslarında aynı safta yer alıyor olmamız olsun. Bütün müminleri kardeşimiz olarak bilelim ve bu kardeşliği laftan ibaret bir kardeşlik olarak görmeyelim. Bu kardeşliğin bir hukukunun olduğunu bilelim ve bu kardeşlik hukukun gereğini yerine getirmeye çalışalım. Eğer bunu yapmazsak eğer kardeşliğin ölçüsünü konuştuğumuz dil veya yaşadığımız coğrafya, tabi olduğumuz mezhep ya da kayıtlı olduğumuz parti, tabi olduğumuz mürşit ya da her neyse bunlardan birisini kardeşlik ölçüsü olarak kabul edersek emin olun kaybeden bir bütün olarak İslam ümmeti olacaktır, Müslümanlar olacaktır. O yüzden diyoruz hakkın ölçüsü gibi gelin kardeşlik ölçüsünü de Rabbimizden dinleyelim ve kardeşliğin gereğini yerine getirelim.
"Cumhurbaşkanına şunu hatırlatıyorum!"
İki gün önce Sayın Cumhurbaşkanı külliyede yapılan bir törende bir konuşma yaptı. O konuşmasında basına yansıdığı kadarıyla aynen şu cümleleri kullandı. Dedi ki Sayın Cumhurbaşkanı; 'terör bahanesiyle insanlarımızın ötekileştirilmesine, zihnimize pranga vurulmasına kesinlikle müsaade etmeyeceğiz. Küresel ölçekte hak, özgürlük ve adalet mücadelemizi sabırla sürdüreceğiz.'
Biz de 'aferin' diyoruz, 'bravo' diyoruz. 'Aynen böyle olun' diyoruz ve Sayın Cumhurbaşkanına buradan şunu hatırlatıyorum. Pınarhisar Cezaevine giden süreç Siirt'te başlamıştı. Siirt'te okunan bir şiirden sonra Diyarbakır 3 No'lu Devlet Güvenlik Mahkemesi'nde halkı din, dil, sınıf, ırk farklılığı gözeterek kin ve düşmanlığa tahrik etmekten dolayı mahkûm olmuştu. 28 Şubat yargısı tarafından 'birleştirici' ifadeler içeren bir şiir okudu diye Sayın Cumhurbaşkanı hapis cezasına mahkûm edilmişti. Ve biz Cumhurbaşkanına buradan hatırlatıyoruz. Sizi yargılayıp 'toplumu bölüştürmek, kin ve düşmanlığa tahrik etmek'ten suçlu bulan zevat aynı duruşma salonunda binlerce başka insanı da farklı sürelerdeki hapis cezalılarıyla mahkûm ettiler. Ve emin olun ki Siirt'te şiir okurken suç işlemek kastınız olmadığı gibi, Siirt'te okuduğunuz şiirde hiçbir suç unsuru bulunmadığı gibi aynı duruşma salonunda müebbet hapis cezalarına mahkûm olanların da bir suçu yoktu, suç işleme gibi bir kasıtları yoktu. Buna rağmen, o gün o kürsülerde hâkim cübbesi ile despotluk yapanlar karşılarındaki kişilerin toplumu ifsat edenlere engel olmaya çalıştıklarını çok iyi bildikleri halde çok ağır cezalar verdiler.
"Mahkûmların yakınları tam 13 aydır bu yanlışın düzelmesini bekliyorlar"
Muhtemelen siz de bunun farkındasınız ki bundan tam 13 ay önce, 12 Ekim 2016 günü Konya'da dediniz ki 'maalesef 5 yıl 10 yıl 15 yıldır cezaevlerinde çürümeye terk edilmiş vatandaşlarımız var. Bu 15 Temmuz darbesinden sonra bunların ne yapmaya çalıştıkları anlaşıldı, şer gibi görünen şeylerde hayır var. İşte bu 15 Temmuz Darbesi bize yapılan bu yanlışlıkları düzelteme fırsat vermiştir' dediniz. O mahkûmların yakınları sizin o sözünüzden sonra tam 13 aydır bu yanlışın düzelmesini bekliyorlar. Daha ne kadar bekleyecekler onu bilmiyoruz. Evet, siz dediniz 'hak ve özgürlük mücadelemize sabırla devam edeceğiz' buradaki kardeşlerimiz de hak ve özgürlük mücadelesi verirken zulme uğramış o azizlerin yollarını sabırla bekliyorlar.
