İnsanı en güzel bir surette yaratıp, onun meleklere değil de meleklerin ona secde etmesini buyuran, yine yarattığı Adem (a.s)’in kaburga kemiğinin en ince ve hassas olanından biz kadınları yaratan, kadını; neslin devamı için bir kaynak eyleyen, evladımızı da hayatımızın ürünleri addeden Rabbimize hamd olsun…
Salât ve selam ise, Rabbimizin ayaklarımızın altına cenneti serdiği müjdesini verdiği gibi cehennem ehlinin de çoğunlukla kadınlardan olacağıyla korkutan, kadınların; fitne, bela ve şerre meyilli oldukları uyarısında bulunan, Tevrat ve İncil’de ismi Hatemül Enbiya olarak müjdelenen Efendimiz’in ve tüm İslam âleminin üzerine olsun…
Değerli Nisanur okuyucuları, kıymetli bacılar! Rabbimiz nasip eylerse sizlerle her ay Nisanur’da buluşup sorunlarımızın kaynak ve çözüm yollarını beraberce tespit edeceğiz.
Sizin de bildiğiniz gibi, Modernizmin getirisi olan; sıradanlaşma, kimliksizleşme, bencillik ve bireyselliğin had safhada yaşandığı ahir zamanda yaşamaktayız… Batının getirisi olan Modernizm; aslında Materyalizmin bir silahıdır. Bu silah tüm inanç ve kültürlere yöneltilmiş bir silahtır!
Maalesef, tüm toplumları tek tip haline getirmeyi ve sıradanlaştırmayı hedefleyen bir sistem bizleri etkisi altına almaya başladığından bu yana bizler toplum olarak huzur ve asayişimizi kaybettik. Bakış açımız, biçim ve şekillere çevrilince manevi güzelliklerimizi kaybeder olduk. Bundan 1400 yıl önce Efendimiz (s.a.v), bu konuda bizleri uyarıp “Her ümmetin bir helak oluş nedeni vardır. Benim ümmetimin helak oluş nedeni de dünya malına düşkünlük olacaktır” buyurmuşlardır. Günümüzde Materyalizm tüm duyu organlarımızı etkisi altına alıp hepsini maddeye çevirmiştir. Materyalizmin ürünü olan Modernizmin hedeflerine ulaşmasında rolü ise kadınlar oynamaktadır! Kadını kafaya alan bu sistem, ailedeki huzur ve asayişi bozduğu gibi toplumu da bir felakete sürüklemektedir…
Modernizm, kadına; huzurun, refah seviyesini yükseltmekte ve fazlaca harcama yapmakta olduğunu telkin edip onu aç gözlü yapmaktadır! Şimdi, ülkelerin hepsi kalkınmış ve refah seviyesi yüksek bir toplum olmayı hedefliyor. Türkiye kalkınmada 17. sırayı alıyor. Peki, bu kalkınmışlık; cinnet geçirmelerin, boşanmaların, cinayetlerin önüne geçiyor mu? Hayır, asla geçemez! Zira kalkınma, refah seviyesinin yükselmesi ve alım gücünün artması; beraberinde sahip olma içgüdüsünü getirmekte ve doyumsuzluğu tahrik etmektedir. Böylece elde etme duygusu dinip durulma bilmemektedir…
İşte, modern sistem kadınları; son moda bazalarda sabahlamaya, marka yemek masalarında kahvaltı yapmaya, beyaz eşyanın en modernine sahip olmaya, en son çıkan kilim ve halı modellerine hayran olmaya özendirilmektedir. Böylece, TV’de çıkan reklamları hayranlıkla seyreden kadın; huzuru kabre hazırlık yapmakta değil tüketim ve değişim(!)de aramaktadır!
Hâlbuki refahla bizler dünyayı ne hale getirdik! Yavaş yavaş dünyanın tüm enerji kaynaklarını kuruttuk. Üretim ve tüketim kirliliğiyle bir çöplüğe çevirdik. Denizi dahi ifsad ettik. Fabrika bacalarından çıkan dumanlarla küresel ısınmaya neden olduk. Toprağa attığımız o pillerle toprağı zehirledik. Kimyasal madde ve atıklarla dünyanın tüm dengesini bozduk. Alım gücümüzün artması daha fazla tüketime neden olunca hal böyle oldu!
