İSTANBUL - Can Kasapoğlu

Geniş çaplı stratejik tatbikatların Rusya Federasyonu Silahlı Kuvvetleri için özel bir önemi var. Kimi zaman on binlerce askeri personelle icra edilen bu devasa etkinliklerin, hem harbe hazırlık seviyesini yüksek seviyede tutmak hem de Moskova`nın eski Sovyet coğrafyasında hibrit askeri müdahalelerini kolaylaştırmak gibi işlevleri var. Nitekim hem 2008 Gürcistan hem de 2014 Ukrayna operasyonları böylesi büyük tatbikatları müteakiben yapılmıştı. Rusya`nın tatbikatlarında kategorik olarak iki temel hareket tarzı benimsediği söylenebilir. Bunlardan en dikkat çekeni, eski bir Sovyet konsepti olan ‘baskın tatbikatlar`. Önceden haber verilmeden icra edilen bu faaliyetler, başkomutan olan devlet başkanından en küçük askeri birime ve hatta ilgili sivil idareye kadar, barış durumundan savaş durumuna geçiş performansını ölçmeyi hedefliyor. İkinci kategoride ise planlı tatbikatlar bulunuyor. Zapad (batı) bu tatbikatların başında geliyor. Zira bahse konu tatbikat kapsamında NATO`nun doğu kanadının hemen yanı başına, yani Rusya`nın batı askeri bölgesine çok büyük bir kuvvet konuşlandırılıyor. Öncelikle Zapad tatbikatının askeri coğrafyasına bakmakta yarar var. Tatbikat, Rusya Federasyonu`nun batı askeri bölgesinde, yani Polonya ve Baltık ülkeleri (Estonya, Letonya, Litvanya) sınırında, Rusya toprağı olan Kaliningrad Oblastı`nda ve Belarus`ta gerçekleşiyor olacak. Sayılan tüm bu coğrafyada, 14-20 Eylül tarihleri arasında, Baltık ülkelerinin tamamının silahlı kuvvetleri toplamından ve NATO`nun bu ülkelerde konuşlandırdığı birliklerden daha fazla sayıda Rus askeri faaliyet gösterecek.

Bundan dört yıl önce düzenlenen Zapad kapsamında, Rus genelkurmayının iki husus üzerinde durduğu görülmüştü. Bunlardan ilki sivil-asker işbirliğini de kapsayan stratejik seferberlik kapasitesi: Yani Rusya`nın geniş coğrafyasından çeşitli birliklerin harekat alanına hızla intikal ettirilmesi. Örneğin Zapad 2013`ün intikal safhasında, ticari havayollarından dahi faydalanılmıştı. Böyle bir hareket tarzı Sovyet döneminde kolay olmakla birlikte, mevcut ekonomik sistemde aşılması gereken zorluklarla nasıl başa çıkılacağı, uzmanların cevap aradığı bir soru. Bazı açık kaynaklı analizler, Zapad 2013 sırasında Rusya Federasyonu Silahlı Kuvvetleri`nin caydırıcı muharip yetenekleri kadar, büyük birliklere lojistik destek sağlanması çerçevesinde yakıt ikmalinde aksamalar gözlemlendiğini de not ediyorlar. Eğer bu tespit doğruysa, Moskova açısından kritik önem arz ettiği söylenebilir. Zira harp durumunda, lojistik ve bilhassa yakıt ikmalinde yaşanabilecek en küçük aksama, Rusların daha birkaç yıl önce yeniden aktive ettiği 1. Muhafız Tank Ordusu için ciddi bir sorun olacaktır. Bu noktada birçok uzman, Rusya`nın özel akaryakıt şirketlerinin askeri bir tatbikatı –ya da harekatı– desteklemek hususunda gereken tecrübenin uzağında olduğunu düşünüyor. Dolayısıyla Zapad 2017, Rus sivil-asker işbirliğini ve stratejik seferberlik kapasitesini gözlemlemek ve 2013 tatbikatıyla kıyaslamak için önemli bir fırsat sunacak.

