BURSA - HÜDA PAR Genel Başkanı Zekeriya Yapıcıoğlu, partisinin Bursa İl Başkanlığı tarafından düzenlenen iftar programında gündemdeki konulara ilişkin konuştu.
Yapıcıoğlu: Şimdiye kadar adalet arayanların sesine niçin ses vermedin?
Partisinin Bursa'da düzenlemiş olduğu iftar programına katılan HÜDA PAR Genel Başkanı Zekeriya Yapıcıoğlu, burada yaptığı konuşmada; İslam coğrafyasında yaşanan acılar, Rakka'daki sivil ölümleri, Katar krizi, cezaevlerinin doluluk oranı ve CHP'li Enes Berberoğlu'nun "Casusluk" suçlamasıyla tutuklanmasının ardından "adalet" çağrılarına ilişkin değerlendirmelerde bulundu.
Bursa`nın merkez Yıldırım ilçesinde düzenlenen iftar programına işadamları, siyasi parti ve sivil toplum kuruluşları temsilcileri, kanaat önderleri, partililer ve vatandaşlar katıldı.
Kur`an-ı Kerim tilavetiyle başlayan program da kısa bir selamlama konuşması yapan Bursa İl Başkanı Mehmet Şimşek, iftar programına katılımlarından dolayı misafirlere teşekkür etti.
Akşam ezanının okunmasıyla yapılan iftarın ardından konuşan HÜDA PAR Genel Başkanı Zekeriya Yapıcıoğlu, burada gündeme dair önemli açıklamalarda bulundu.
CHP'li Enes Berberoğlu'nun "Casusluk" suçlamasıyla tutuklanmasının ardından "adalet" çağrısında bulunan Kemal Kılıçdaroğlu'na yönelik "İşin ucu sana dokunmaya başlayınca mı adalet aramaya başladın? Şimdiye kadar adalet arayanların sesine niçin ses vermedin?" diye sordu.
Türkiye`nin iç ve dış siyaseti, Suudi Arabistan ve Katar`da yaşanan gelişmelere kadar birçok konuda önemli açıklamalarda bulunan HÜDA PAR Genel Başkanı Yapcıoğlu`nun konuşmasından öne çıkan bölümler şöyle;
Aziz kardeşlerim, bugün burada ayın sofrada bir araya gelmemizin vesilesi bir iftar, bir ibadet idi. Oruç ibadeti nedeniyle mübarek Ramazan ayında, bir iftar saatinde bir araya geldik. Ortak noktalarımızdan birisi bizi buluşturdu. Bu mübarek rahmet ikliminin, cehennemden kurtuluş beratı olmasını ümit ettiğimiz son 10 gününe girmiş bulunmaktayız. Maalesef dünyanın bazı köşelerinde, bazı kardeşlerimiz bu dünyada cehennemi yaşıyorlar. Mesela daha birkaç gün önce basına düştü. Musul'da sivil insanların üzerine fosfor bombalarıyla bir saldırı yapıldı Amerika tarafından. Öyle ki İnsan Hakları Gözleme Kurumu, Birleşmiş Milletler nezdinde ki kuruluşlar bile -ki, Birleşmiş Milletler malumunuz Siyonizm'in ve Amerika'nın güdümündedir. Onlar bile- bunu söylemek, bunu duyurmak durumunda kaldılar.
Amerika da bunu inkâr etmiyor, insanların aklıyla alay edercesine 'biz hedef tespiti yapmak için beyaz fosfor kullanıyoruz' diyor. Sanki uydulardan nokta şeklinde hedef tespiti yapamıyorlardı da attıkları fosforlarla hedef tespiti, hedef tayini yaptıklarını adeta akıllarımızla alay ederek söylüyor.
