Üçüncü mertebe:

Melek olan elçilerin beşer olan elçilere gönderilmesidir. Melek elçi, Allah`ın beşerden elçisine ulaştırılmasını emrettiği şeyleri vahy eder. Bu üç derece sadece nebilere aittir. Başkaları için söz konusu değildir.

Bu melek elçi, bazen beşeri elçiye bir insan şeklinde gelir, onu görür, onunla konuşur. Bazen beşeri elçi meleği asli suretiyle görür. Bazen de melek onun kalbine girer, Allah`ın kendisine vahyettiğini ona vahyeder, sonra da çıkar ve ayrılır gider. Bu mertebelerin üçü de Peygamberimize nasib olmuştur.

Dördüncü mertebe:

Tahdis (içe doğurma) derecesidir. Bu derece özel vahyin ve sıddıkların altındaki bir derecedir. Ömer b. Hattab (r.a)`ın derecesinden olduğu gibi.

Nebi (s.a.v) şöyle der:

“Sizden öceki ümmetlerde muhaddesun (ilham verilenler) vardı, eğer bu ümmette de böylesi varsa, o da Ömer b. Hattab`dır”.(Buhari, Fedailu Ashabi`n nebi,6; Müslim Fedailu`s - Sahabe,23)

Şeyhü`l- islam Takıyyüddin İbn Teymiyye`nin şöyle dediğini işittim:

“Bizden önceki ümmetlerde kendisine ilham verilenlerin varlığı kesindir. Böyle kimselerin bu ümmette bulunması, bu ümmetlerin en faziletlisi olmakla beraber, şart edatına bağlanmıştır. Çünkü bizden önceki ümmetlerin onlara ihtiyacı vardır. Bu ümmet ise nebilerinin ve risaletinin kemalinden dolayı onlardan müstağnidir. Allah Teala bu ümmeti Nebi (s.a.v)`den sonra keşf, ilham, muhaddes ve rüya sahibi kimselere muhtaç kılmadı. Şart edatıyla yapılan bu bağlantı ümmetin kemali ve müstağni oluşundandır, noksan oluşundan değil”

Muhaddes: Kalbine ve derunune ilham edilen bir şey demektir. Böylece de o şey haber verildiği gibi ortaya çıkar.

Şeyhimiz (İbn Teymiyye):

“Sıddık, muhaddesden daha kamildir. Çünkü sıddıklığın kemali; mana bağlılığı ile ilham, içe doğma, keşf gibi şeylerden müstağnidir. Çünkü sıddık bütün kalbini, sırrını, içini ve dışını Rasulüne teslim etmiştir. Bununla o, diğer şeylerden müstağnidir” der.

O der ki, muhaddes, kendisine ilham edileni Rasulullah`ın getirdiğine arz eder. Eğer Rasulullah`ın getirdiğine uyarsa kabul eder. Uymuyorsa reddeder. Böylece anlaşılıyor ki sıddıklık derecesi tahdis derecesinin üstündedir.

Yine İbn Teymiyye derki:

Birçok hayalperest ve cahillerin “kalbim Rabbimden bana bunu ilham ediyor” dediği şeye gelince; kalbinin ona bir şeyler söylemiş olması doğrudur, fakat kimden? şeytanından mı? yoksa rabbinden mi? Kalbim bana Rabbimden böyle ilham etti, derse kendisine ilham edip etmediğini bilmediği birine söz isnad etmiş olur ki bu da yalandır.

Yine o der ki, bu ümmetin muhaddesi asla böyle söylemez, hiçbir zaman böyle bir şeyi ağzına almaz. Şüphesiz Allah Ömer`i, bunu söylemekten korumuştur. Bilakis, bir gün katibi:

“Bu müminlerin emiri Ömer b. Hattab`a Allah`ın gösterdiği(öğrettiği) şeydir” diye yazar.

Ömer (r.a) de:

“Hayır, onu sil, bu Ömer b. Hattab`ın gördüğü şeydir, eğer o doğruysa Allah`dandır, yanlış ise Ömer`dendir, Allah ve Allah`ın Rasulu ondan beridir, uzaktır diye yaz”.

Ömer (r.a):

“kelala”, konusunda (miras hukukuyla ilgili bir kavramdır): Bu konuda kendi görüşümü söylüyorum, eğer doğruysa Allah`dan, şayet yanlış olursa benden ve şeytandandır der”.

Rasulullah (s.a.v)`ın şehadeti ile muhaddes olanın sözü böyledir.

Oysa sen ittihadinin, hululinin, şatahatlar söyleyen ibahinin,sema yapanların açıkça, Rabbim kalbime böyle ilham etti, dediğini görürsün.

Şimdi, bu iki sözü söyleyenlerin halleri ve sözlerine bak ve her birinin hakkını ver ve hileli olanla halis olanı bir tutma.