Tevbenin hükümleri hakkında bahsi geçen konulardan biri de şudur:
Herhangi bir günaha dalmış ve bundan dolayı tevbe ye azmetmiş ancak, içinde bulunduğu durumdan dolayı tevbe etmesi için bu günahın bir bölümünü işlemesi gereken kimsenin durumu. Örnek olarak, kendisi için haram olan bir hanımla temas eden, sonra tevbeye azmeden kimsenin bunu yapabilmesi için uzvunu geri çekmesi gerekir ki bu da ilişkinin bir bölümüdür. Aynı şekilde, gasbedilmiş bir toprağa sahiplenip tevbeye azmeden bir kimsenin bu topraktan çıkması için onun üzerinde yürümesi, bir nevi tasarrufta bulunması gerekir. Haramdan, haram yoluyla tevbe edilmesi nasıl gerçekleşir ve bu hangi şekilde akılla bağdaştırılır?
Birçokları bu hususta şüpheye düşmüştür. Hatta bazıları böyle bir durumda olan kimsede, haramdan kurtulması için şer'i teklifin kaldırıldığını söylemiştir.
Bu kişi derki:
"Kişinin haram olan bir fiille yükümlü olması mümkün değildir. Böyle birinin hakkında, haramdan kurtulması için bir yol konur ki, onsuz bu haramdan kurtulamaz. Böyle bir fiil içinse herhangi bir hüküm yoktur. Ve bu, teklif kapsamına girmeyen affedilmiş bir fiil mesabesindedir.
Başka bir gurup ise şu görüşe sahip çıkmıştır. Bu, vacip olan bir haramdır ve iki yönlüdür. Bunlardan biriyle emrolunmakta diğerleriyle nehyolunmaktadır. Emrolunması; haramdan kurtulması için bu yolun tayin edilmesindendir. Söz konusu fiil bu açıdan bakıldığında vaciptir. Diğer yönden ise bir haramı işlediğinden dolayı nehyolunmaktadır. Buradan bakıldığında ise söz konusu fiil, haram olmaktadır. Neticede bundan dolayı böyle biri, hem sevabı hem de cezayı haketmektedir.
Bunlar derler ki:
Şeriatte herhangi bir fiilin iki veçheye sahip olmasına engel yoktur. Mubah vasıtasıyla haramdan uzaklaşmak böyledir. Mubahın kendisine baktığımızda haramın terkinden kat-ı nazar ederek onun mübahlığına hükmederiz. Haramı terkettirici olarak ele aldığımızda ise vacip hale gelir.
Yine şöyle derler:
Gaspedilmiş evde kılınan namaz da böyledir. Bir yandan haram, diğer yandan ise vaciptir.
Aynı şekilde avret mahallini ipek kumaşla örtmek de buna benzer. İki farklı yönden hem haram hem de vaciptir. Doğrusu; gerek temas halinde kadından ayrılma, gerekse gaspedilmiş topraktan çıkma, haram ile tahakkuk eden bir tevbe değildir. Zira o, emredilen bir husustur. Haramın emredilmesi ise muhaldir. Tenasül uzvunun çıkarılması eğer lezzet kasdıyla yapılmışsa bu mutlak olarak haramdır. Fakat bu işlem, haramı terketmek ve günahının lezzetine son vermek için yapılmışsa bu takdirde bu işlemin haram olduğuna dair ne naslarda ne icmada ne de hükmün illetinde asıl ile fer'in birleştiği sahih kıyaslarda herhangi bir delil yoktur.
Bu olayın, Allah'ın hükmün dışında olması imkansızdır. Ve O'nun bu konudaki emri, kat'i olarak çıkarma emridir. Aksi takdirde onun kadının organında kalması mubah olurdu ki bu tamamen muhaldir. Aynı şekilde gaspedilmiş topraktan çıkmak da emrolunan bir fiildir. Başkasının toprağı üzerindeki hareket ve tasarrufun haram olması için intifa, yani yararlanma şarttır. Ve bu tasarrufun gerçek malike zarar vermesi gerekir. Oysa, maksad intifa durumuna son vermek ve malike zarar verme halini izale etmek olunca, ne Allah, ne de Rasulü (s.a.v) bunu haram görmemiştir. Bunun haramlığına dair hiçbir sağlıklı kıyas delili de yoktur.
Toprak üzerinde yürümeyi, gasbın devamına, uzvun çıkarılmasını fercde bekletmeye kıyas edenlerin bu kıyaslan kuşkusuz en bozuk ve batıllıkları en açık kıyaslardır. Tek bir fiilin iki yönünün bulunabileceğini biz de inkar etmiyoruz. Ama nehyedilen ve emredilen tahakkuk ettiğinde, fiilin iki yönünün dikkate alınması mümkün olabilir. Sari, avret mahallinin örtülmesini emretmiş, ipek elbiseyi ise nehyetmiştir. Burada avret mahallini ipekle örten kişi, iki hususu irtikap etmiş olur ve fiili iki yönlü olur.
Tartışmanın vuku bulduğu noktaya gelince bu; yukarıdaki çıkarma eyleminde veya gaspedilmiş topraktan çıkma hususunda sariden kati bir nehyin tahakkuk etmemiş olmasıdır. Bununla ilgili ne bir nas, ne de akli bir delil vardır. Ancak söz konusu ferdi, başka ferde bakarak değerlendirme mevzubahistir. Bu ikisi arasında ise şiddetli bir ihtilaf, duygu, akıl, fıtrat ve şeriat bakımından büyük bir fark vardır.