Sadece o mu? Yine Birleşmiş Milletlerin vermiş olduğu rakamlara göre, son aylar içerisinde DAİŞ'e karşı mücadele ettikleri iddiasıyla Rakka'ya yapılan saldırılarda yine çok sayıda sivil can kaybı yaşandı. Musul'daki saldırının gerekçesi ile Rakka'daki saldırının gerekçesi birbirine benziyor. Ümmetin içinden birileri kendisini yetkili addederek, sanki çok büyük bir iş yapmış gibi ümmetin topraklarını "fethetmeye" kalkıyor. ediyorlar. Sonra birileri de çıkıyor, işte Amerika gibi, Rusya gibi yada başka bir Emperyalist gibi güya o Müslümanların birbirinden "feth ettiği"toprakları ve oradaki insanları kurtarmak için gelip tepemize bombalar yağdırıyorlar. Allah şuur versin. Allah basiret versin, akıl versin.
Biz birbirimizin haklarını çiğnediğimiz, haklarını çiğnemeye devam ettiğimiz sürece, biz birbirimize kardeş nazarıyla bakmadığımız sürece; biz dâhildeki sorunlarımızı aramızda şiddetle çözebileceğimizi zannettiğimiz müddetçe bizi birbirimizin aleyhinde kışkırtıp kullanacaklar. Birilerimizi diğerlerini ezmekte alet edecek, sonra dönüp o aleti de kıracaklar. İşte birinci Körfez savaşı. Şu anda bu salonda bulunan genç kardeşlerim belki oyunları bilmiyor olabilirler ama salondaki önemli bir kısım oyunları hatırlarlar. 1990'da zamanın Irak diktatörü Saddam Hüseyin, 'Ben Kuveyt'e gireceğim' dedi. Amerika'nın o zamanki Dışişleri Bakanı da 'O sizin iç meseleniz, biz size karışmayız' dedi, hatta cesaretlendirdi. Saddam Kuveyt'i işgal etti, sonra Amerika Kuveyt'i Irak işgalinden kurtaracağım deyip hem Irak'ı hem Kuveyt'i işgal etti ve Kuveyt'in petrol gelirlerinin dörtte birine uzun süredir o tarihten beridir el koymuş durumda. Kuveyt'i "işgalden kurtarma" karşılığında. Şimdi tekrar aynı film, aynı senaryo bir daha sahneye kondu. Körfezde yeniden sular ısındırılıyor. Yüz küsür milyar dolarlık silahı Suudi Arabistan'a sattıktan sonra, o anlaşmalardan sonra Suudi Arabistan ile Katar arası gerildi. Dün basına bir haber düştü. Katar'a da 12 milyar dolarlık savaş uçağı satmış. Biz bu oyunu ne zamana kadar tekrar tekrar yaşayacağız. Bizimle ilgili senaryoları bir birinin kopyası olarak yazdıkları halde aynı tuzaklara ne zamana kadar düşmeye devam edeceğiz?
Biz meselelere Allah'ın nuruyla, Onun kitabının bize verdiği perspektif ile bakmaya başladığımız anda ancak bu oyunları fark edip bu tuzaklara düşmekten kurtulacağız. Eğer biz o perspektiften bakmayı öğrenemezsek, eğer biz o nur ile, o basiret ile olaylara bakamazsak emin olun bir delikten iki değil 2 bin defa sokulmaya devam edeceğiz. Halbuki mümin 'aynı delikten iki defa ısırılmaz' ama biz onlarca defa aynı tuzaklara tekrar tekrar düşüyoruz. Rabbim sonumuzu hayır eylesin.
Daha önceki iftar programlarında, bu Ramazan boyunca sürekli vurguladığım bir şey daha var. Bu kardeşlik, birlik ve beraberlik vurgusundan başka bir de şunu söylüyorum: Eğer gerçekten biz kendi sorunlarımızı, kendi içimizde ki sorunlarımızı adalet temelinde çözmeye niyet edersek ve buna muvaffak olursak, kendi aramızda ki sorunları çözersek o zaman bizim birliğimiz pekişir. O zaman bizim kardeşliğimiz fiiliyata dökülür. O zaman yürekler toplu bir şekilde atar ve o zaman işte toplu bir şeklide atan yürekleri de artık toplar sindiremez. Savaş uçakları bilmem gelişmiş harp silahları birlik halinde olan bir milleti asla sindiremez. Birlik için ne olması gerekir dedik, şart olarak önce aramızda adaleti tesis edeceğiz.