RUS TATBİKATLARINDA ŞEFFAFLIK VE BİLDİRİMLER

Rusya Federasyonu`nun tatbikatlarıyla ilgili olarak NATO ve Avrupa`nın güvenliği açısından kaygı verici husus, bahse konu askeri faaliyetlerin birçok yönüyle şeffaflıktan uzak olmaları. Bu bağlamda Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı`na (AGİT) yapılan bildirimler, özellikle Zapad 2009 ve Zapad 2013 için epey problemli olmuştu. Bahse konu sorunlardan en önemlisi, hem Moskova`nın hem de Minsk`in tatbikatı birkaç parçaya bölerek birçok kısım için katılacak askeri personel sayısını 13 binin altında göstermeleri. Bunu yaparak AGİT`in askeri tatbikatları izleme çerçevesi olan Viyana Belgesi`nin ‘arkasından dolaşılmış` oluyor. Zira söz konusu belgedeki son düzenlemeler, 13 bin mevcudun üzerindeki tatbikatlar için daha sıkı bildirim ve gözlem şartları öngörmekte. Nitekim 2013 yılında düzenlenen Zapad tatbikatı böyle bir şeffaflık sorununu beraberinde getirmiş, sonrasında da Moskova`nın Kırım`a ve ardından Ukrayna`nın doğusuna hibrit müdahalesi gelmişti.

Rus tatbikatları ve özellikle de Zapad için en ciddi problemlerden biri de senaryoları. Resmi olarak, Zapad çerçevesinde birçok askeri faaliyet “terörle mücadele” olarak adlandırılıyor. Öte yandan, Rusya Federasyonu Silahlı Kuvvetleri`nin söz konusu terörle mücadele faaliyeti için kullandığı enstrümanlar arasında, nükleer harp başlığı taşıma kapasitesine sahip SS-26 İskender taktik balistik füzeleri, stratejik bombardıman uçakları, geniş çaplı amfibi çıkarma unsurları, çok sayıda tank ve elit hava indirme birlikleri de bulunuyor. Dolayısıyla, orta büyüklükte bir ülkeyi işgal edebilecek kadar kuvveti Baltık ve Polonya sınırına yığan Zapad`ın bir terörle mücadele tatbikatı olduğunu iddia etmek gerçekçi değil. Hatta kimi yayınlar, 2009 yılında düzenlenen Zapad tatbikatının senaryosuna taktik nükleer silahların da dahil olduğunu belirtiyor. Moskova bu senaryoyu hiçbir zaman açıkça kabullenmese de, Rus askeri doktrininin ilerleyen yıllarda aldığı hal, konvansiyonel tehditler karşısında taktik (Rus askeri terminolojisinde sub-stratejik) nükleer silahların kullanımını açıkça öngörüyor.

Peki, üzerinde bu kadar tartışılan Zapad 2017 tatbikatının senaryosu, amaçları ve içeriği nedir? Resmi olarak açıklanan amaç, Rusya ve Belarus arasında stratejik komuta-kontrol düzeyinde müşterek harekat icrası kapasitesinin, harbe hazırlık seviyesinin ve askeri yeteneklerin test edilmesi. Bu çerçevede, Belarus`un Letonya, Litvanya ve Polonya sınırlarındaki kuvvetlerinin ve Rusya`nın Kaliningrad birliklerinin denetlenmesi, kara-hava-deniz kuvvetleri ve özel kuvvetler arasındaki eşgüdüm ve müşterek harekat imkanlarının ve kabiliyetlerinin geliştirilmesi, yeni silah sistemlerinin denenmesi ve lojistik kapasitenin değerlendirilmesi, öncelikli hedefler olarak ön plana çıkıyor.

BELARUS`A SIZAN TERÖRİST GRUPLAR

Tatbikatın senaryosunun Rusya Federasyonu ve Belarus genelkurmayları tarafından hazırlandığı, 2017`nin Mart ayında Başkan Lukaşenko ve Başkan Putin`in onayından geçtiği belirtiliyor. Tıpkı Zapad 2013 gibi, “terörist gruplarla mücadele” teması kritik bir yer tutuyor. Zapad 2017`nin merkezinde hayali Vayşnoria devleti bulunuyor. Söz konusu hayali devletin coğrafyasının önemli bir kısmı, Belarus`un Polonyalı azınlığının yoğunlukla yaşadığı Grodno. Senaryoya göre “Batılı bazı devletler” tarafından desteklenen silahlı muhalif grupların kontrolündeki Vayşnoria`ya ve bu grupların Kaliningrad`a sızmaya çalışan uzantılarına karşı “Kuzey devletlerinin” (Belarus ve Rusya) bir harekat icra etmesi öngörülüyor. Hayali Vayşnoria`yı destekleyen devletler ise Lubenia ve Vesbaria adlı iki düşman ülke. Açıkçası, Lubenia Polonya ile, Vesbaria ise Litvanya ile büyük benzerlikler gösteriyor. Dolayısıyla Minsk ve Moskova`nın aklında, Varşova tarafından desteklenecek Belarus`taki Polonyalı azınlığın silahlı isyanına ilişkin bir tehdit algılaması olduğu anlaşılıyor. Büyük olasılıkla bu abartılı algının temelinde ise eski Sovyet coğrafyasındaki “renkli devrimlerin” izleri var.

