Av. Hasan Bozdaş

I. Uluslararası Suçlar Mahkemesi Yargılamasına Bakış

Bangladeş, 26 Mart`ta bağımsızlığının 46. yılını kutladı. 1971 Bağımsızlık Savaşı, günümüzü de etkileyen önemli bir olgu olarak tarihe geçti. Ülkenin kurucusu Şeyh Mucibur Rahman`ın kızı Awami Ligi lideri başbakan Şeyh Hasina Vecid, modern dünyanın gözü önünde en büyük iki muhalif yapıyı, iki siyasi partiyi 1971 yılında işlendiğini iddia ettiği suçlar nedeniyle siyaset arenasından silme girişiminde bulundu. Bunlardan biri, Mevdudi`nin yol göstericiliğinde kurulan Bangladeş Cemaat-i İslami Partisi idi. Parti, ülkenin yüksek mahkemesi tarafından kapatıldı. Parti yönetimindeki isimler, henüz daha öğrenci oldukları dönemde yaşanan bağımsızlık savaşı sırasında Pakistan lehine soykırım suçu işlemekten ve dolayısıyla vatana ihanetten yargılandılar.

Bağımsız yargılamanın ve evrensel ceza hukuku ilkelerinin çiğnendiği duruşmalar gerçekleştirildi. Uluslararası Suçlar Mahkemesi(ICT) adıyla kurulan bu mahkeme, elbette uluslararası bir statü edinmediği gibi soykırım gibi evrensel yargılamaya dâhil suçluları yargılayan diğer mahkemeler ile hiçbir hukuki benzerlik taşımamaktaydı. Tüm yargıçlarının iktidar tarafından atandığı, savunma tarafının tanık, beyan gibi haklarının kısıtlandığı bu mahkemelerde, Bangladeş Cemaat-i İslami Partisi`nden ve Bangladeş Milliyetçi Partisi`nden üst düzey isimler yargılandı.

Bu yargılamalar neticesinde, Cemaat-i İslami Partisi`nin o dönemki genel başkanı Mevlana Muti`ur Rahman Nizami, yönetimdeki isimleri Abdül Kadir Molla, Muhammed Kameruzzaman,  Ali İhsan Muhammed Mücahid ve Mir Kasım Ali katledildi. Cemaat-i İslami`nin önceki genel başkanı Gulam Azam ve Ebu`l Kelam Yusuf cezaevinde hayatını kaybetti. Mevlana Dilaver Hüseyin Saidi`nin idam cezası müebbet hapis cezasına çevrildi. Firardaki Ebu`l Kelam Azad`ın gıyabında ise idam cezası verildi.

İngiltere`de yaşayan Muinud`din Çovdari`nin de gıyabında ölüm cezası verilirken,  Bangladeş Milliyetçi Partisi milletvekili Selahaddin Kadir Çovdari hakkındaki idam cezası uygulandı. Bangladeş Milliyetçi Partisi lideri Halide Ziya hakkında ise, birçok yolsuzluk soruşturması başlatılarak ev hapsi gibi cezalar infaz edildi. Neticeten Awami Ligi, kendisine siyaseten tehdit oluşturabilecek partiler üzerinde baskı mekanizması kurdu. Özellikle Bangladeş Bağımsızlık Savaşı sırasında yaşananları ciddi bir koz olarak elinde tutarak meşruiyetini ve iktidarını güçlendirmeyi amaçladı.

Yargılamalar, uluslararası camia tarafından da bir anlamda onaylandı. İngiltere, ICT`nin kuruluşunu desteklediğini beyan ederek ülkenin 40 yıl önceki olayların sorumlularını yargılamaya hakkı olduğunu beyan etti. Amerika, Fransa ve Almanya da, benzer açıklamalar yaparak ülkenin iç meselesi olduğunu ifade etti. Avrupa, prensipte idam cezasına karşı olduğunu belirtse de idamlara ve siyasi yargılamalara ses çıkarmadı.

Cemaat-i İslami Partisi tabanının gösterileri çoğu zaman ölüm ve gözaltılarla neticelendi. Çoğu Cemaat mensubu, RAB adı verilen özel harekâtın mensuplarının hedef gözetmesiyle katledildi, özellikle partinin gençlik yapılanması İslami Çatra Şibir mensupları, birçok hukuk dışı uygulama ve işkenceyle karşılaştı. Bununla birlikte birçok şehirde, Cemaat`e mensup gençler faili meçhul şekilde katledildi, işkencelerle öldürülmüş bedenlerine rastlandı. Tüm bunlar insan hakkı kuruluşlarının notlarına girdiyse de hiçbir şekilde uluslararası kamuoyu gündeme almadı.

