“İşte benim doğru yolum budur. Dosdoğrudur. Ona uyun. Başka yollara uymayın ki, sizi Allah`ın yolundan ayırmasın. Allah size bunları sakınasınız diye emretti.” (En`am:153)
Bu mübarek yol uzun zaman yukarılara doğru tırmandı ve bu müddet içinde bütün insanlığın idaresini ele geçirdi. Onları İslam ilkeleriyle yönetti. İnsanlık bu idarede gördüğü nimetlerin onda birini dahi tarih boyunca görmüş değildir. Zira bu idare adaleti yaymıştır. Adaleti Müslümana ve zimmiye eşit olarak yaymıştır. Herkes tam hürriyete kavuşmuştur. Amir ile memur mahkemede yan yana durmuştur. İnsan, insanlık şerefini hissetmiştir. Bu dinin tarihini ve Müslümanların yolunu azıcık olsun bilenler kesinlikle göreceklerdir ki tarih boyunca en adil en merhametli ve en cömert kumanda ve idareciler bu dinin salikleridir. Bu özelliklerin sadece İslam`a atfedileceği oradadır. Bu din Allah`ın onlara gönderdiği ve onların da âleme taşıdığı, götürdüğü dindir. Cahiliye çağında zikredilecek bir şeyleri yoktu. Ne insanlara doğru yolu göstermek ne de onları yönetmekten nasipleri vardı. Modern çağda İslam ile Müslümanların arası açılmaya başladı. Bunu kopukluğu çöküş ve yıldızlarının sönmesi takip etti. İdare başkasına gidiş yenilgi ve çalkantılar onları sömürgenin avı haline getirdi. Sonunda ehil olmayanlar idare eder, hükmeder oldular. İslam bağlarından geriye kalanları çözmeye başladılar.
Zillet, zayıflık ve helak acıları çeken nesiller yetişti. Aynı zamanda İslam`ın ruhundan uzak olan bu nesiller kâinat sırlarını ve onu istihdam edip onlarla yaşama üsluplarını da bilemez hale geldiler. Böylece içinde bulundukları acı durum geldiler ve içinde bulundukları acı durum ve şekavetleri yüzünden kurtuluş yolunu kaybettiler. Evet, bu nesil bir taraftan düşmanlarından kurtulmak istiyor öte yandan Allah`ın hakkın batıl ve mücadelesi konusunda koyduğu kanunları bilmiyor:
“Eğer Allah insanların bir kısmını diğer kısmıyla defetmeseydi yeryüzü fesada uğrardı. Fakat Allah, âlemlere karşı lütuf sahibidir.” (Bakara:251)
Ve bu nesil kendi bozukluğunu, fesadını değiştirmeden Allah`tan bulundukları hali değiştirmesini beklemektedir:
“Şüphesiz ki bir millet kendisini değiştirmedikçe Allah onu değiştirmez.” (Ra`d:11)
Mademki adı Müslüman, öyleyse hazırlanmadan esbabına tevessül etmeden kendisine zafer geleceğini düşünür. Fakat bilmez ki Allah bu çeşit insanlar için asla kanununu değiştirmez:
“Allah`ın kanununda hiçbir değişiklik bulamazsın.” (Fetih:23)
Ve bu nesil düşündükleri gerçekleşmeyince ümitsizliğe kapılır. Çalışmadan, yorulmadan kendisinden harikulade işler bekledikleri bu dine olan güvenleri sarsılır.
Sonra bu şüpheleri İslam`ı tamamen terk etme ve sömürücü batının üslubunu takip etme şekline dönüşür.
“Eğer kendilerine yardım vadettiğimiz müminleri, yeryüzüne yerleştirip bir mevki versek, namazlarını dosdoğru kılarlar, zekâtlarını verirler, iyiliği emrederler, kötülüğü yasaklarlar. Bütün işlerin neticesi eninde sonunda Allah`a döner.” (Hac:41)
Sonra insan varlığını ikiye ayırıyor: Yeryüzünde maddeye hükmeden kanunlara boyun eğmiş varlık ve maddi varlık ile yükselen ve maddi varlığı istediği şekilde istihdam eden ahlaki varlık. Daha sonra ahlakı da ikiye ayırmaktadır: Temel insani ahlak ki bu insanın dünya hayatında başarıya ulaşması için gereklidir. Bunlar; sabır, sebat, cesaret, faaliyet, irade kuvveti, kararlılık, ihtiyat, mesuliyet duygusu, çalışma aşkı, vakar, emanet, vefa v. s. olarak görünmektedir. İkinci olarak İslami ahlakı zikretmektedir. Bu da yukarıdaki insani ahlakların tamıyla birlikte Müslümanın Allah`a yönelmesi ve çevresini genişleterek şerre gösterdiği sabrı hayra da göstermesi, sadece kendi kavmi arasında değil bütün insanlığa bu ahlakı yaymasıdır. Peşinden dünya ve ahirette Allah`ın yardım ve desteği gelecektir.