Senaryoya göre Kuzey devletleri, yani Rusya ve Belarus güçleri, harekatın ilk kısmında (14-16 Eylül) durumu kontrol altına almaya ve düşmanın cephe gerisine sızmasını önlemeye yönelik faaliyetlere odaklanırken, 20 Eylül`e kadar sürecek ikinci safhada yoğun taarruzlarla düşmanı kesin yenilgiye uğratacak. Özellikle Rusya Federasyonu Silahlı Kuvvetleri`nin envanterine giren yeni ekipmanları görmeyi beklediğimiz safha da söz konusu ikinci bölüm. İlk bölümde ise Batı`daki emsallerinin önünde olan ve bir acil müdahale kolordusu gibi görev yapan Hava İndirme Birlikleri`nin (VDV), Rus iç güvenlik servisi FSB`nin sınır güvenliğinden sorumlu birliklerinin ve İçişleri Bakanlığı (MVD) altında faaliyet gösteren askeri ve paramiliter unsurların önemli bir rol oynaması bekleniyor. Özellikle not edilmesi gereken husus şu ki Zapad tatbikatlarına katılan asker sayısı hakkında Rusya ve Belarus`un AGİT`e bildirimleriyle NATO üyesi ülkelerin tahminleri arasında uçurum olmasının önemli nedenlerinden biri de MVD ve FSB bünyesindeki silahlı personelin tatbikata iştirakiyle ilgili çoğu zaman bildirim yapılmaması.

Zapad 2017, Rusya`nın Suriye`ye müdahalesinden öğrendiği dersleri ve askeri analizlerini yansıtabileceği en önemli fırsat olacak. Peki bu ne anlama geliyor? Suriye`den öğrenilen dersler arasında, Rus topçusunun –“dost ateşi” başta olmak üzere– özellikle 2008 Gürcistan müdahalesi sırasında gösterdiği zafiyetlerin, insansız hava araçlarının topçu ve çok namlulu roketatar unsurlarıyla entegrasyonu sayesinde aşılması bulunuyor. Rus Hava Kuvvetlerinin Soğuk Savaş`ın bitiminden sonra kronik sorunlarından biri olan pilotların gerçek harp koşullarındaki uçuş saati yetersizliği ve eğitim eksiklikleri de, iki yıldır süren Suriye müdahalesi sırasında yüksek sorti oranlarıyla önemli ölçüde aşılmış görünüyor. Bu durumun tek istisnası donanma havacılığı, zira Amiral Kuznetsov uçak gemisi vasatın altında bir sınav verdi. Ayrıca su-üstü ve denizaltı platformlarından ateşlenen Kalibr seyir füzelerinin, Rusya`ya ilk defa akıllı konvansiyonel silahlarla uzun menzilli nokta müdahale imkanı tanıdığını da unutmamak gerekiyor. Son olarak, Rus özel kuvvetlerinin ve Hava İndirme Birlikleri`nin dost ülke savunması ve gayrinizami harp kapsamında elde ettiği tecrübeler de çok kritik. Tüm bu sayılanlara ek olarak Suriye`de 160`tan fazla yeni askeri ekipmanın, bazıları envantere dahi girmeden, gerek Suriye Arap Silahlı Kuvvetleri gerekse Rus unsurları tarafından çok zorlu koşullar altında denendiğini eklemek gerekiyor.

JEOPOLİTİK VE ASKERİ TRENDLER

Bu çalışmanın sonuna geldiğimize göre, en kritik soruyu doğrudan sormakta yarar var: NATO`nun gerçekten endişelenmesi gerekiyor mu? Bu sorunun yanıtı ‘evet`. Ancak uluslararası medyada ve küresel strateji çevrelerinde çoğu kez dile getirilen nedenlerden ötürü değil. Açıkça ifade etmek gerekirse, NATO`nun Rusya Federasyonu ile ilgili endişelenmesi gereken şey, Kırım`da ya da Donbass`ta ortaya çıkan “küçük yeşil adamlar”, Orta Menzilli Nükleer Kuvvetler Antlaşması`yla (INF) belirlenen limitleri ihlal etmesi muhtemel SS-26 İskender füzeleri ya da Krasukha-4 sisteminin muazzam elektronik harp kapasitesi değil. Kuzey Atlantik İttifakı`nın Rusya ile ilgili tehdit algılamasını gerektirecek iki şey var: Jeopolitik ve askeri trendler.