"Adalet dağıtmakla görevlendirilmiş olanların yaptıkları zulümleri kamuoyu çok yoğun şekilde tartışıyor"
Aziz kardeşlerim! 5 yıl önce yola çıktığımızda önce adalet dedik, duruşma salonlarında 'Adalet Mülkün Temelidir' yazısının altında sözüm ona adalet dağıtmakla görevlendirilmiş olanların nasıl zulümler yaptıklarını son 1-2 yıldır çok yoğun şekilde kamuoyu tartışıyor. Bu yargının mağdur ettiği insanların bir kısmı için yine omuzu kalabalık olan rütbesi yüksek olan sosyal mevkii diğerlerine göre daha yukarda olan ya da hükümete yakın siyasi cenahta tanıdıkları olan veyahut basın tarafından derdi sıkça gündeme getirilen bazı kesimler uğramış oldukları bu haksızlıktan kurtuldular. Diğerleri kadar sesleri basın tarafından duyurulmayan ya da banka hesapları o kadar kabarık olmayan binlerce insan halen cezaevlerinde kalmaya devam ediyor.
"Gayrı resmi hükümet ortağınız baraj korkusu yaşamaya başladıktan sonra mı...?"
Bu adliyelerdeki adaletin görüntüsü. Peki, memleketin diğer meselelerinde adalet ne durumda? Mesela şu son günlerde bir seçim barajı meselesi konuşuluyor. Sayın Başbakan dedi ki; daha önce yönetimde istikrar olsun diye bu yüzde 10'luk baraj getirilmişti, temsilde adalet ilkesi de gözetilerek bununla ilgili yeni düzenlemeler yapılabilir. Ne oldu da yeni yeni bu barajın bir sorun olduğunu düşünmeye başladınız? Sizin gayrı resmi hükümet ortağınız baraj korkusu yaşamaya başladıktan sonra mı? Böyle mi olmalıydı, şimdi kendi adaletinize kimi inandıracaksınız? Hâlbuki 16 Nisan referandumundan sonra, özellikle hükümet sistemi değişmesinden bu yana biz defalarca söyledik. Dedik ki; şu yüzde 10'luk seçim barajı getirilirken ve onu savunurken ileriye sürdüğünüz tek bir gerekçeniz vardı. Neydi o, yönetimde istikrar. Yani parçalı hükümetler olmasın, koalisyonlar devri geri gelmesin, tek partinin iktidarı olsun diye siz yüzde onluk seçim barajını savundunuz.
"Koalisyonlar devri böyle bir hükümet sisteminde asla gelmeyecek, öyleyse niçin hâlâ yüzde onluk seçim barajı?"
Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminde zaten cumhurbaşkanı olacak kişi eğer birinci turda olmazsa ikinci turda geçerli oyların yarısından fazlasını almak zorunda? Yani Türkçesi şu: koalisyonlar devri böyle bir hükümet sisteminde asla gelmeyecek. Öyleyse niçin hâlâ yüzde 10'luk seçim barajında ısrar edeceksiniz? Şimdi hükümet bir şey daha söylüyor diyor ki; biz seçim barajı ve seçim sistemleri ile ilgili siyasi partilere çağrıda bulunduk. Her hangi bir partiden bir talep gelmedi. Siyasi partilerden öneri gelmedi derken sadece meclisteki partileri mi kastediyorsunuz? Şu anda mecliste bulunan partiler baraj korkusu yaşamadıkları müddetçe yüzde 10'luk seçim barajının kendileri için iyi olduğunu zaten düşünüyorlar. Onlardan böyle bir teklif bekliyor olmanız da ayrı bir ucubedir.
