Mehmet Tahir Özsoy/ DOĞRUHABER

Irak Kürdistanı`nda Bağımsızlık Referandumu -2-

RiSKLER, TEHDiTLER VE OLASILIKLAR

SDAM`ın “Riskler, Tehditler ve Olasılıklar Bağlamında Irak Kürdistanı`nda Bağımsızlık Referandumu” başlığıyla yayınladığı analizinin dün 1`inci bölümünü vermiştik. 4 bölüm halinde vereceğimiz analizde, Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi'nde 25 Eylül'de yapılması planlanan ‘Bağımsızlık Referandumu` yerel, bölgesel ve küresel dinamikler açısından ele alınıp dikkatle inceleniyor. Analize dün kaldığımız yerden devam ediyoruz…

1 Ağustos'ta katıldığı bir anma toplantısında konuşan Mesud Barzani, Irak merkezî hükümeti ve IKBY arasındaki ilişkilerin “2003 öncesi" ve “sonrası" şeklinde iki süreçten oluştuğunu belirterek şunları söyledi: “2003 sonrasında yaşanan süreçte Irak anayasasının hazırlanması ve uygulanmaya konulmasında bizler önemli rol oynadık. Ancak sorulması gereken bir soru var: Bağdat bu anayasaya ne kadar bağlı kaldı? Ne anayasaya bağlı kalındı, ne de 140'ıncı madde uygulamaya konuldu ki bu madde yerine getirilseydi belki birçok sorun bugün meydana gelmeyecekti. Peşmergenin silahlandırılması ve bütçesinin temin edilmesinin önü kesildi, bu anayasada var olan bir şeydi ve üzerinde de anlaşma sağlanmıştı. DEAŞ Kürdistan'a saldırmaya başlayınca, çok büyük sorunlarla karşılaştık çünkü silahımız ve cephaneliğimiz yoktu. Bağdat ne silah gönderdi ne de dışarıdan silah almamıza imkân sağladı." Eylül 2016'da Bağdat'a yaptığı ziyarete değinen Barzani, konuşmasını şöyle sürdürdü: "Başbakan Haydar el İbadi başta olmak üzere oradaki tüm taraflarla yaptığımız görüşmelerde kardeş gibi konuşarak kendilerine artık birlikte yaşayamayacağımızı söyledim. Sizin Bağdat'ın ortaklığa inancınızın olmadığını ve Irak'ın üzerine kurulduğu o ortaklığın iflas ettiğini belirttim. ‘Gelin, eğer gerçek ortak olamıyorsak, komşu kalalım, bu meseleyi de ciddiye alın' dedim, ancak kimse ciddiye almadı. Bağdat, bu sözleri bir baskı kartı olarak sarf ettiğimi zannetti. Bunlar baskı kartı değildi. Halkımız 25 Eylül'de sandıklara giderek kendi kaderini tayin edecek."

Kürt yönetimi referandum konusunda kararlı tutum sergilerken Bağdat cephesinden de çeşitli tepkiler yükselmektedir. Başbakan İbadi bir konuşmasında referandum konusunda şu tepkiyi ortaya koymuştur: “Kürt ve tüm Irak halkının arzusuna saygı duyarız. Ancak anayasada tek taraflı referandum yapma ve ayrılma yetkisi yok. Kürdistan Bölgesi'ndeki referandum yasal değil ve bunu tanımayacağız." Olası tepkilerinin ne olacağına dair konuşan İbadi, diğer aktörlerin çoğu gibi “savaş söyleminden" kaçınarak, “Ne yapacağız? Sözgelimi, tankları mı göndereceğiz? Bunu yapmayacağım." derken konu bağlamında Kürt partileri arasında yaşanan gerginliğe atıfta bulunarak bir tür “İç çatışma" uyarısında bulunması dikkat çekiciydi: “IKBY içerisinde ciddi kriz var. Kendilerini bu yönde uyarıyorum. Bunun (referandum) sonucunda doğacak tehlike hepimizi etkiler. Herkese diyalog çağrısı yapıyoruz. Eminim ki Kürdistan halkı da referandum için acele etmiyor." Aslına bakılırsa Bağdat'tan gelen tepkiler olumsuz olsa da Barzani'nin kendi deyimiyle “sert tepkiler" değil ve bunlar da normal karşılanmaktadır. Bunun altında yatan nedenlerin başında da, Bağdat'la ilişkili olan KDP muhalifi Kürt partilerin sahip olduğu benzer kanaatler yatmaktadır. Bağdat'ın o partilerin görüşüne dayanarak taşıdığı bu kanaat, Barzani'nin Kürt bölgesindeki iç sorunların üzerini örtmek ve konumunu muhafaza etmeye dönük manevralar şeklindedir. Ancak Bağdat yönetimini daha sert tepkiler vermekten alıkoyan başka nedenler de vardır. Merkezî yönetim ve yedeğindeki milis güçler şu anda DEAŞ karşıtı operasyonlarını sürdürmektedir. Bu esnada ortaya konabilecek sert açıklama ve tehdit dili, bu operasyonları olumsuz etkileyebilir.  Çünkü peşmerge de bu anlamda önemli roller icra etmektedir. Bununla birlikte DEAŞ tehlikesi büyük oranda bertaraf edildiğinde büyük ihtimalle şu anda peşmergenin kontrolünde bulunan tartışmalı bölgeler üzerine zaten bir takım gerginliklerin kapısı aralanmış olacaktır. Bağımsızlık karşıtı tepkinin gerçek dozajını da aslında bu evrede görmek mümkün olacaktır. Kısacası merkezî yönetim şu anda Irak genelinde otoritesini artırma mücadelesi vermektedir. Otoritenin niteliği, bağımsızlık karşısında merkezî hükümetin takınacağı tavrın niteliğini de ortaya koyacaktır.