Rusya Devlet Başkanı Putin, Sovyetler Birliği`nin dağılmasıyla birlikte milyonlarca Rusun Rusya sınırları dışında kalmasını jeopolitik bir felaket olarak yorumluyor. Bu değerlendirme, Başkan Putin`in kişisel entelektüel analizinden çok, bugün Moskova`da hakim olan güvenlik ve savunma elitinin stratejik kültürel kodlarını yansıtıyor. Dolayısıyla Rusya Federasyonu`nun eski Sovyet coğrafyasına yönelik sert politikalarını konjonktürel bir tercih olarak değerlendiren iyimserler fena halde yanılıyorlar. Çünkü “uluslararası silahlı çatışma”, duvara asılan siyasi haritalarla akıllarda ve kalplerde asılı olan stratejik kültürel haritalar birbirlerini tutmadıklarında, insan gruplarının verdiği tepkiye verilen isimdir. Eski Sovyet coğrafyasında, siyasi haritalarla stratejik kültürel haritalar arasında ciddi bir uçurum var ve bölgede NATO üyesi devletlerin, ittifakın yetenekleri olmaksızın varlıklarını devam ettirme kapasiteleri sınırlı.

NATO`nun endişelenmesi gereken ikinci konu ise askeri trendler. 1994-1996 Rus-Çeçen savaşında Rusya Federasyonu Silahlı Kuvvetleri`nin ortaya koyduğu kötü performans, “Sovyetler`in parçalanma süreci devam ediyor mu” sorularını beraberinde getirmişti. Aradan yirmi yıl geçtikten sonra aynı Rusya, Karadeniz`in en stratejik noktalarından biri olan Kırım`ı zayiat vermeden ele geçirdi, Hazar denizinden ateşlediği seyir füzeleri ile İran, Irak, Suriye hava sahalarından uçarak hedeflerini vurduktan sonra muharebe hasar kıymetlendirmesini insansız hava araçlarıyla yaptı ve Suriye`de hava ve deniz köprüsü kurarak görece küçük bir kuvvetle iç savaşın seyrini değiştirdi.

ASIL KORKULMASI GEREKEN SORU

Moskova`nın şimdiki hedefi 2020`li yılların başında silahlı kuvvetlerinin envanterinin en az yüzde 70`ini modern ekipmanla donatmak ve askerlik hizmetini yapanlar dışında 500 bin civarında profesyonel asker istihdam etmek. Bu arada, Rusya`nın taktik nükleer silahlar konusunda sayısal ve fonksiyonel üstünlüğü elinde bulundurduğunu ve düşmanın manevra yeteneklerini kısıtlayan A2/AD (anti-access/area denial) konseptlerinde oldukça yol aldığını da not edelim. 1990`lardan başından 2010`lu yılların sonuna gelindiğinde, yukarıda özetlenen mesafeyi kat eden Moskova, 2020`li ya da 2030`lu yıllarda Baltık bölgesinin savunmasında herhangi bir zafiyet sezerse ne yapar? İşte NATO`nun endişelenmesini gerektiren ikinci konu da bu soruya verilebilecek çok da iyimser olmayan yanıtlar.

Tüm bu gelişmeler karşısında Washington, daha doğrusu Pentagon, Ukrayna müdahalesinden sonra, bir yandan –Rus Genelkurmay Başkanı Gerasimov`un adıyla anılan– Moskova`nın hibrit harp konseptlerini anlamaya çalışırken, diğer yandan da daha fazla savunma harcaması için müttefiklerini ikna etmeye çalışıyor. Almanya savunma harcamalarını NATO standartlarına çıkarmak konusunda istekli değil. Bu nedenle, AGİT zeminini kullanarak, farklı bir diplomatik manevrayla Avrupa Konvansiyonel Kuvvetler Antlaşması`nı ve askeri tatbikatları şeffaflaştıracak diğer önlemleri Rusya için yeniden cazip kılmaya çalışıyor. Öte yandan Kremlin`in eski Sovyet coğrafyasına ilişkin jeopolitik yorumu –ve bu coğrafyanın bir bölümünün halihazırda NATO üyesi olması– sebebiyle, Almanya`nın yeni bir silahsızlanma rejimi ve güven üretici önlemler üzerinden Rusya-NATO gerilimini minimize etmesi, açıkçası gerçekçi görünmüyor. Elbette bir de Baltık ülkelerinin ve Polonya`nın durumu var: Bu devletler hemen her Rus tatbikatını bir korku filmi izler gibi takip ediyorlar ve 2008-2014 dönemine bakılırsa haksız da sayılmazlar.  

AA