Cemaat-i İslami Partisi liderlerinin bazıları, diğer İslam ülkelerinde de kabul gören tefsir ve fıkıh âlimlerinden oluşmaktadır. Mevlana Dilaver Hüseyin Saidi, bunların başında gelmektedir. Suudi Arabistan, İran ve diğer İslam ülkelerinde meşruiyeti olan bir din adamı olan Saidi hakkındaki idam kararına İslam ülkelerinden cılız da olsa bir tepki gelmişse de, diğer liderler hakkındaki kararlara Türkiye haricinde ciddi bir kamuoyu oluşmamıştır.

Awami Ligi`nin önderlik ettiği koalisyon, sosyalist esaslara dayalı seküler bir Bangladeş tahayyül etmektedir, Bengal milliyetçiliği de bu tahayyülün olmazsa olmazlarındandır. Cemaat-i İslami`nin İslami prensiplerine karşılık, Bangladeş Milliyetçi partisi de İslamı dışlamayan bir milliyetçi oluşuma önderlik etmektedir. Awami Ligi`nin dış ilişkileri göz önüne alındığında, seküler yapının dindar oluşumlara neden savaş açtığı oldukça anlaşılabilir olacaktır. Filistin`de Hamas, Mısır`da İhvan-ı Müslimin`e olan karşı duruşlar, Bangladeş`te Cemaat-i İslami ile tamamlanmaktadır. Bu da Müslüman bir siyasi duruşa tahammül edilemediğinin açık göstergesidir.

II. Bangladeş`in Son Dönem İç Sorunları

Yakın zamanda Myanmar`ın Arakan eyaletinde başlatmış olduğu askeri hareketlilik, sınır komşusu Bangladeş`i de etkilemiştir. Myanmar, Arakanlıların aslen Bengal olduğu savıyla, Arakan eyaletindeki Müslüman nüfusu sürgün etme politikası gütmektedir. Naf Nehri`ni geçebilen Arakanlılar, Bangladeş ormanlarında, derme çatma kulübelerde ve gayrı resmi kamplarda zaman zaman ot, yaprak ve ağaç kabuğu yiyecek yoksunluktadır. BM`nin Bangladeş`teki göstermelik Arakan kampı, ülkedeki Arakanlı nüfusun onda biri dahi değildir. Bangladeş, ekonomik olarak dünyanın en yoksul ülkeleri arasında yer almakta, nüfus yoğunluğunun fazla olmasından ötürü kişi başına düşen milli gelir yıllık 1.400 dolar civarındadır.

Bangladeş, ülke içerisinde ciddi terör olayları ile de karşılaşmaktadır. Hem sol hem radikal birçok silahlı grup ülke içerisinde zaman zaman eylemler gerçekleştirmektedir. Nitekim son olarak 24 Mart`ta, başkent Dakka`da Bangladeş Uluslararası Havalimanı önündeki polis kontrol noktasında IŞİD mensubu bir canlı bomba tarafından gerçekleştirilen eylemde herhangi bir ölüm/yaralanma gerçekleşmemiştir. 17 Mart`ta da benzer bir eylem gerçekleştiren IŞİD mensupları yine bir polis noktasını hedef almışlardı. 18 Mart`ta ise patlayıcı yüklü motosiklet kullanan bir eylemci, polis tarafından etkisiz hale getirilmişti. Bir hafta içerisinde 3 farklı IŞİD eylemine ev sahipliği yapan Bangladeş`te polis, yakın zamanda operasyon için düğmeye basmış ve onlarca kişiyi gözaltına almıştır. Sylhet`te devam eden operasyonlarda teröristlerle birlikte güvenlik güçlerinden de ölümler gerçekleşmiştir.

Uluslararası Af Örgütü`nün son raporları ışığında, haksız yargılamalar, işkenceler, keyfi öldürmeler ve diğer kötü muamelelerin oldukça arttığı Bangladeş`te ifade ve basın özgürlüğünün de ciddi şekilde kısıtlandığı görülmektedir. Son bir yıl içerisinde BNP ve Cemaat-i İslami partilerine mensup en az 90 kişinin kaybolduğu raporlanmıştır. İktidar aleyhine yayın yapan gazete ve gazeteciler soruşturmalardan geçirilmiş, birçok gazeteci tutuklanmıştır.