KOMŞU ÜLKELERİN TARTIŞMAYA KATTIKLARI BOYUT

Bünyesinde yoğun Kürt nüfus barındıran ülkeler arasında, Irak'ın dışında Suriye, İran ve Türkiye bulunmaktadır. İçine düştüğü durum nedeniyle Suriye'nin ne tepki verecek mecali vardır ne de vereceği tepkileri dikkate alacak birileri bulunmaktadır. Türkiye ve İran ise “Irak'ın toprak bütünlüğünün" korunması üzerinden bağımsızlık arayışına şiddetle karşı çıkmaktadırlar. Hem Türkiye hem de İran meseleye “ulusal güvenlik" perspektifinden bakmaktadırlar. İki ülkede de ciddi oranda Kürt nüfus yaşamaktadır ve olası bir bağımsızlık durumunun kendi içlerindeki Kürtleri de etkisi altına alabileceği değerlendirmesinde bulunmaktadırlar. Aslında bu tavır bugün gelişmiş değildir, iki ülkenin Kürt meselesi karşısında takındıkları “geleneksel" tutumdur. Her iki komşu ülke yetkililerinin ağzından çıkan sözler benzerlik arz etmekte ve “kabul etmeyiz" ortak noktasında buluşmaktadır. Ama bağımsızlık fikrinin hayata geçmesi ihtimaline karşı tarafların pratikte ne tür yöntemlere başvuracakları konusunda ilan edilmiş bir hareket planı henüz bulunmamaktadır.

Referandum tarihinin 25 Eylül 2017 olarak belirlenmesinden sonra Türkiye, farklı düzeylerde çeşitli tepkiler ortaya koydu. Referandum kararının resmiyet kazanmasından sonra Türk Dışişleri Bakanlığından yapılan açıklama şöyleydi: “IKBY'nin bir süredir planlamakta olduğu bağımsızlık referandumu hakkındaki görüş ve endişelerimizi Irak Hükümeti ve IKBY ile uluslararası toplumun önde gelen üyeleriyle paylaşmıştık. Bu çerçevede, bağımsızlık konusundaki referandumun IKBY başta olmak üzere Irak'ın çıkarına olmayacağını, bölgede kritik gelişmelerin meydana geldiği mevcut dönemde söz konusu tasarrufun istikrarsızlığı artıracak olumsuz sonuçlar doğuracağını vurgulamıştık. IKBY liderliğinin bu yöndeki tavsiye ve uyarılarımız hilafına, 25 Eylül 2017 tarihinde bağımsızlık konusunda referandum düzenleyeceği yönünde açıkladığı kararını da yukarıda belirtilen çerçevede değerlendiriyor ve bunun vahim bir hata teşkil edeceğini düşünüyoruz. Irak'ın toprak bütünlüğünün ve siyasî birliğinin muhafaza edilmesi Türkiye'nin Irak politikasının temel ilkelerinden biridir. Bu ilke bölgede kalıcı istikrar, barış, güvenlik ve refahın önkoşulları arasındadır."

17 Temmuz'da toplanan Milli Güvenlik Kurulu (MGK) toplantısında da konu ele alınmış ve ilgili MGK bildirisinde şu ifadelerle yer almıştır: “Irak Kuzeyi Bölgesel yönetiminin aldığı referandum kararının, hukuken ve fiilen uygulanamayacağı, bu teşebbüsün vahim bir hata olduğu ve istenmeyen sonuçlar doğuracağı belirtilmiştir. Irak'ın toprak bütünlüğünün ve siyasî birliğinin muhafaza edilmesinin bölgede kalıcı istikrar, barış, güvenlik ve refah tesis edilebilmesine bağlı olduğu değerlendirilmiştir." Bunun dışında başta Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere hükümetten farklı isimler, çeşitli konuşmalarında referanduma yönelik sert ifadeler kullanmışlardır. Ancak Türkiye'nin bu tavrının, Kürdistan hükümetiyle geliştirilen ekonomik, ticarî ve askerî ilişkiler bağlamında değerlendirildiğinde, farklı yorumlanmasına da kapı aralanmaktadır. 15 Temmuz öncesi ve sonrası hükümetin yeni partner olarak MHP'yi seçmesi ve Türk siyasetinde gözle görülür bir “milliyetçi söylemin" hâkim olması, verilen tepkilerdeki sert tonların biraz da yeni partner ve iç kamuoyuna dönük olduğu yorumlarına yol açmaktadır. Bunun dışında merkezî hükümetin tüm itirazlarına karşın Türkiye'nin Güney Kürdistan'la yürüttüğü başta petrol olmak üzere bir takım faaliyetlerin Kürt yönetiminin Bağdat'la arasına daha fazla mesafe koymaya yaradığı gerçeği, savunulan “Irak'ın bütünlüğü" çıkışlarıyla pek de uyuşmamaktadır.     

Devamı yarın…