Yusuf Toprak / Doğruhaber

Benî İyad`ın Hazreti İsa`ya iman eden muvahhid bir topluluğu, Alemlere Rahmet Efendimiz (asm)`ın vasıflarını duymuş, bu vasıfları yerinde görmek için topluluğun büyüğü Ca­rûd b. Alâ Beni İyad`ın ileri gelenleriyle birlikte Efendimiz (asm)`ın ziyarete gelmişti. Efendimiz (asm) ile konuştular. Efendimiz konuştu, onlar dinledi, onlar konuştu Efendimiz dinledi. Eni sonu Ca­rûd b. Alâ, Efendimiz`e:  “Seni gön­deren Allah`a yemin ederim ki senin vasfını İncil`de buldum. Seni, Meryem`in oğlu müjdeledi. Sana selam olsun! Seni gönderene ham­dolsun. Ben şehadet ederim ki Allah`tan başka ilâh yoktur ve sen Allah`ın Rasulü`sün!” diyerek müslüman oldu. Diğer arkadaşla­rı da Efendimiz`e (asm) iman ettiler.

Efendimiz (asm) orada bulunanlara Kuss bin Saide`yi sordu. Cârûd, “Evet ya Ra­su­lal­lah!” dedi. “Hepimiz biliriz. Özellike ben hep onun yolundan gidenlerdenim!”

Ve zaman yıllar öncesine, Suk-i Ukaz panayırına gitti…

Yine bir panayır, yine bir şenlik havası Mekke`de her yanı kuşatmıştı. Çevreden gelen kabileler, Mekke`de gösterilen yoğun ilgi ile birleşivermiş, Suk-i Ukaz panayırı bir bayram havasına bürünmüştü. Alemlere Rahmet Efendimiz (asm)`de o gün oradaydı. Henüz vahiy gelmemiş, takriben de vahyin gelmesine bir sene vardı. Panayırda hatipler, şairler çıkıp konuşurlar, şiirlerini konuştururlardı.

Kalabalık alabildiğine çoğalmıştı. Birden bir ses yükseldi panayırın orta yerinden. Gözler sesin olduğu yere çevrildi. Kızıl bir deve ve devenin üzerinde yaşlıca bir adam… Şöyle diyordu:

 “Ey insanlar! Gelin, dinleyin, ibret alın! Yaşayan ölür, ölen gider, olacak olan her neyse olur. Yağmur ya­ğar, çocuklar doğar, an­ne­ ve babanın yerini alır. Derken, hepsi de ölür gider! Hadiselerin ardı ar­kası ke­silmez, hepsi birbirini kovalar. Kulak tutun, dikkat edin. Gökte haber, yerde ibret alınacak şeyler vardır. Yeryüzü büyük bir divan, gökyüzü yük­sekçe bir tavandır. Yıldızlar yürür, denizler du­rur. Gelen kalmaz, giden gelmez. Acaba gittikleri yerden hoşnutlar mı ki orada kalıyorlar? Yoksa, orada uykuya mı dalıyorlar? Yemin ederim ki Allah katında bir din var ki; üzerinde bulunduğunuz dinden daha iyidir! Allah`ın bir peygamberi var ki gelme vakti çok yakındır. Gölgesi başınızın üstüne geldi bile! Ne mutlu o kimseye ki ona iman eder; o da kendisini hidayet ulaştırır! Ona karşı gelen kişiye yazıklar olsun! Yazıklar olsun, ömür­leri gafletle geçenlere!

Ey insanlar! Hani ya babalarınız, hani atalarınız? Nerede? Hani Âd ve Semûd nerede? Onlar ki mermer binalar, güzel saraylar imar etmişti. Hani dünya ile gururlanıp kavmine, “Ben sizin en büyük Rabbiniz değil miyim?” diyen Firavun ve Nemrud? Ne oldular? Kemikleri bile çürüyüp dağıldı. Evleri yıkılıp virane kaldı. Sakın onlar gibi gaflete düşmeyin, gittikleri yoldan gitmeyin! Her şey fanidir; Bâki olan, ancak Allah`tır. O, bir­dir, ortağı yoktur! Doğmamış ve do­ğur­mamıştır! Gelip geçenler ibret doludur! Ölüm bir nehir gibi, girecek yerleri çok, fakat çıkacak yeri yoktur! Büyük küçük hep göçüp gidi­yor. Giden de geri gelmiyor. Muhakkak herkese olan, size ve bana da ola­cak­tır.”

Kuss bin Saide, bu hitabeyi yaparken Alemlere Rahmet Efendimiz (asm)`da o kalabalığın içerisinde bulunuyordu.

Zaman eski halini alırken, Kuss bin Saide`nin o hitabı bir kez daha hatırlarda yer etmişti. Kuss bin Saide, o meşhur hitabından kısa bir süre sonra dünyadan göçmüş, Hatem`ül Enbiya Efendimiz`i görmemişti.

Yıllar öncesinden güzel bir anı canlanmıştı gözlerde… Alemlere Rahmet Efendimiz (asm),  şöyle buyurdular: “Ümit ederim ki Allah, kıyamet gününde Kuss b. Sai­de`­yi ayrı bir üm­met olarak haşreder!”