İşte, elde edemediklerini kompleks haline getirip psikolojisini bozan kadın, etrafına barut gibi parlamakta, analık ve kadınlık yönlerinden uzaklaşmaktadır! Sistem, kadını öyle bir hale getirdi ki o sadece modern eşyaların kendisine huzur vereceğini zannetmektedir… Allah (c.c)’ın dinini ikame etmek için harcayacağı para aynı zamanda ebedi hayatı için bir sermaye olacakken kadın egolarının esiri olmaktadır…
Yine sistem, kadını; kendisini daima kusursuz görüp kocasının en ufak bir hatasını kabul etmeyen, kaynanasına cariyesi gibi davranan, çocuklarına dünyalık makam ve şöhret için devamlı baskı yapan biri haline getirdi… Kimliğini kaybeden kadın; kendisini gösterişe köle ederken kocasını da bu duruma sinsice, kademe kademe alıştırmaktadır! Devamlı evindeki eşyaları değiştirip fazlalıkları da birilerine vererek ya da çöpe atarak başından savmaktadır…
Biz kadınlar eskiden böyle miydik sahi? Böyle bir toplumdan mı geldik? Son derece emektar, bulup buluşturup kocasına çeşitli yemekler yapan, kanaatkâr, iktisatlı ev hanımları değil miydik? Kocasını tebessümle karşılayıp içtenlikle hizmet eden, havlusunu tutan, işe yolcu ederken ceketini tutan ve onu Allah (c.c)’a ısmarlayan eşler değil miydik? Şimdiyse kocasından hizmet bekleyen, her lafına tavır alan, daima şımarmayı isteyen, kocasının kusurlarını büyütüp bilgiçlik taslayan, her şeyin hesabını soran kadınlar olduk toplum olarak!
Yoksa Efendimiz (s.a.v)’in şerrinden Allah (c.c)’a sığındığı kadınlardan mı olduk? Allah muhafaza!
Yine, bir zaman perdemizi dahi yıkarken, ‘yıpranmasın, yenisini almayalım’ diye titizlik gösteren, israfın ahiretteki hesabını düşünen, aldığı bir kıyafeti senelerce giyen, bulaşığı yıkarken önüne koyduğu leğenin içindeki tek suyla durulayacak kadar tutumlu kadınlardan değil miydik? Bir terlik alınca giymeye kıyamayıp, naylon terlikle idare etmiyor muyduk? Eski orlonları annemiz elimize verip de bizlere yolluk yapmak için söktürmüyor muydu? Hepimizin çeyiz sandığında bu yünlerden örülü yolluklarımız yok muydu?
Bizlere ne oldu ki her şeyin en modernine sahip olduğumuz halde, sahip olma içgüdümüzün tatmini için çabalıyoruz? Yoksa Efendimiz (s.a.v)’in belasından Allah (c.c)’a sığındığı kadınlar sınıfına mı giriyoruz? (Allah muhafaza)
Allah (c.c)’ın dini yücelsin diye para ve çaba harcanacak yerler varken, o yerlerin de o kadar ihtiyacı varken; bu, zevk u sefa düşkünlüğümüz nedendir bizim?
Yine birçok kadın kocasının parasıyla kendi ailesine gizli harcamalar yapabilmektedir. Kocasının parasıyla aldığı eşyalar için “bunları annem aldı” diyebilmekte, böylece eşini minnet altında bırakabilmektedir. Bir yandan kocasının sırlarını arkasından dökerken, kusurlarını da devamlı yüzüne vurabilmektedir. Hâlbuki o büyük mahkemede her şey ortaya döküldüğünde kocasının bir takım kusurları mı ağır basacak yoksa kendisinin arka planda yaptıkları mı? Belki, karısının söylediği yalanları, parasını ailesine aktarmasını, kendisini karalamasını, bir takım kusurlarını ortaya dökmesini öğrenince onu karısı olarak kabullenmeyecek bile…
Değerli bacılar! Rabbimiz nasip ederse, kendimizi sorgulayıp tedavi yöntemlerini konuşacağız. Tabi önce kusurlarımızı kabul etmek zorundayız. Eğer yanlışlarımızı kabullenmeyip bir takım sebeplere bağlarsak sunulan ilacı da alamayacağız. Unutmayalım ki; 1450 yıl önce inen vahiy; haramileri sahabeleştirdi ve onları birer yıldız yaptı. Bizler de harami yönümüzü onarmak zorundayız... Vesselam…
Firdevs Irmak / Nisanur Dergisi / Ocak-Şubat 2012