"Mecliste bulunan her dört partiye de sesleniyoruz; sizin bu millete verdiğiniz bir sözünüz vardı"
Peki, gelir dağılımında adalet, vergi yükünün dağıtımında adalet var mı? Hak getire. Bakın şu anda mecliste bulunan dört parti 2012 yılının eylül ayında aralarında uzlaştılar. Neydi uzlaştıkları şey, asgari ücret vergi dışı kalacaktı, asgari ücretliden vergi alınmayacaktı. Daha sonraki hükümetler bunu kolay bir şekilde değiştiremesinler diye anayasa maddesi haline getireceklerdi. Asgari ücret şu anda net 1404 liradır. 4 kişilik bir ailenin açlık sınırı 1522 liradır, o da geçen ayın rakamı, bu ay yine üzerine bir şey gelmiştir. Yani sadece gıda harcamasına yetmeyen asgari ücretten devlet vergi alıyor. Biz de hükümete sesleniyoruz. Hatta muhalefete de sesleniyoruz, mecliste bulunan her dört partiye de sesleniyoruz; sizin bu millete verdiğiniz bir sözünüz vardı. 2012 yılının eylül ayında imza attınız, dediniz ki asgari ücretliden vergi alınmayacaktır. Ama bunu meclise sevk edip kanun haline getirmediniz. Şimdi soruyoruz asgari ücreti vergi dışı bırakmak için illa anayasayı değiştirmek zorunda mısınız? Karnını doyurmakta zorlanan insandan vergi almaya devam ediyorsunuz. İnşallah adaletin yılmaz savunucuları ve bu konuda mücadeleyi sonuna kadar sürdürme azminde olan hür davanın hür neferleri olarak biz milletimiz adına, yapılan bu adaletsizliklerin hesabını sormaya devam edeceğiz.
"Akan kan Müslüman kanıdır"
Peki, küresel ölçekte adaletinin durumu nasıl? Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin yapısından kaynaklı ama bundan da öte kapitalist zihniyetten dolayı dünyanın her tarafında kan akıyor. Genellikle de akan kan Müslüman kanıdır.
Hatırlarsanız bundan birkaç sene önce Süveyş Kanalı'ndan geçerek Kızıldeniz'den Hint Okyanusuna açılan gemiler Aden Körfezi'nde bazı saldırılara maruz kalıyorlardı. Uluslararası deniz gücü Aden Körfezi'ne gidip orada savaş gemileri ile nöbet tutmaya başladılar. Türkiye'den de birkaç savaş gemisi oraya gitmişti. Ne için gitmişlerdi? Uzakdoğu'dan, Çin'den, Hintten, Japonya'dan, Malezya'dan gemilerle mal getiren zenginlerin malları orada korunsun diye ya da o gemilere kimse el koymasın ve zarar vermesin diye. Şimdi birkaç yıldır Yemen'de bir abluka sürüyor. Her gün televizyonlarda görüyorsunuz. Yemen'de açlıktan gözleri dışarı çıkacak kadar büyümüş derisi kemiklerine yapışmış bebeklerin resimlerini görüyorsunuz. Dünyada hiç kimse ama hiç kimse o masumlara gıda götürecek gemilerin Yemen limanlarına yanaşmasına izin vermeyen o ablukayı kaldırmak için oraya 2 parça savaş gemisi göndermeyi düşünmüyor. Hadi kapitalist dünya Amerika düşünmüyor. Ey İslam ümmeti yöneticileri size ne oluyor? Eğer açlıktan o kadar zayıflamış olduğu için gözleri yusyuvarlak olmuş ağırlığı 2 kilonun altına düşmüş çocukların hali sizin gayretinize dokunmuyorsa, eğer bundan rahatsızlık duymuyorsanız bunun Gayretullah'a dokunacağından emin olabilirsiniz.
"Nedir sizin zaferiniz Ey zalimler!"