Bu ferdin affedilmesine gelince, eğer bununla onun söz konusu fiilden dolayı bağışlanmış olduğu murat ediliyorsa bu sahih olur. Yok, eğer, bu hususta Allah'ın bir hükmü bulunmadığı ve kişinin öyle bir durumda bir hayvan yahut, uykulu, unutan veya deli birinin yaptığı fiili mesabesinde olduğu murad edilirse bu batıldır. Zira burada bahsi geçenler, şer'i tekliflere muhatap değildirler. Oysa üstte sözü edilen kimse, uzvunu çıkarmakla veya topraktan çıkmakla mükelleftir. Aralarındaki fark böylece açığa çıkmış oldu. Allah, en iyi bilendir.
Şöyle denebilir: Gerek çıkarma gerekse topraktan çıkışı terketmede herhangi bir kötülük söz konusu olmadığında böyle olur, peki ya bu bir kötülük ihtiva ettiğinde ne yaparsınız? Örneğin üzerinde durmadaki kötülük gibi ki, tamamı yaralılardan oluşan bir topluluğun ortasında bunları saymaya çalışan bir adamın durumu böyledir. O kendini bunlardan birinin üzerine attığında onun üzerinde belli bir müddet kalırsa, ağırlığıyla onu öldürür. Eğer onu bıraksa, çaresiz ona benzer başka birinin üzerine düşecek ve ağırlığıyla onu da öldürecektir. Eğer bu durumdaki biri tevbeye azmederse onun tevbesi nasıl olur?
Buna şöyle cevap verilebilir:
Böyle birinin tevbesi, iki kötülükten hafifini tercih etmekle gerçekleşir. Yani belli bir günahda durmaktan veya ondan başkasına intikal etmekten, eğer bu ikisinin kötülükleri her yönden eşit olursa, o zaman da kendi gücünün yettiği tevbeyle emrolunur ki, o da pişmanlık ve aynı günaha tekrar dönmemeye dair güçlü bir azimdir. Vazgeçmeye gelince burada başka bir kötülüğü işlemeksizin mümkün olmayabilir.
Denirki:
Bu olay hakkında Allah'ın hükmü yoktur. Zira beş hükümden herhangi birinin burada sübutu imkansızdır. Nitekim, kişinin yaralının üzerinde durması, onun ölümü kötülüğünü içermektedir, dolayısıyla bununla emrolunmamaktadır. Bunun için izinli de olmaz. Yine o yaralıdan başka bir yaralıya geçmek de bu ikinciyi öldürme kötülüğünü ihtiva etmektedir ki, kişi bununla da emrolunamaz ve kendisine böyle bir izin verilemez. Dolayısıyla böyle bir olay hakkında hüküm verilmeyeceği gibi tevbe edilmesi de düşünülmez.
Doğrusu şudur ki, burada tevbe vardır. Zira, hakkında Allah'ın herhangi hükmünün bulunmadığı hiç bir olay yoktur. İlmi, O'nun ilminden cehaleti ise kulun kendi cehaletindendir.
Denilebilir ki; Allah'ın bu olay hakkındaki hükmü bir şeye itilenin hükmü gibidir. Kuşkusuz o kimse kaderinde söz konusu iki-kişiden birini öldürmeye itilmiştir ve çaresizdir. Böyle birinin bizatihi kendisine izafe edilecek bir fiil işlemesi beklenemez. Zira o bir alet gibidir. Yukarıdaki kimsenin durumu bu şekilde ele alınınca, hüküm şu olur:
Bir şeye itilmiş birinin kendine ait olacak bir fiili olmadığında ihtiyarı da olamaz ve iki şahısdan birini bırakıp diğerine dönemez. Bilakis hareket ve seçimden vazgeçerek, yaralılardan üzerinde bulunduğu kimsenin teslimiyeti gibi oda teslim olur. Zira böyle bir durumda kendisine izin verilen hareketi yapma kudreti yoktur. Böyle birinin hükmü, hareket ve ihtiyar imkanının yok olması, kendisini o hastanın üzerine atılmış olarak görmesi hükmüdür. Kaldı ki, kendi seçimi söz konusu olmadan onun üzerine atılmış olabilir. Bu durumda, diğerini kurtarmak için yanındakinin üzerine atlamak hakkı yoktur. Kader onu, öncekinin üzerine atmıştır ve o mazurdur. İkinci birinin üzerine atladığında ise bu onun, ihtiyar ye iradesiyle vuku bulmuş olur. Bu da aynen kendini bilerek atması, sonra tevbe ederek pişman olması gibidir. Biz ona, kendisini diğerinin üzerine atarak bir günahtan başka bir günahla kurtulmasını emretmiyoruz.
Böyle birinin tevbesinde, kötülükten vazgeçme değil, pişmanlık ve yapmama azminin varlığı tasavvur edilmelidir. Burada vazgeçme, mümkün değildir. Tıpkı kendisine haram olan bir hanımla temas edip ardından kendine hakim olan, ancak aletini çıkarması mümkün olmayan kişinin durumu gibidir. Böyle birinin tevbesi, pişmanlık ve bir daha yapmama iradesiyle, o anda duyduğu acıdır. Yukarıdaki kişinin tevbesi de böyledir.
Allah, en iyi bilendir.