Çevresini Aşan Bir Şahsiyet

Dünyanın hemen hemen bütün şahsiyetlerinin yetişmelerinde çevrelerinin rolü büyük olmuştur. Fakat sözünü ettiğimiz insanın bambaşka bir özelliği vardır. Bu insanın yetişmesinde çevresinin hiçbir rolü olmadığı görülür. Arabistan'ın o zamanki durum ve koşullarının böyle bir tarihi şahsiyetin doğmasına müsait olduğu da söylenemez. Arapların en çok ihtiyaç duyduğu belki de aşırı milliyetçi bir liderdi. Böyle bir lider kabileler arasındaki kavga ve çekişmeye son verip Arapları bir millet haline getirebilir, ülke içinde birlik sağlayarak ve çevredeki ülkeleri fethederek güçlü bir Arap krallığı kurabilir ve nihayet, Arapların siyasi ve iktisadi gelişmesini mümkün kılabilirdi. Bu liderde Arapların bütün kötülükleri bulunabilir ve baskı, zulüm, acımasızlık, katliam, hile, desise ve mümkün olan her kötü yola başvurarak milletinin geleceğini teminat altına almaya çalışabilirdi. Arap toplumunun o günkü yapısı yukarıda özelliklerini saydığımız bir liderin ortaya çıkmasını gerektiriyordu. Hegel'in tarih felsefesi veya Marks'ın tarihin maddi yorumu açısından, böyle bir ortamda çevrede yalnızca bir ulusu birleştirebilecek ve devlet kurabilecek bir liderden başka birine ihtiyaç olmadığına inanırsınız. Ama Hegel ile Marks'ın felsefeleriyle aşağıdaki durumun izahı mümkün olabilir mi?

Bir yandan o zamanki Arabistan ve hatta bütün dünyanın perişan halini göz önünde bulundurun, diğer yandan güzel ahlâkı öğreten, insanlığı ıslah eden, nefisleri temizleyen ve cahiliyenin tüm evham ve hurafelerini yok eden birini düşünün. Öyle biri ki, bakışları ülkesi, halkı ve ırkının bütün sınırlarını aşıp dünyaya ve bütün insanlara uzanmıştı. O, sırf kendi yandaşları veya vatandaşları için değil, bütün İnsanlar için cihanşümul bir ahlaki, manevî, medeni ve siyasi nizamın temellerini attı. O, sosyal ve ekonomik meseleler ile milletlerin siyaseti ve uluslararası ilişkilerin sağlıklı temellere dayandırılması ve çözümlenmesini hayal âleminde değil, yaşadığımız gerçekler dünyasında sağladı. O, maddiyat ile maneviyatı öylesine dengeli biçimde birleştirdi ki, herkes O'nun hikmetine ve basiretine hayran kaldı. Şimdi kalkıp siz bu insanın Arap cahiliye devri ve ortamının bir ürünü olduğunu söyleyebilir misiniz?

Tarihi Oluşturan Şahsiyet

Şurası bir gerçektir ki bu insan, kendi çevresinin ürünü değildi. Fakat bu noktayı iyice inceleyecek olursak, şahsiyetinin zaman ve mekân sınırlarını da aştığını göreceğiz. Uzak görüşlülüğü çağın koşullarını bir yana bırakıp yüzyılları bir anda kapsamıştır. O, bütün insanları zaman tünelinden geçirmiş, onları her çağda ve her ortamda tasavvur edebilmiştir. Bu sebepten dolayıdır ki, İnsanlar için her devirde ve her şart altında geçerli ve uygulanabilir hayat kurallarını tanzim etmiştir. O, tarihin yıprattığı kişi ve varlıklardan değildir. O, diğer büyük şahsiyetler gibi sadece kendi çevresi veya dönemi için iyi sayılan bir lider değildir. O, herkesten ayrı, herkesten seçkin öyle liderdir ki tarihin akışıyla hareket etmiş ve her çağda kendi çağındaki kadar yeni ve ilerici görülmüştür.

