Allahu Teala Al-i İmran suresinin 120. ayetinden itibaren Bedir ve Uhud savaşlarını karşılaştırmalı olarak işliyor. Bedir’de sayıca çok az olmalarına ve teçhizat olarak donanımlarının yetersiz olmasına rağmen zafer elde etmelerini; buna karşılık Uhud savaşında daha donanımlı oldukları halde, sayıları azımsanmayacak derecede olmasına rağmen niye yenildiklerini derinlemesine işliyor. Tabi yenilgi ile zaferin mahiyetini ve sebeplerini işlediği kadar da Uhud’un zahiri yenilgisinin oluşturduğu travmayı kolay atlatmaları için bu yenilgiden Allahu Teala’nın ne murad ettiğini, bunun doğal karşılanması gereken bir vakıa olduğunu detaylı bir şekilde izah ediyor. Tabi bu travmanın oluşmasındaki en büyük etkenlerden bir tanesi de Yahudilerin bilinçli bir şekilde Hz. Resulullah’ın ordusunun yenilmez olduğu yönünde yaptıkları propagandaya Müslümanların kendilerini kaptırmış olmaları. Oysa Hz. Musa’nın en az iki savaşta ordusunun yenilmeye yüz tutmasından dolayı ordusunu geri çektiğini çok iyi biliyorlardı.
 
Bu ayet-i kerime de içten yenilgi yaşanmadığı sürece zahiri yenilginin çok doğal bir olgu olduğunu hatta bir Sünnetullah olduğunu ifade ettikten sonra Allahu Teâlâ’nın bundan neyi irade ettiğini açık bir şekilde ifade ediyor.
 
Ayetin ilk bölümünde geçen “قرح” kelimesinin ‘kaf’ı üstünlü okunduğunda “yara” ötreli okunduğunda da “yaradan kaynaklanan elem” olduğu el-Ferraî tarafından ifade edilmiş. Buyruğun manası şudur: “Eğer Uhud günü size bir yara dokunduysa aynı derecedeki bir yara da Bedir gününde müşriklere dokunmuştu.” Bu açıklama ile ayetin sibakındaki “Üzülmeyin, gevşemeyin….” ayeti ile bağlantılı olarak açıkladığımızda; “O gün onlara, bugün size dokunduğunun aynısı dokunmuştu. Oysa bu onların kalplerini zaafa uğratmadı ve sizinle olan düşmanlıklarında bir gerilemeye neden olmadı. Tam aksine o günün intikamı için daha bir bilenip hazırlık yaptılar. Dolayısıyla sizin zafiyet göstermeme konusunda onlardan daha önde olmanız gerekir. Zira; “Eğer siz acı çekiyorsanız, şüphesiz onlar da sizin çektiğiniz gibi acı çekiyorlar; oysa siz Allah`tan onların beklemedikleri şeyleri de bekliyorsunuz.”(Nisa: 104) (Zamahşeri Keşşaf tefsirinden)
Allahu Teâlâ bu şekilde bu günleri, Zamahşeri’ye göre savaşlarda elde edilen zafer günlerini, Kurtubi’ye göre buna ek olarak sevinç, keder, sağlık, hastalık, zenginlik ve fakirlik gibi günleri insanlar arasında dolandırır ki; müminlerden iman üzere sabit olanlar ile nifak üzere olanları birbirinden ayırsın ve imanında zafiyeti olan da bunun farkına varsın.
Yoksa Allahu Teâlâ her şey ve olayla ilgili olarak vücuda gelmeden de külli bir ilim sahibidir. O bununla insanların iman konusu ile ilgili olarak üzerinde oldukları hali Müslümanlara öğretmeyi irade buyurur. Nitekim Yüce Allah, bir başka yerde şöyle buyurmaktadır: "İki ordunun karşılaştığı gün size gelen musibet, Allah’ın izniyle idi. Ve bu, müminleri belirtmek içindi. Bir de münafıklık edenleri açığa vurmak içindi." (Âl-i İmran;167)
 
Allahu Teâlâ’nın Uhud yenilgisi ile irade ettiği bir husus da  وَيَتَّخِذَ مِنْكُمْ شُهَداءَ” ibaresinde ifade ettiği ‘Müslümanlardan şehidler edinmek istemesidir.’اخذ kelimesi; edinmek, kendisi için seçip almak manalarını barındırdığı için bu ibare ile ilgili yapılan tefsirlerde her ne kadar başka yorumlara yer verilmişse de bizce ibarenin ruhuna en uygun olanın; “Allah içinizden bazı seçkin kişileri şehidlik mertebesi ile mükâfatlandırıp onları kendisi için seçmek istemesi” olarak yapılan yorumdur. İçinizden bazılarını savaşta öldürmek (şehid etmek) suretiyle sizin din uğrunda çektiğiniz sıkıntılara karşı takındığınız sabra şahitlik etsinler diye içinizden bazılarını şehitlikle mükâfatlandırdı” şeklindeki yorumlar da ibarenin ruhuna uygun ve güzel yorumlar olsa da bizce en uygun yorum Allahu Teâlâ’nın bazılarınızı kendisi için seçmesi yorumu en güzel olan yorumdur. Nitekim ayetin ibaresi ile ilgili yapılan tefsirlerin çoğunda ilk yorum olarak bunun verilmesi de bu düşünceyi teyid ediyor.
 
