Genç adam, ömür boyu, iki cephede dövüşecektir:
1) Aşırı gelenekçilerle. Taassup erbabı, medrese veya cami köşesine çekilip, bir örümcek ağı kurmuş; İslâm'ı toplumdan ayırmıştı; her düşünce hamlesine karşı koyuyordu.
2) Köksüz ve taklitçi aydınlarla. Bunlar da, yepyeni ve çok tehlikeli bir skolastiğin kurbanıydılar. Avrupa'dan gelen bir skolastik. Şeriatî de, Fransız Fanon'la beraber haykırıyordu: “Gelin dostlar gelin, Avrupa'dan uzaklaşalım. Maymun gibi taklit etmeyelim Avrupa'yı. Boyuna insanlıktan söz eden Avrupa, her bulunduğu yerde insanı yok etmiştir.”
Şeriatî'ye göre, doğru düşünce doğru bilginin başlangıcıdır, doğru bilgi de imanın... Yalınkat ve şuursuz bir inanç, çok geçmeden fanatizme ve hurafeye dönüşür; sosyal inşa için bir engel olur. Kafalar değişmedikçe, toplumda derin bir değişiklik beklenemez. Hızla gelişen modern dünyada ihtiyaç duyulan böyle bir ideolojik ve entelektüel değişikliktir.
İslâm'ı doğru tanımak, ancak, tevhide dayanan bir tarih felsefesiyle ve toplumun gerçek yüzünü olduğu gibi ifade eden bir «şirk sosyolojisi»yle mümkündür. Belli bir zamana, belli bir mekâna bağlı beşerî bir ideoloji değildir İslâm. İnsan tarihinin bütününü kucaklayan bu ırmağın kaynağı uzak dağlardadır. Kayalıklarda dolaştıktan sonra dökülür denize. Peygamberlerle sahabeler zaman zaman akışını hızlandırır. Tarih, Hak`la batıl, tek tanrılı dinle çok tanrılı din, ezilenlerle ezenler, budalalarla üçkâğıtçılar arasında bir savaştır.