Adalet demişken geçen ramazanda da benzer konulardan bir tanesi vardı. Şuanda cezaevlerinde ki doluluk oranı Ak Parti hükümetleri dönemi hariç, Cumhuriyet tarihinin en üst seviyesinden iki kat daha fazla olmuş. Öyle ilginç manzara ki 50 bin civarında FETÖ mensubu olduğu gerekçesiyle tutuklu insanlar var. Bunların önemli bir bölümü daha önce insanların tutuklanıp cezaevine girmesinde fiilen rol almış kolluk kuvvetleri, hakimve savcılar. Bir memleket düşünün ki o memlekette insanları soruşturan adli makamlar, adli kolluk, istihbarat birimleri, emniyet kuvvetleri hâkim ve savcılarının binlercesi cezaevinde ama onların yapmış olduğu soruşturmalar ile ceza alıp ceza evinde olanların sayısı da binlerce. Öyle bir çelişki var ki, yan yana koğuşlarda, bir tarafta daha sonra terör örgütü üyesi olduğu iddiasıyla tutuklanıp cezaevine konulmuş hakim ve savcı, bitişik koğuşta onun kendisine veya yandaşlarına alan açmak için zulmen ceza verdiği başka vatandaşlar. Ama hepsi yan yana bitişik koğuşlarda cezaevinde kalmaya devam ediyorlar.
Geçen bayram da hatırlıyorum şöyle bir temennide bulunmuştuk: 'inşallah zulmen cezaevine giren insanların ceza evlerinde geçirdiği son bayram olur.' Fakat bir daha bayram yaklaşıyor. Şurada bayrama 9 gün kaldı. Ama hala zulmen cezaevlerine girdiklerini artık devletin de kabul ettiği insanlar bu zulmü çekmeye devam ediyorlar, cezaevinde kalmaya devam ediyorlar.
Şu son günlerde dünden bu yana bir milletvekilinin duruşmada tutuklanıp Maltepe cezaevine gönderilmesiyle Türkiye gündemi meşgul oldu. Ana muhalefet lideri Ankara'dan İstanbul'a yürüyeceğini duyurdu. Adalet arıyormuş. İşin ucu sana dokununca mı adalet aramaya başladın? Şimdiye kadar adalet arayanların sesine niçin ses vermediniz, niçin kulak vermediniz? O şahıs sadece milletvekili olduğu için mi cezaevine girmesi bu kadar gündem oldu, ses getirdi? Peki hiç kimsesi olmayan, veya ensesi kalın dayısı olmayan tabiri amiyane ile gariban olduğu için insanlar cezaevlerinde çürüsün mü? Adalet bu mu? Bir toplumun içerisinde en güçsüz olanın, haklı iken hakkını en güçlü olandan korkusuzca talep edip almasına kadar o memlekette kimse adaletten bahsetmesin.
Biz burada bu vesileyle o kimsesiz olan, Allah'tan başka sahibi olmayan o gariban insanları, o adaletsizliklere maruz kalmış insanlar adına talep ediyoruz ve diyoruz ki, Adaleti, derhal, geciktirmeden yerine getirin, zulmen içerde olan insanlara bir çözüm, bir çare bulun. Bu bayramı çocuklarıyla geçirsinler. Bayramdan önce zulme uğramış tüm insanların uğramış oldukları o zulmden kurtulmaları ve bu önümüzdeki Ramazan Bayramını kendi çoluk çocuklarıyla birlikte geçirmeleri temennisiyle ben hepinizi Allah'a emanet ediyorum. Akşam namazının vakti dardır. Onu sıkıntıya sokmamak adına sözlerimi burada noktalarken tekrar hepinize ayrı ayrı davetimize icabetinizden dolayı teşekkür ediyorum.
Başı rahmet ortası mağfiret, sonu cehennem azabından kurtuluş olarak bize tarif edilen, müjdelenen Ramazan ayından hakkıyla istifade edebilmeyi ve bu Ramazan ayı hürmetine dünyası cehenneme dönmüş özellikle sınırlarımızın ötesinde bombardımanlar altında veya açlıkla pençeleşen kardeşlerimize de bu dünya cehenneminin sona erdiği, huzur ve sükûnet dolu günleri yaşamalarını Rabbimden niyaz ediyorum. (İLKHA)