Dil, insana verilmiş büyük ilahi nimetlerden biridir. Çünkü insan, Allah'a yakınlaşmak için yaptığı zikrin büyük bir kısmını dil ile gerçekleştirmekte ve iletişimini dil vasıtasıyla sağlamaktadır. Allah Teâlâ her türlü ihtiyacını gidermesi için insana konuşma gücü vermiştir. İnsan gereği kadar konuştuğu yani ya Allah'ı zikretmek, ya emr-i bil ma'ruf ve nehy-i anü münker yapmak, ya da zaruri olan meramını anlatmak için konuştuğu takdirde bu büyük ilahi nimetten doğru bir şekilde faydalanmış olur. Ancak faydasız ve gereksiz şeyler konuşursa bu büyük ilahi nimete karşılık küfran-ı nimet etmiş olur. Çokça şakalaşmak, boş şeyler konuşmak ve beyhude sözlere kulak asmak kalbi öldürür.

Nitekim Resul-i Ekrem(s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Allah'ın zikri dışında aşırı derecede fazla konuşmaktan sakınınız. Zira çok konuşmak Allah'ın zikri dışında kalbin katılaşmasına sebep olur ve Allah'tan en uzak olan kimse ise kalbi katılaşmış olandır.”

Sahabeden bazısı şöyle dedi: “Kalbinde kasvet, bedeninde bir zayıflık, rızkında bir darlık görürsen, bil ki, üstüne düşmeyen, dünya ve ahiretine yaramayan şeylerden söz etmişsindir."

İnsan, gereğinden fazla konuşmamalı, faydasız ve lüzumsuz sözlerden, hatta çirkin ve Allah'ın zikri dışındaki sözlerden kaçınmalıdır. Zira Resul-i Ekrem(s.a.v) şöyle buyurmaktadır: “Kişinin İslami güzelliklerinden biri de (manasız, faydasız) ve kendisini ilgilendirmeyen şeyleri terk etmesidir.”

Bir rivayete göre şöyle anlatıldı:

Lokman Hekim, Habeşli bir köle idi. Bir gün efendisi ona şöyle dedi:

"Evlat, bize şu koyunu kes, en güzel yerinden iki parça et getir.

Lokman Hekim, koyunun dilini ve kalbini getirdi. Bir başka sefer, yine efendisi ona şöyle dedi: "Bize şu koyunu kes, en kötü yerinden iki parça et getir." Lokman Hekim, yine koyunun dilini ve kalbini getirdi. Efendisi, bunun manasını sordu, o da şöyle açıkladı: "Bu cesette, o iki parça etten daha güzeli yoktur, eğer iyilik yolunda olursa. Yine bu cesette, o iki parça etten daha kötüsü yoktur, eğer kötülük yolunda olursa."

Nasıl ki deprem gibi doğal afetler, binaları yerle bir edip büyük felaketlere yol açıyorsa, dil nimeti de şer yolunda kullanıldığı zaman ümmetin birliğini bozacak kadar büyük bir afete dönüşür. Eğer onu terbiye ederek ehilleştirir ve dizginlerini ele alırsak ondan hayır yolunda faydalanabiliriz. Eğer ehilleştiremez de onu kendi haline bırakırsak, kısa bir süre zarfında öyle bir hal alır ki, kiminle konuşursa gıybet konuşur, karıştığı her topluluğa fitne ve fesat tohumlan eker, iman ve kardeşlik bağlarını koparır. Hem sahibinin hem de toplumun kalbinde telafisi mümkün olmayan derin yaralar açar. Dilin şerrinden ancak hayır konuşan veya sükût edenler kurtulur.

Nitekim Resul-i Ekrem (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Susan kurtulmuştur."

İnsanın dilini koruyabilmesi için çok konuşmaktan kaçınması, ölçülü konuşması, Allah'ın rızasını kazandıran ve ahiret gününde kendisine fayda veren şeyleri konuşması gerekir. Eğer bunu yapamıyorsa sükût etmelidir ki selamet bulsun. Çünkü selamet sükûttadır. Şeytan, ancak sükûtla mağlup edilir.

