Bir şeyi elde etmek için olanca gücünü sarf etmek anlamında hakiki; kıyas vb. yollarla hüküm çıkarmak anlamında ise mecazîdir. (Zebîdi, Tâcu'l-Arûs)

Allah Resulü, Muaz b. Cebel'i Yemen'e yönetici olarak gönderirken “Kitap ve sünnette hüküm bulamazsan ne ile hükmedersin" sorusuna Muaz "Reyimle ictihad ederim" diye cevap vermiştir (Tirmizî, Ahmed b. Hanbel).

Bir terim olarak ictihad en eski fıkıh usûlü kaynağı oları Şâfiî 'nin er-Risâlesi'nde şöyle tarif edilmiştir: "Her hâdise hakkında ya ona ait bir hüküm veya hak olan hükmün yolunu gösteren bir delâlet vardır. Hâdisenin açık hükmü varsa ona uymak gereklidir. Eğer muayyen bir hüküm yoksa hâdisenin hak olan hükmüne götüren yolun delili ictihad ile aranır; İctihad ise kıyastan ibarettir"

ictihad, kıyas yoluyla olabileceği gibi, ayet ve hadislerde hâkim bulunan genel prensiplerden, kelime ve cümlelerin çeşitli delâlet ve inceliklerinden kıyas dışında kalan diğer istidlal yollarından hüküm çıkarmak tarzında da olabilir. Bu duruma göre kıyas her zaman ictihada muhtaçtır, fakat ictihadın tek yolu kıyas değildir (Gazzalî, el-Mustasfâ). Kıyas; hakkında ayet-hadis bulunmayan bir meselenin hükmünü, aralarındaki ortak illet dolayısıyla, hakkında ayet-hadis bulunan meselenin hükmüne bağlamaktır (Şâfiî, el-Ümm).

Ayet ve hadislerden amelî (pratik) hükümleri çıkarma gücüne sahip olan fâkih'e "müctehid" denir. ictihad ya şeri delillerden hüküm çıkarma tarzında olur, ya da çıkarılan bu hükümlerin toplum hayatına uygulanmasıyla ilgili bulunur. Birinci kısma giren ictihad, şeri kaynaklardan hüküm çıkaran müctehidlere mahsustur. Sahabe, Tabiin, Tebe-i tabiîn ve mezhep imamları devrinde bu çeşit ictihadlarla İslâm hukuku sistemleştirilmiştir. Ancak üçüncü hicrî yüzyıldan sonra giderek ictihad yapanlar azalmış ve şartlarının ağırlığı sebebiyle bu kapının kapandığı kanaati uyanmıştır. Hanbelî, Zâhirî ve Şiî mezheplerinde, ictihad kapısı sürekli açık telakki edilmiştir. İkinci kısına giren ictihada gelince; hükümlerin toplum hayatına uygulanması bu tür ictihadda sürekliliği gerekli kılmıştır. İslâm hukukunun yürüyen ve yaşayan hayata intibakını sağlamak, gelişen toplum hayatının yeni problemlerini çözmek için her devirde bu yola başvurulmuştur. Bunu yapanlara "tahrîc âlimleri" denilir. Bunlar, çıkarılmış hükümlerin illetlerini belirleyip yeni, benzer cüzî meselelere uygularlar. Bu, hükümleri uygulama çalışması olup, böylece ilk müctehidlerin, üzerinde görüş beyan etmedikleri bir kısım meselelerin hükümleri de anlaşılmış olur.