Kitabını bize yol gösterici olarak gönderen Rabbimize hamd olsun…
İbni Kayyım (r.a) şöyle demiştir: “Namazı terk eden; ya malı ya reisliği ya memuriyet görevi ya da ticareti dolayısı ile terk eder. Malı, namazını kılmaktan engelleyenler Karun’la beraber; saltanatı, namaz kılmasını engelleyenler Firavun’la beraber; memuriyet ve vezirliği, namazını engelleyenler Haman’la beraber; ticareti, namazını engelleyenler de Ümeyye bin Halef ile beraberdirler.”
Kimilerimiz belki binlerce kez okumuşuzdur Müddesir Suresi’ni. Kuran-ı Kerim’in diğer sureleri gibi bu sure de sanki Kur’an’ın özeti gibidir. İlk ayetleri ayrı bir hikmet pınarı, orta ayetleri ayrı ve son ayetleri ayrı bir pınardır. Surenin okunup, ‘Sekar’ diye adlandırılan Cehennem ateşine götüren sebepler üzerinde tekrardan düşünmek gerekir. İşte Mü’minler’in imanına iman katacak olan o ayetler.
“Hayır. (Öğüt alamazlar.) Aya, çekilip gittiğinde geceye, aydınlattığında sabaha and olsun ki o (Sekar/Cehennem) insan için; içinizden ileri geçmek yahut geri kalmak isteyenler için uyarıcı olarak elbette en büyük bir şeydir. Herkes kazandığına karşın bir rehindir. Ancak ahiret mutluluğuna eren kimseler başka. Onlar cennetlerdedirler. Birbirlerine suçlular hakkında sorular sorarlar ve dönüp onlara şöyle derler: ‘Sizi Sekar’a ne soktu?’ Onlar şöyle derler: ‘Biz Namaz kılanlardan değildik, yoksula yedirmezdik, batıla dalanlarla birlikte biz de dalardık, ceza gününü de yalanlıyorduk, nihayet ölüm gelip bize çattı.’ Artık şefaatçilerin şefaati onlara fayda vermez. Böyle iken onlara ne oluyor da, öğütten yüz çeviriyorlar? Onlar sanki aslandan kaçan yaban eşekleridirler. Hatta onlardan her bir kişi, kendisine açılmış sahifeler verilmesini istiyor. Hayır, hayır! Onlar ahiretten korkmuyorlar. Hayır, düşündükleri gibi değil! Şüphesiz ki bu (Kur’an) bir uyarıdır. Artık kim dilerse ondan öğüt alır. Bununla beraber, Allah dilemedikçe öğüt alamazlar. O, takvaya (kendisine karşı gelmekten sakınmaya) ehil olandır, bağışlamaya ehil olandır.” (Müddesir / 32-56)
Müddesir Suresi, Fetret-i Vahiy’den sonra nazil olan surelerdendir. ‘Ey örtüsüne bürünen!’ hitabıyla başlayıp, kendisine mal ve evlatların verilmesine rağmen, iman etmeyen kişiler yerildikten sonra bir sahne serilir gözler önüne. Kıyamet kopmuş, Mizan kurulmuş, Hesap görülmüş ve herkes hak ettiği yere gitmiştir. Amel defterleri sağ tarafından verilenler, Allah’ın iradesine uygun bir inanç ve amel çizgisi benimseyip, hayat boyunca bu çizgide sebat eden Mü’minlerdir. Bunlar, Cennetin tarif edilmez nimetleri içinde yaşarlarken, kendileriyle dünyada beraber olup, orada beraber olamayanların haline şaşarak sorarlar.
“Ey Sekar’da olanlar! Bunca güzelliğe kavuşmak varken, bu nimetler içinde sonsuza kadar yaşamak varken, ne tür bir kabahat işlediniz de, derileri kavuran, geride bir şey bırakmayan Sekar’ın içinde azaba müstehak oldunuz?” Verilen cevap, üzerinde düşünülmesi gereken bir cevaptır. “Namaz kılanlardan değildik.” Neden kısaca “iman edenlerden değildik” demiyorlar da “Namaz kılanlardan değildik” diyorlar?
Çünkü Namaz, Allah (c.c)’a iman ve itaati temsil eder. “Namaz; dinin direğidir, onu terk eden dinini yıkmıştır” diyor Resulullah (s.a.v). İmanı ayakta tutan Namaz ise, yokluğu küfre mi götürür?