Allah, ahiret gününde her insanı konuşmalarından dolayı hesaba çekecek, zamanını ve enerjisini nerede tükettiğini bir bir soracaktır.

Nitekim bir rivayete göre:

Muaz b:Cebel (r.a) Yemen'e gönderildiği zaman, Resulullah'tan nasihat istedi.

Resulullah (s.a.v) dilini işaret etti ve şöyle buyurdu:

“Sana şu dile sahip olmanı tavsiye ederim." Muaz b. Cebel (r.a) dedi ki:

"Ya Resulullah! Biz söylediklerimizden sorumlu muyuz?"

Resulullah (s.a.v) şöyle buyurdu:

"Ey Cebel'in oğlu! İnsanları ateşe yüz üstü sürükleyen, dillerinin kazancından başka ne olabilir?"

Kur'an'a göre şekillenmeyen toplumlarda tevhid yerine şirk, iman yerine küfür, adalet yerine zulüm hâkim olur. Böyle toplumlarda ins ve cin şeytanlar, iman ehlini fitneye düşürmek için teyakkuz halinde beklemektedirler. Nebevi yolda yürüyen fertlerin şeytandan korunabilmesi için, gıybet, dedikodu, nemime gibi büyük günahlardan dilini muhafaza etmesi gerekir. Zira iç dünyasında bir inkılâp gerçekleştiremeyen; dış dünyasında bir inkılâp gerçekleştiremez ve İslami davanın bir neferi olamaz. İç ve dış dünyamızda bir inkılap gerçekleştirebilmemiz için en büyük düşmanımız olan nefs-i emmare ile çok yönlü bir savaşa girerek onu yenmemiz gerekir. Nefisle cihad etmek o kadar önemli ve hayati bir savaştır ki Resul-i Ekrem(s.a.v) onu Cihad-ı ekber olarak tarif etmiştir. Çünkü söz ve amellerimizin, ahiretteki akıbetimizin nasıl olacağı nefsin durumuna bağlıdır. Eğer nefsin dizginlerini elimize alabilirsek o zaman dilin afetlerinden korunabilir ve ruhen kemale erebiliriz. Aksi halde çirkin ahlak ve kötü amellere yönelmemiz kaçınılmazdır. Onun içindir ki Resul-i Ekrem(s.a.v) nefis ile cihad etmeyi bize emrederek şöyle buyurmuştur: "Kişinin asıl düşmanı nefsidir." "Gerçek mücahit, nefsiyle cihad edendir." Buna göre bir Müslüman her şeyden önce kendisini ıslah etmeli ki, başkasını ıslah edebilsin. Şeytanı ve nefs-i emareyi yenebilmenin ilk adımı dili gıybetten korumaktır. Çünkü konuşması düzgün olanın diğer amelleri de düzgün olur.

Resul-i Ekrem(s.a.v), bir rivayette şöyle buyurdu: "Âdemoğlu sabahladığı vakit tüm azalar hep birlikte dil için yalvarırlar. Dile hitaben şöyle derler:

"Bizim hakkımızda Allah'tan kork! Eğer sen, doğru olur­san biz de doğru oluruz. Eğer sen, bozulur eğri yola saparsan, haktan ayrılırız."

Diğer bir rivayette Resul-i Ekrem(s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Kulun kalbi doğru olmadıkça imanı doğru olamaz. Dili doğru olmadıkça kalbi de doğru olamaz."

İnsan, ilahi nimeti zayi etmemek için dünyevi meseleler hakkında gereğinden fazla konuşmayıp onun yerine dilini Allah'ı zikirle, duayla, istiğfarla, ilmi ve faydalı sosyal ve kültürel meselelerle meşgul etmelidir.

Nitekim Resul-İ Ekrem(s.a.v) şöyle buyurdu: " Allah Teâlâ her konuşanın dilinin yanındadır. Binaenaleyh ne söylediğini bilen kişi Allah'tan korksun."

Gıybet/Mehmet Ensari