Bu, gayet değerli bir meseleyle açığa çıkmaktadır ki o da, isyan etmemiş itaatkar bir kulun, günah işledikten sonra samimi bir kalple Allah'a tevbe eden birinden üstün olup olmadığıdır. Bu konuda ihtilaf edilmiştir.

Bir gurup, günah işlememiş olanı işlemiş olup tevbe edenden üstün görmektedir. Bunlar, değişik delillere dayanmışlardır:

İlki: Mahlukatın en kemale ermiş olanı ve üstünü, Allah'a en fazla itaat edenidir. Dolayısıyla, isyan etmemiş kişi, daha itaatkardır ve diğerine göre üstün olur.

İkincisi: Masiyet sahibi günah işlerken, itaatkar olan kişi, onu geçerek daha yukarı derecelere ulaşır ve onun makamı diğerinden üstte olur. Sonuçta, günah işleyen kişi, tevbe ettikten sonra bu itaatkara yetişmeye koyulur. Ona yetişmesi ise çok zor görünmektedir. Bu ikisinin durumu, kazanç sahibi iki kişinin durumuna benzer ki bunlardan biri her seferinde diğerinin iki mislini kazanmaktadır. Az kazanan, diğerinin kazancına göz koyar ve elindekini yitirerek sürekli kazancından da olur. Diğeri ise kazancında daha ileri gider. Az kazanan bir müddet sonra öbürüyle rekabete girdiğinde görür ki, o bu süre zarfında çok fazla kazanmıştır. O da ancak arkadaşının kazandığının benzerini kazanmaktadır. Bu ikisi nasıl eşit olabilir ki?

Üçüncüsü: Tevbenin gayesi, günahkarın seyyiat(günah)`ının silinmesi ve onları hiç işlememiş gibi olmasıdır. Günah işleme esnasındaki çabası ne lehine ne de aleyhinedir. Onun bu kazancı, sürekli kar eden birinin kazancına nereden ulaşacaktır?

Dördüncüsü: Yüce Allah, kendisine isyan edilmesine ve emirlerine aykırı davranılmasına kızar. Günahkar kimse, günahlarıyla vakit geçirdiği esnada Allah'ın kızgınlığına hedef olurken, itaatkar kul, o'nun hoşnutluğuna mazhar olmaktadır. Allah, devamlı olarak kendisinden hoşnuttur. Kuşkusuz böyle biri, Allah'ın önce razı olduğu, sonra kızdığı, bilahere yine hoşnut olduğu birinden daha hayırlıdır. Yine sürekli hoşnutluk, ara sıra ihlal edilen hoşnutluktan daha makbuldür.

Beşincisi: Günah, zehir içmek mesabesindedir. Tevbe ise onun panzehiri ve ilacıdır, îtaat ise, sağlık ve afiyettir. Sürekli olan bir sağlık ve afiyet durumudur. Bu ise, bazı zamanlarda bozulan bir sağlıktan daha hayırlıdır. Zira, bu bozulma durumları ebedi hastalığa veya ölüme yol açabilir.

Altıncısı: İsyankar kimse, büyük bir tehlike içerisindedir. O, şu üç şey arasında dönüp durmaktadır: Zehir içmek suretiyle ölüm ve helak; güç ve kuvvet bakımından eksiklik; gücünün eski haline veya daha yüksek bir hale dönme ihtimalinin uzaklığı.

Bu üç durumdan ilk ikisi çoğunlukla görülür. Üçüncüsü ise hayli nadirdir. İsyankar kişi, zehir`in zararını gayet iyi bilmekte ve sıhhat ummaktadır. Oysa onu hiç içmemiş birinin durumu böyle değildir.