Şehidin şahid olarak nitelenmesi:
Şehid, ameli ile insanlara karşı şahid konumundadır. Yani davaya; her ne olursa olsun sahip çıkılabileceğini, beşer için en büyük tehdit olan ölümün/öldürülmenin bile mazeret olamayacağının şahididirler. Şehide bundan dolayı bu ismin verildiği söylenmiştir. Bir başka görüşe göre de şehide bu ismin veriliş sebebi, onun cennetlik olduğuna şahidlik edilmiş olmasından ötürüdür. Bir diğer görüşe göre de şehide bu ismin veriliş sebebi, onların ruhlarının Darus-Selam’da(cennet) hazır bulunmaları dolayısıyladır. Zira onlar, Rableri katında diridirler. Şehidlerin dışındakilerin ruhları ise cennete ulaşamaz. Buna göre şehid, cennette hazır bulunan manasında şahid anlamındadır. Bu açıklamaların hepsi de sahih ve kapsayıcı açıklamalardır.
 
Şehadetin ve şehidin fazileti:
 Şehadetin fazileti çok büyüktür. Şehadetin faziletine dair Yüce Allah’ın: "Muhakkak Allah müminlerden canlarını... satın almıştır" (et-Tevbe, 9/111) ayeti ile: "Ey iman edenler, sizi çok acıklı bir azaptan kurtaracak bir ticareti size göstereyim mi? Allah´a ve Resulüne iman edersiniz, mallarınızla, canlarınızla Allah yolunda cihad edersiniz.,. İşte bu çok büyük kurtuluştur" (es-Sâf, 61/10-12) buyrukları yeterlidir. Seyidel Mürselin makamındaki Efendimizin bile şehadet makamına gıpta etmesi bu makamın yüceliği için yeterli delildir.
 
El-Bustî´nin Sahihinde Ebû Hureyre´den şöyle dediği nakledilmektedir: Resülullah (sav) buyurdu ki: ´Şehidin öldürülmekten dolayı hissettiği, ancak sizden herhangi bir kimsenin bir yaradan hissettiği kadardır.’
Nesaî de Raşid b. Saad´dan, o, Peygamber (sav)’ın ashabından birisinden rivayet ettiğine göre, bir adam şöyle demiş: Ey Allah´ın Resulü, şehid müstesna neden bütün müminler kabirlerinde fitneye (sorgulanmaya) maruz kalırlar? Hz. Peygamber şu cevabı vermiş: "Başının üstündeki kılıç parıltıları fitne olarak ona yeter."
 
Şüphesiz şehide ahirette verilecek makamlarla ilgili olarak gerek Kur`an’da ve gerekse de Hz. Resulullah’ın hadislerinde çok detaylı ayrıntılar verilmiştir. Kabrin, mahşerin, sıratın ve ahiret aleminde gerçekleşecek olan bütün dehşetli sahnelerine karşın kendilerinin emniyet içerisinde olması… bununla beraber insanlar içerisinde çok az kişiye verilecek olan makamların, nimetlerin şehidlerin adeta önlerine serilmesi ilgili sahih rivayetler, şehadet makamının yüceliğini ifade için kafidir.
 
Bütün bunlara ek olarak; bu ayette Uhud gibi büyük bir vakıanın iki sebebinden biri olan; “Allahu Teala’nın kudsi zatı için Müminler arasından şehidler seçmesi” bu makamın yüceliğini ifade için yeterlidir.
 
Özet olarak; şehid verilmekten korkmak, şehid olmaktan korkmak imanı kâmil bir mü`min için söz konusu olacak bir şey değil. Tam aksine ahirete hakkıyla iman etmiş her mü`min, dünyanın meşakket ve sıkıntılarının farkında olan her mü`min mutlaka şehadete büyük bir arzu duymuşlar ve bunu dualarını başında dile getirmişlerdir.
Allahu Teala bizi bu dünyadan imansız ve şehadetsiz çıkarmasın.
 
İnzar Dergisi / Şubat 2012