İmanı kuvvetlendiren, ayakta tutan namazdır. Onun terki kişinin küfre düşmesine sebep olabilir.(1) Yüce Rabbimizin “Oku” emri ile başlayan ilahi çağrı, hemen akabinde namaz ile devam etmiştir. Kur’an-ı Kerim’in sureleri gerek nüzul sırasına göre incelensin, gerekse de tertip sırasına göre, görülür ki namaz ilk sıralarda yer alır. Çünkü Hakk’ın divanına durmaktır namaz. Yaratıcı ile irtibatı daima canlı tutan bağdır. Gün içerisinde yapılan ve yapılacak olan tüm şeylerin bir raporunu sunmaktır Yüceler Yücesine. Onun içindir ki; şuur ve ihlâs ile yerine getirilirse kişiyi her türlü fahşadan korur. Güne Allah (c.c) ile başlayıp Allah (c.c) ile bitirmeyi sağlar. Tüm plan ve programların temeli olur. Kulun Rabbi ile baş başa kalma anıdır. Manevi bir konuşma geçer kul ile Rabbi arasında.
Namaza duran kul kıbleye dönüp, niyet ettikten sonra, ‘Allah-u Ekber’ deyip ellerini kaldırınca şöyle der; “Ey kendisinden başka ibadete layık bulunmayan Rabbim! Senin dışındaki her şeyi elimin tersi ile itiyorum. Huzurunda ellerim bağlı, ibadeti Sana yaptığım gibi, yardımı da yalnız Senden istiyorum. Önünde eğilip, tüm noksanlıklardan tenzih ederim Seni. Ey kendisine hamd edenleri işiten Rabbim! Şeref timsali olan alnımı yalnız Senin için yerlere sürüyorum. Çünkü biliyorum ki, Senin için yere yüz süren, başkası için eğilmez. En şerefli de o olur. En sonunda da selam gönderiyorum sevgili Nebine, tüm salih kullarına ve daima yanımda bulunan Şerefli Yazıcılara…”
İnsanlık tarihiyle beraber var olan ibadettir namaz. Hayat rehberimiz, yüce kitabımıza baktığımızda şekil ve şartları farklı da olsa, her peygamberin şeriatında var olan baş ibadettir. Hz. Şuayb (a.s)’ın kavmi kendisine karşı çıkınca şöyle diyorlardı: “Ey Şuayb! Babalarımızın taptığını bırakmamızı emreden veya mallarımız konusunda istediğimiz gibi davranmamızı yasaklayan senin namazın mıdır?” (Hud / 87) Demek ki hakkıyla kılınan bir namaz kişinin tüm hayatını olumlu yönde değiştirme gücüne sahiptir. Hz. Peygamber (s.a.v)’e, namaz kıldığı halde bazı huyları iyi olmayan bir genç haber verilince şöyle demiştir; “Hakkıyla namaz kılıyorsa, namazı o davranışları bırakmasına sebep olur.”
Namaz tüm ibadetlerin özetidir. Diğer ibadetler için, zorluk ve meşakkatler anında yapmama imkânı verilmişken namaz için böyle bir ruhsat verilmemiştir. Her şart ve ortamda, hafifletilmiş ve şartları değiştirilmiş bazı şekillerle de olsa eda edilmesi gerekir. İnsanın en zor durumda olduğu, savaş ve korku anlarında bile, fırsat bulunduğu an kılınması gerekiyorsa, namazı kazaya bırakmanın başka bahanesi olabilir mi? İşten-okuldan fırsat bulamamak, yolculukta olmak, misafirliğe gitmek, ev işlerine dalmak, çocuklarla uğraşmak… Ve daha başka bahanelerle namazı kazaya bırakmayı Rabbimiz (c.c) affeder mi? Fıkıh âlimlerimiz; namazı tembellik ve hafife alma sebepleriyle kılmayanlar için, ciddi tedbirler alınması gerektiğini belirtmişlerdir.
İslam’ın ve Müslümanların şiarlarından olan namaz, Mü’minlerin Kur’an’da sayılan özelliklerinin başında gelir. “Bunları; ticaret de, alışveriş de Allah’ı anmaktan, namaz kılmaktan ve zekâtı vermekten alıkoymaz. Bunlar gönüllerin ve gözlerin fırıl fırıl döneceği günden korkarlar.” (Nur / 37)
İbni Kayyım (r.a) şöyle demiştir: “Namazı terk eden; ya malı ya reisliği ya memuriyet görevi ya da ticareti dolayısıyla terk eder. Malı, namazını kılmaktan engelleyenler Karun’la beraber; saltanatı, namaz kılmasını engelleyenler Firavun’la beraber; memuriyet ve vezirliği, namazını engelleyenler Haman’la beraber; ticareti, namazını engelleyenler de Ümeyye bin Halef ile beraberdirler.”