III. Bangladeş-Hindistan İlişkilerinde Yeni Dönem

Bangladeş`in yakın dönem dış politikası, Hindistan`la gergin ilişkiler üzerine kuruludur. Bunda elbette Hindistan`la yaşanan sınır anlaşmazlığının, bu nedenle de sınır olaylarının ciddi önemi bulunmaktadır, bu sınır olayları kapsamında 2000-2010 yılları arasında 1.000 civarında Bangladeşli, Hint sınır muhafızları tarafından öldürülmüştür. Öldürülenler içerisinde kadın ve çocuk oranı azımsanmayacak durumdadır.  

Bu dönemde Hindistan ilişkilerini minimal çizgiye indiren Dakka hükümeti, diğer sınır komşusuyla yakınlaşmıştır. Çin`in ‘soft power` politikası kapsamında, Hint Okyanusu`na müdahil olma amacına inci dizisi limanlarından birine ev sahipliği yaparak katkı sağlayan Bangladeş, savunmaya yönelik ihtiyaçlarını da Çin`den tedarik etmektedir. Nitekim 2016 Kasım`ında Bangladeş donanması, filosuna ilk kez denizaltı katmış, Çin`den iki adet denizaltı satın alarak Hindistan`a rağmen Bengal Körfezi`nde daha etkin bir rol alma amacını gözler önüne sermiştir.

2014`ten itibaren Bangladeş ve Hindistan, sınır olaylarını antlaşmalarla aşarak ilişkilerde yeni bir sayfa açma uğraşı vermektedir. 2014`te BM genel kurulunda iki ülke başbakanının ikili müzakeresi, 2015 yılında Hindistan başbakanı Modi`nin Bangladeş`i ziyareti, ilişkilerde önemli bir kapı aralamıştır. Bunda elbette Hindistan`ın, Çin`in Bangladeş üzerindeki ekonomik ve askeri hegamonyasını kırma arzusu olduğu unutulmamalıdır. Çin tarafından donatılacak güçlü Bangladeş, Hindistan için önemli bir tehdit unsuru olacak ve körfezdeki menfaatlerine de engel teşkil edecektir.  

7-10 Nisan 2017 tarihleri arasında Bangladeş Başbakanı Şeyh Hasina`nın, Hindistan`ı ziyaret ederek bir dizi antlaşmaya imza atacağı açıklanmıştır. Bu antlaşmalar, şimdiden Bangladeş`te ciddi bir tedirginlik ortaya koymuş durumdadır. Savunma sanayiinde işbirliği, uzay programları, deniz altyapısı, ticaret, eğitim, ortak tatbikatlar, terörle mücadele gibi hususları kapsayan antlaşma maddeleri, hem muhalefetten hem de basından yeterli desteği almadığı gibi ülkenin bağımsızlığını tartışma konusu haline getirmiştir.

Hindistan`la yapılacak ve detayları henüz tam anlamıyla paylaşılmamış olan, hatta parlamentoda dahi konuşulmayan antlaşmanın büyük bir bölümünün savunma ile ilgili olduğu Hindistan basını tarafından iddia edilmekte, sadece savunmaya ilişkin antlaşmanın 500 milyon dolar değerinde olduğu belirtilmektedir. Bu da, silah piyasasında Hindistan`ın da artık söz sahibi olmak istediğini dünya kamuoyuna göstermektedir. Nitekim bu hamleyle, Bangladeş-Çin ilişkileri ciddi zarar görecektir. Çin bu konudan duyduğu rahatsızlığı ifade etmiştir. Bir yıl sonra gerçekleşecek Bangladeş genel seçimleri öncesi Hasina`nın büyük bir risk alarak Hindistan`la önemli kalemleri barındıran antlaşmayı imzalayıp imzalamayacağı ise Nisan başındaki Hindistan ziyaretinde görülecektir. Bunun öncesinde, Hindistan genelkurmay başkanı da Dakka`daki mevkidaşıyla bir temas gerçekleştirecektir.

Bangladeş ordusu söz konusu antlaşmadan rahatsızdır. Zira Myanmar da silah tedarikini Hindistan`dan sağlamakta, Bangladeş ordusu Myanmar`la aynı silahları kullanma konusunda isteksiz konumdadır. Bu noktada ordu, silah ithalatında İsrail`den taraftır.  Başını muhalefet partilerinin çektiği gruplar, yapılacak antlaşmanın Bangladeş`i bir Hindistan eyaletine dönüştüreceğine ilişkin beyanlarda bulunmaktadır. Bu, elbette yadsınamaz bir gerçektir. Bununla birlikte, terörle mücadele başlığı altında yapılacak antlaşmalar kapsamında, Bangladeş`in eline silah almayan Müslüman grupları da hedefine alacak olması öngörülebilir bir gerçektir. Nitekim sistem ideolojisini benimsemeyen tüm grupları hedef alan bir politika gütmekte ve bu anlamda Hindistan yönetiminden pek ayrılmamaktadır. Faşist Hindu yönetim ülke içerisinde, Müslümanlara karşı solla birlikte hareket etmekten çekinmezken, sosyalist bir Bengal yönetimi ile de bu anlamda çalışması aykırı görünmemektedir. Bangladeş halkının sosyolojik yapısı incelendiğinde, Hindistan ve Pakistan`a ciddi bir antipati beslendiği ortaya çıkacak; Çin ile sağlıklı ilişkilerden yana oldukları tespit edilebilecektir.