Belki bu yüzden başımızdan bela ve musibetler eksik olmuyor. Ölçüyü şaşırdık. Sadece hak ve kardeşlik bağı ile ilgili değil, her konuda ölçü almamız gereken şey Rabbimizin bizim için çizdiği yol değil mi? Nasıl tarif ediyor müminleri, o iman ettiğimiz kitap? Müminlere karşı şefkatli, merhametli. Mütevazı olun diyor, birbirinize şefkat ve merhamet kanatlarını gerin, birbirinize yardım edin, birbirinize kardeş olunuz, birbirinizle çekişmeyin, didişmeyin; küfre karşı, zalime karşı izzetli olun, dik durun, gerekirse savaşmaktan da korkmayın demiyor mu? Biz ne yapıyoruz? Ümmet olarak ne yapıyoruz? Amerikan başkanı Trump seçim kampanyasında İslam'a ve Müslümanlara her türlü hakareti yapıyor, İslam eşittir terör; Müslüman eşittir terörist demeye getiriyor. Başkan seçilir seçilmez pek çok İslam ülkesi vatandaşına hangi dine inandığına bakmaksızın vize yasağı getiriyor. Sonra geliyor Suudi Arabistan'ı ziyaret ederken billboardlarda Suud Kralı ile Trump resimleri yan yana, 'birlikte zafere ulaşacağız' yazıyor. Nedir sizin zaferiniz Ey zalimler! Zaferiniz çocukları açlıktan öldürmek mi? Bitap düşmüş ümmeti biraz daha parçalamak mı? Zaferiniz ümmetin kaynaklarını Amerikan vampirine daha fazla akıtmak mıdır? Sadece Yemen mi? Şam'da ve Halep'te aynı şeyler yaşanmıyor mu? Orada da Esed rejimi en son Doğu Guta da benzer zulümleri yaşatmıyor mu?
"Bizimle aynı kıbleye yönelen insan zulmettiğinde onun elinden tutup zulmüne engel olmak vazifemiz değil midir?"
Sayın Cumhurbaşkanı haklı olarak söylüyor. Arakan'da da kardeşlerimiz zulüm altında, onlar için bir şey yapamıyoruz. Bu iş parmak ucuyla mı tutulacak. Hayır, bu iş böyle olmamalı. Ama sadece Arakan'da Budistler zulmediyor diye celallenip başka bir yerde bizimle aynı kıbleye yönelen insanların zulmetmelerine sessiz mi kalacağız? Hâlbuki bizim yapmamız gereken, bizden beklenen, bize emredilen zalim de olsa mazlum da olsa kardeşlerimize yardım etmek değil mi? Bizimle aynı kıbleye yönelen insan zulmettiğinde onun elinden tutup zulmüne engel olmak vazifemiz değil midir? Niçin sadece seyirci kalıyoruz? Herkes şunu çok iyi anlasın ki zalime, zulmüne engel olmak suretiyle yardımcı olmak mazlumu zulmün altından kaçırmaktan çok daha iyidir.
"Ben de Müslümanlardanım diyen biri zulmettiğinde oturup seyredeceğiz, öyle mi?"
Şimdi diyelim ki Arakan'da o zalimlerden, o Budist teröristlerden kaçan kardeşlerimize gittik. Onlara kamyonlar, gemiler dolusu gıda maddesi götürdük. Gittik orada onlara ev de yaptık. O zulmün onların üzerinde yapmış olduğu tahribatların bir kısmını tamir ettik. O zalimlere engel olunmadan bu zulüm bitmiş olacak mı? Onlar, orada kalanlara zulmetmeye devam edecekler. Ve oradan kaçmak zorunda kalan mazlumlara her gün yenileri eklenecek. Ama eğer siz zalimi durdurursanız, eğer siz zalimin ıslah olma durumu varsa onun elinden tutup engel olursanız, eğer öyle bir umudu yoksa onun elini kırarsanız ya da kolunu kökünden koparırsanız ya da boynunu koparırsanız o zaman zulmün kökünü kurutmuş olursunuz.
Budist yapınca bağırıp çağıracağız, Siyonist yapınca sokaklara döküleceğiz, Orta Afrika'da Hristiyan çeteler yapınca ağlayıp sızlayacağız, itiraz edeceğiz, mitingler düzenleyeceğiz. Ben de Müslümanlardanım diyen birisi zulmettiğinde sadece oturup seyredeceğiz, öyle mi?