Yedincisi: İtaatkar kimse, itaat bahçesinin etrafına sağlam bir duvar örmüştür. Düşmanlarının bu duvarı aşıp ona yol bulmaları hayli zordur. Bu bahçenin, meyvaları, yeşillikleri ve görkemi giderek ve sürekli artmaktadır. Asi kimse ise kendi bahçesindeki duvarda bir delik açmış ve hırsızlarla düşmanlarına imkan sağlamıştır. Onlar da bu delikten içeri dalıp, bahçenin sağını solunu talan edip dalları kırmış, duvarları yıkmışlardır. Meyveleri koparmış, bahçeyi yakmış, suyunu kesmişlerdir. Bu bahçe, eski haline ne zaman dönebilecektir? 

Sahibi, onu derleyip toparlayacak, bozulanları ıslah ederek, su yollarını açarak, tahrip olan yerleri tamir edecektir. Bu bahçe, belki eski haline dönecek, belki eskisinden daha az görkemli olacak belki de daha iyi olacaktır. Ama o, asla arkadaşının bahçesinin görkemine kavuşamayacaktır. Zira onun bahçesi, sürekli gelişmekte, meyveleri artmakta, ağaç sayısı fazlalaşmaktadır.

Sekizincisi: Düşmanın bu asi kimseyi elde etme umudu, onun bilgisinin zayıflığına, iradesindeki zaafına dayanmaktadır. Bu nedenden dolayıdır ki o, cahil olarak adlandırılmaktadır. 

Katade der ki: 

" Allah Rasulü'nün ashabı kendisiyle Allah'a isyan edilen her şeyin cehalet olduğu hususunda icma etmiştir". Yüce Allah da Adem (a.s) hakkında şöyle buyurmaktadır: 

"Biz onda bir azim bulamadık." (Taha, 115) 

Başkası hakkında ise şöyle buyuruyor: 

"O halde, azim sahibi peygamberlerin azmettikleri gibi sen de azmet..." (Ahkaf, 35)

Azimeti güçlü olana ve ilmi kemale erene ve imanı güç bulana gelince, düşmanı ondan bir şey umamaz. Öyleyse o, daha üstündür.

Dokuzuncusu: Masiyetin kötü bir iz bırakması mutlaktır. Bu ya külli helak olur veya kaybediş ve ceza olur. Bunu ise af ve cennete giriş izler. Veya derecesi eksilir, ya da iman lambası söner. Tevbe eden kimse, bu izleri ve inkarı silmeye çalışır. İtaatkar kimse ise daha fazlası ve derecesinin yükselmesi için çalışır.

İşte bu yüzdendir ki, gece namazı sadece Allah Rasulüne has bir nafile olarak konmuştur. O, bununla derecesini yükseltmeye çalışır. Diğerleri ise günahlarını affettirmeye çalışmaktadır. Onlar hiç bir tutulabilirler mi?

Onuncusu: Allah'a itaatla yönelen bütün amelleriyle O'na doğru yürür. İbadetleri ve amelleri arttıkça, kazancı da artar ve büyür. O, tıpkı sefere çıkıp da sermayesinin on mislini kazanan kimse gibidir. İkinci defa yine aynı sermayesiyle sefere çıkar da yine kazanır. Üçüncü defasında ise bütün malıyla sefere çıkar yine kazanır. İşte onun kârı, böyle artar. Sonunda bir defa dahi olsun yola çıkmasa, daha önceki kazandıklarının tümünü, hatta fazlasını kaybetmiş olur. Bu, Cüneyd'in şu sözünün manasına tekabül eder: 

"Sadık bir kul Allah'a bin yıl yönelse de, bir an O'ndan yüz çevirse, kaybettiği kazandığından daha fazla olur." 

Bu, gerçekten doğrudur. O, bu yüz çevirmesi esnasında tüm kazandıklarını yitirir ki, bu kazancı daha öncekinden daha fazla olacaktır. Bir anlık yüz çevirip ihmal edenin durumu bu olursa, isyan edip günah işleyenin durumu ne olmaz ki? Bu kadarı bu görüş için yeterlidir.