Hindistan`da uzun zamandır var olan ve kimi zaman artan dinci ve milliyetçi söylemler, ülkedeki Müslümanları ve diğer din mensuplarını oldukça tedirgin etmektedir. Hindu aşırıcılar, ciddi bir baskı unsuru olarak görev almaktadır. Yönetimde de milliyetçi-Hindu politikalar yürüten Hindistan Halk Partisi`nin bulunması, yaklaşık 190 milyonluk Müslüman cemaatini ve diğer azınlık grupları oldukça tedirgin etmektedir. 1992 yılında Hinduların, Babür Mescidi`ne saldırmaları ve 2.000 civarında Müslümanın katledilmesi, 2002`de yaşanan Gujarat olayları ve yine 1.000`in üzerinde Müslümanın katledilmesi, on binlercesinin evlerinden sürülmesi, lokal bazı olaylar bugün iktidardaki siyasi partinin mensupları, destekçileri tarafından gerçekleştirilmiştir. Bu olaylarda birçok çocuk ve kadın da katledilmiş, tecavüz ve diri diri yakma eylemleri meydana gelmiştir. Keşmir olayları ise ayrı bir başlık altında değerlendirilmelidir.

Irkçı/faşist bir siyasi söylemle azınlıkların birçok temel hakkının kısıtlandığı Hindistan`da organize olabilecek herhangi bir azınlık grubun ayaklanması işten bile değildir. Pakistan, Müslümanlar üzerinde bu etkisini korumak istemektedir. Nitekim Hindistan-Bangladeş antlaşmasıyla yakınlaşacak Delhi ve Dakka hükümeti, Pekin ve İslamabad ittifakına ve blokuna hazırlıklı olmalıdır. Bu anlamda Hindistan, barındırdığı azınlıklar açısından bir el bombası üzerinde oturmaktadır. Çin de, ABD`nin Pakistan veya Hindistan`la yakınlaşmasına göre bir denge politikası gütmektedir. Yine de Çin siyaseti Hindistan`a oranla Pakistan`a daha yakın olmuş, Pakistan ve Hindistan`ın gergin ilişkilerinden faydalanmıştır. ABD, yakın zamanda Pasifik`e nükleer savaş başlığı taşıyan 3 uçak göndermiş, ABD ordusu genel sekreteri John Nicholson da yeni ABD başkanının prensipleri doğrultusunda Pakistan`a karşı sert bir politika yürütüleceğini ifade etmiştir. Bu anlamda Asya`da kısa vadede gergin hamleler yapılacağına tanıklık etmek mümkün görünmektedir.

Bangladeş Cemaat-i İslami yargılamaları ve Hindistan iç siyaseti bir arada düşünüldüğünde, bundan sonraki Hint-Bengal ittifak sürecinin Müslüman siyaseti ve Müslüman tebaayı oldukça baskı altına alacağı açıktır. Cemaat-i İslami yargılamalarının da basit bir gerekçe ile yapılmadığı, aksine Güney Asya`dan İslam`ın soyutlanmasına yönelik ciddi adımlardan biri olduğu, mevcut konjonktürde bağımsız bir dış politika misyonuna sahip ülke imajı veren Bangladeş`in Hindistan etkisinden kısa vadede kurtulamayacağı ve insan hakkı ihlallerinin de bu ideolojik monarşi altında(her ne kadar demokrasi olsa da) çözüme kavuşmayacağı görülmektedir. Özellikle Bangladeş`te son dönemde sıklaşan terör olaylarında Hindistan istihbaratı RAW`ın parmağı olduğu, Bangladeş`i antlaşmaya zorlamak amacıyla iç karışıklığa ilişkin bir operasyon içerdiği düşünülmektedir. Yine de Hasina`nın, “Biz kimseye düşmanlık beslemiyoruz fakat bize yönelik bir tehdit olursa karşılığını vermekten de çekinmeyiz.” ifadeleri, Hindistan ilişkilerine bir şerh olarak da düşülebilecektir.