Ya da müminler birbirine düştüklerinde iki mü'min taife birbirine silah çektiğinde, acaba bunlardan hangisinin safında yer alırsam daha karlı çıkarım, bunun hesabını yapacağız, öyle mi?
Böyle davranmaya devam edersek, biz birbirimize merhamet etmezsek Allah-u Teâlâ'dan rahmet ve merhamet nazarıyla bize bakmasını nasıl bekleyebiliriz.
"Davamız bize babamız Âdem'den mirastır"
Kardeşlerim! İnşallah zulmün bitişini yakında Rabbim dünya gözüyle görmeyi hepimize nasip etsin. Bu zulmün sona ermesi için, bu zulmün devam etmemesi için, bunun farkında olan ama aynı zamanda bunun reçetesini de bunun çözüm yolunu da bilen insanlara şiddetle ihtiyaç vardır. Şu anda bu ihtiyacı, bazıları fark etmiyor olabilir. Birileri henüz bu işin şuurunda olmayabilir. Birileri daha dünyadaki bu çekişmeyi, doğu bloku-batı bloku, Rusya-Amerika çekişmesi ya da petrol kavgası, menfaat çekişmesi diye isimlendirebilir. Birileri halen bu şekilde, şu anda dünyaya yön veren, dünyaya hükmeden, onların maddi kaynaklarını sömüren zalim güçlerin yerini almak veya onlara ortak olmak için güçlenmek istiyor olabilir, bunu çözüm olarak görebilir. Ama biz diyoruz ki babamız Âdem'den bu yana henüz onun çocukları arasında başlayan bir hak ve batıl mücadelesi vardır. Zulmedenler, zulmün askeri olanlar ve adalet için savaşanlar, mücadele edenler vardır. O yüzden diyoruz; davamız, bize babamız Âdem'den mirastır. Biz o davanın mirasçıları, adalet davasının mücadelesini verenler olarak, hür neferler olarak inşallah gayretimizi artıracağız, buna mecburuz.
Eğer yapmazsak eğer bu haksızlıkları, yanlışları gördüğümüz halde düzeltmezsek emin olun Ruz-i Mahşerde, o hiçbir torpilin olmadığı, hiçbir yalancı şahidin olmadığı, yargılamayı yapacak olan Hâkim'in bizatihi her şeye şahid olduğu o mahkemede bizim ellerimiz, ayaklarımız, bizim aleyhimize şahitlik edecektir.
"Allah'ın rahmetinden ümit kesmemiz men edilmiştir"
Durumun farkındayız. Durumun vahametinin farkındayız. Yükümüzün ağırlığının farkındayız. Ama şunu da biliyoruz ki ümitsizlik bize haram kılınmıştır. Ümitsizlik, müminin içine düşmemesi gereken bir durumdur. Allah'ın rahmetinden ümit kesmemiz men edilmiştir. Biz ümitvar olacağız.
Biz ilhamımızı Kitap'tan alıyoruz. Çünkü biz Rabbimizin huzurunda hesap vereceğimiz bilinciyle yaşıyoruz. Çünkü biz bizim veya akrabalarımızın ya da aşiretimizin yahut kavmimizin menfaati için değil, biz umumun menfaati olan adalet için mücadele ediyoruz. Çünkü biz zalime meyletmenin bile ateşe düşmek anlamında olduğunun bilincindeyiz.
"Bizim nazarımızda kâr ve zararın ölçüsü bellidir"
Bu nedenle, biz herhangi bir mesele ile ilgili bir şey söylerken kılı kırk yarıyoruz, emin olabilirsiniz. Siyaseten de bize ne getirecek, biz zarar mı edeceğiz, kar mı edeceğiz, onun hesabında da değiliz. Bizim nazarımızda kar ve zararın ölçüsü bellidir. Biz Rabbimizin huzuruna ak bir yüzle çıkmak istiyoruz. Biz hiç kimsenin zulmünün yüküne, günah yüküne ortak olmadan son nefesimizi vermek, bu dünyada kulların bizim hakkımızda iyi şeyler söylemesini ve Rabbimizin bizden razı olmasını diliyoruz. Bu nedenle biz kendimizden eminiz. Bu, şu demek değildir: biz yanılmaz, asla hata yapmaz, hiç yanlış söylemez, dili sürçmez, ayağı kaymaz insanlarız. Bizim ismet sıfatımız yoktur. Ama birileri bile bile doğruluktan sapıyor, biz onu yapmıyoruz.