“Beni anmak için namaz kıl” (Taha / 14) diye emreden Rabbimiz, “Ailene namazı kılmalarını emret. Kendin de onda devamlı ol” (Taha / 132) buyurarak, kişinin gerek kendisini gerekse de aile ehlini Sekar’dan korumalarını öğütlemiştir. Namaz, ahirette Cehennemden koruyacağı gibi, dünya hayatında da, zorluk ve sıkıntıların reçetesidir. “Sabır ve namaz ile Allah’tan yardım isteyin. Bu derinden saygı duyanların dışındakilere ağır gelir. Onlar Rabblerine kavuşacaklarını ve O’na döneceklerini bilirler.” (Bakara / 45)
Âdemoğlunu tek bir an bile boş bırakmayan İblisin, vesveselerini en şiddetlendirdiği vakit şüphesiz sıkıntı anlarıdır. İşte bu anlarda onu alt edip Rabbin huzurunda durabilmek de muttakilerin özelliğidir…
Beden ile yapılan bir ibadetten sonra, Sekar’dakilerin orada olmalarının ikinci sebebi, mal ile yapılması gereken ibadeti terk etmeleriydi. “Yoksula yedirmezdik.” Kur’an ayetleri üzerinde düşünüldüğünde; namaz kılmanın ve mal ile yardımın birçok yerde beraber zikredildiği görülür. Mü’minlerin diğer bir özelliğidir, mallardan harcamak. “Onlar mallarından muhtaç ve yoksula bir hak ayırmışlardır.” (Zariyat / 19) Yine; “Onlar ki; bollukta ve darlıkta verirler, öfkelerini yutkunurlar. İnsanların kusurlarını affederler” (Al-İmran / 134) buyrulur.
“Birinize ölüm gelip de; ”Rabbim! Beni yakın bir süreye kadar ertelesen de, sadaka versem ve iyilerden olsam” diyeceği zaman gelmezden önce, size verdiğim rızıklardan sarf edin!” (Münafikun /10) diyerek, uyarıyor bizi Yüce Rabbimiz. Ecel ne öne alınır ne de ertelenir. Hayattayken kişinin kendi elleriyle yaptığı hayırların kendisine faydası vardır. Öldükten sonra arkasından yapılan, hayır ve hasenatın sevabı kendisinin yaptığı kadar değildir. Rablerinin rızası için verip, verdiklerinin peşine düşmeyen kişilerin misali, her biri yedi başak bitiren ve her başakta da yüz tane olan tohum gibidir. Yani bire yedi yüz olacak şekilde çoğaltılır verdikleri. Dünyada cimrilik edilip de verilmeyen şeylerin, ahirette sahiplerinin boynuna dolanan yılanlar olacağı da unutulmamalıdır.
Sekar’dakilerin üçüncü özelliği ise; “Günaha, batıla dalanlarla birlikte biz de dalıyorduk” itirafıdır. Batıla dalanlar, hayatlarını Kur’an ve sünnetin belirlediği sınırlar dışında yaşayanlar, hak ölçülerine göre yaşamayanlardır. Uzak durulmalı bunlardan.” "Kişi sevdiğiyle beraberdir” der Fahr-ı Kâinat Efendimiz (s.a.v). Muhabbet beslediğimiz, kendimize sırdaş edindiğimiz kişilere dikkat etmeliyiz.
Namazı kılmamak, Allah (c.c)’ın verdiği mallardan yoksulun hakkını vermemek ve günahkârlarla beraber günaha dalmanın yegâne sebebi , "Ceza gününü yalanlıyorduk" itirafında gizlidir. Ahirete kesin kes inanan kişi, yapıp ettiklerinin hesabını da vereceğine inanır. Dünya hayatını ona göre şekillendirir. Atacağı her adımı düşünerek atar. Söyleyeceği her sözü kulağı işitecek şekilde söyler. Ahirete inanma; hayatın her anında, bütün yapılacaklardan sorguya çekileceğinin, hesap vereceğinin farkında olarak yaşamayı ifade eder. Gaflet içerisindeyken, ölüm gelip çatınca; Allah (c.c)’ın dilediklerinden başkasına şefaat fayda vermez. Kur’an’dan yüz çevirmenin mazereti olamaz. Aslandan korkup kaçan yaban eşekleri gibi olmamak için Kur’an’dan öğüt almalı, ona göre yaşamalıyız bu dünya hayatını.
Rabbim cümlemizi Sekar’ın azabından muhafaza eylesin. (Âmin)
Rana Çeçen / Nisanur Dergisi / Ocak-Şubat 2012
Rana Çeçen / Nisanur Dergisi / Ocak-Şubat 2012