Genelde cömertçe "tarihi oluşturanlar" olarak vasıflandırılan kişiler aslında "tarihin oluşturduğu" kişilerdir. Gerçekten bütün insanlık tarihinde "tarihi oluşturan" bir tek kişi varsa, o da işte peygamberdir. Tarihi, araştırıcı bir zihniyetle ele alacak olursak, bütün ihtilâl, inkılap ve ıslahat yapan kişi ve liderlerin zamanın şartlarından büyük ölçüde yararlandıklarını görürüz. Pek çok durumlarda bugün ani ve harikulade olarak nitelendirebileceğimiz devrim ve değişiklikler için şartların hazır olduğunu anlayabiliriz. Çoğu hallerde devrim için zeminin elverişli olduğuna, hatta devrimin yönünü tayin edecek şartların bulunduğuna tanık oluruz. Bir devrimcinin görevi bu şartları fikirden eyleme dönüştürmek olmuştur. Yani başka bir deyimle, büyük devrimci ve devlet adamı dediğimiz pek çok lider, genellikle sahnesi hazır ve rolü belirlenmiş birer oyuncudan farksızdır. Fakat tarihi oluşturan ve gerçek bir devrim yapan bu kişiye bakın ki ihtilâl ve inkılâbın şartlarını kendisi oluşturmuştur, inkılap için malzemeyi kendisi hazırlamıştır. İnkılâbın ruhu ve bunu gerçekleştirecek, yaşatacak hiçbir şey ortada yokken, yeni bir ruh, yeni bir insan türü ortaya koymuştur. Kendi kişiliğini eriterek binlerce kişinin kalbine girmiş ve onları istediği hale ve kıvama getirmiştir. Kafa ve kalp birliği ve çelik gibi irade gücüyle devrimin şartlarını kendisi hazırlamıştır. Bu devrimin şeklini ve yönünü kendisi tayin etmiştir. Sonra yine kendi irade gücüyle hadiselerin seyrini değiştirmiş ve istediği istikâmete götürmüştür. Tarihin oluşumunu böylesine etkileyen ve böylesine harikulâde bir değişimi meydana getiren bir başka, inkılapçı var mıdır?

Şimdi gelin şu soruyu kendi kendimize soralım: Bin dört yüz yıl önceki karanlık dünyada, Arabistan gibi en karanlık ülkenin bir köşesinde önce çobanlık, daha sonra ticaretle uğraşan, okuma yazması olmayan bir kişide bu ani değişiklik, bu muazzam devrim nasıl meydana geldi? Nasıl oldu da bu sade vatandaş böyle münevver bir kişi oluverdi? Bunca güç, bilgi, yetenek ve terbiyeyi nerden kazandı? Siz derseniz ki bunların hepsini kendi­si bulmuştu, hayal gücünü kullanmıştı. Ben derim ki eğer bunları kendisi bulmuşsa O'nun peygamberlik değil, tanrılık iddiasında bulunması gerekirdi. Şayet o böyle bir iddiada bulunsaydı, Rama'yı ilâh ilan eden, Krişna'yı mücessem tanrı olarak kabul eden, Buda'ya tapmaya başlayan, Hz. İsa`yı kendiliğinden Allah'ın oğlu mevkiine çıkaran ve hatta ateş ile rüzgâr ve suya tapan bu dünyanın insanları, böylesine dirayetli ve meziyetli bir kişiyi tanrı olarak kabul etmekten çekinmezlerdi. Fakat bakın O, kabiliyetini ve fevkalâde kuvvetlerini kendisine mal etmiyor ve "Ben de insanım, tıpkı sizin gibi, hiçbir şey benim değildir. Bende ne varsa Allah vergisidir. Bütün dünyada eşi bulunmayan bu kelâm, bu harika sözler benim değildir, bu benim kafamın mahsulü değildir. Bu, kelimesi kelimesine Allah'tan gelmiştir ve bunun için bütün hamdler Allah'a olsun. Başardığım işlerin, çıkardığım kanunların, size öğrettiğim usullerin hiçbiri, ama hiçbiri, düzmece değildir. Benim aklım ve gücüm bu büyük işleri başarmaya yetmez. Adım adım Rabbimi izlerim, her konuda benim yol göstericim O'dur. Her an O'na muhtacım. Bana O'ndan işaret gelir gelmez ağzımı açar, adımımı atarım" diyor.