"Nasıl İslam ordusu ki o orduyu kuranlar Siyonist işgale karşı izzetlice direnenleri terörist ilan ediyorlar"
Arabistan'da birçok İslam ülkesinin ordularından askerlerin katıldığı ortak bir tatbikat yapıldı, hatırlıyor musunuz? Ne demişlerdi, İslam ordusu, İslam-Arap ordusu, İslam-Arap NATO'su, ortak savunma gücü. Marşlar yapılmıştı üzerine, tekbirlerle karşılanmıştı, İslam ordusu kuruluyor diye. Biz de o zaman demişti ki 'keşke bu kurulan ordu İslam ordusu olsa. Keşke öyle olsa. Fakat bu İslam ordusu dediğiniz şey aldığı silahları kendisine benzemeyen veya kendisine boyun eğmeyen Müslümanlara yönlendirecek, bu füzeleri, namluları onlara çevirecek. Bu yüz milyarlarca dolar silah Müslümanlara karşı kullanmak üzere alınıyor. Nerede İslam ordusu, nasıl İslam ordusu ki o orduyu kuranlar Siyonist işgale karşı izzetlice direnenleri terörist ilan ediyorlar. İhvan'a, Hamas'a, hatta Karadavi gibi bir Pir-i faniye, bir âlime terörist deme cüretini gösteriyorlar. Öyle İslam ordusu mu olur. Bunu diyenler ümmetin saygı duyduğu insanları, ümmet adına Siyonizm'e karşı direnenleri veya onların kuklası Sisi cuntası tarafından zulme maruz bırakılanları terörist diye isimlendirenler Ümmetin nazarında ve indallahda mesuldürler. Onlar kendi meşrutiyetlerinin altını oyuyorlar ve bu çok yakın bir zamanda görülecek' dediğimizde bazıları bize diyordu ki şu kadar İslam ülkesi bir araya gelmiş kaç yüz bin asker beraber omuz omuza geçit yapıyor tatbikat yapıyorlar. Bu sizin hoşunuza gitmedi mi?
"Başarı istikamet üzere kalabilmektir"
Bu misalleri niye verdim? Kendinize haksızlık etmeyin, kardeşlerinize de güvenin. Allah'ın izniyle hak bildiğimiz yoldan bir an bile geri durmayacağız. Bilerek ve isteyerek o istikametten bir milim bile sapmayacağız. Yola çıktığımız günden beri söylüyoruz. Başarı istikamet üzere kalabilmektir. Başarı şu veya bu kadar insanın desteğini arkasına alabilmek değildir. Bizim istinat noktamız haktır, kuru kalabalıklar değildir; onların istinat noktası yaptığı gibi kuvvet silah ya da menfaat değildir. Öyleyse safları sıklaştırmak zamanı, öyleyse cehd ve gayreti artırma zamanı.
"Biz mutedil çizgi üzerinde yolculuğumuza, mücadelemize devam edeceğiz"
Falanca meselede kendilerine yol gösterdiğimiz için bize Eset'çi damgası yapıştıranlar, filanca meselede yanlış yapıyorsunuz diye uyardığımızda bize Barzanicisiniz diyenler, filanca meselede yine kendilerine doğru olanı istikameti gösterdiğimiz de yok siz Tayyipçisiniz diyenler. Ya da ne bileyim birbirine taban tabana tamamen zıt etiketleri bize yapıştıranlar, bizim daha önce söylediğimiz cümleleri kendi mallarıymış gibi telaffuz etmeye başladılar. Bu iyi bir şeydir, biz bundan şikâyet etmiyoruz. Biz mutedil çizgi üzerinde İnşallah bu yolculuğumuza, mücadelemize devam edeceğiz. (Emrah Deniz, Abdurrahman Tetik - İLKHA)